• yitirilmişlik duygusu insanlık hâlinin ayrılmaz parçasıdır. konuşmanın öğrenilmesi ve bir benlik duygusunun gelişmesi, insanın kendisi ile annesi arasında hiçbir farklılık algılamadığı oedipus öncesi çocukluk evresine son verir. insanın tüm evreni buradaki mutluluğudur; kucaklayan, merhametli, yabancılaşmaya yer vermeyen bir evren. bizim pek kavrayamayacağımız bir şekilde insan kendini tanrı gibi hisseder, incitilmesi mümkün değildir, tamamen güvenlidir. bu bütünlük, tamlık hâline jacques lacan’ın kışkırtıcı bir tarzda “fallus” dediği hâle yeniden kavuşma özlemi, mistitisizmden tutun alkolizm, uyuşturucu müptelalığı hatta ideolojik inanca kadar insan faaliyetlerinin büyük bir kısmının altında yatan etkendir.
  • ingilizce hocası bir textte geçen bu kelimenin anlamını öğrencilerine sormuştur. sınıfın çoğu bilmemekle beraber bilen bir iki kişi de sik, çük, penis demek ayıplarına gittiği için susmaktadırlar. bu arada bazıları tahminler yapmaktadır. hoca da bir yandan öğrencilerle konuşurken diğer yandan bir kolunun dirseğini masaya dayamak, elini yumruk yapmak suratiyle dik bir penisi canlandırmakta ve öğrencilerine kendince ipucu vermektedir. şöyle bir diyalog geçer.

    öğrenci: is it something about failure?
    hoca: sometimes... (dik duran kol bilekten kıvrılarak sönük bir penis tasvir edilir. kelimenin anlamını bilenler yere yıkılarak gülme krizine girerler. ders biter.)
  • arkeoloji terminolojisinde, penis biçimli nesneler; özellikle güneydoğu anadolu, kuzey suriye ve kuzey ırak çanak çömleksiz neolitik çağ ve çanak çömleksiz-çanak çömlekli neolitik çağ geçiş evresine ait yerleşmelerde sıklıkla bulunurlar; şimdiye dek sayısal olarak en çok görüldüğü yerleşme urfa ili, birecik ilçesi, mezraa beldesi mezraa-teleilat yerleşmesidir. yaygın kanının aksine neolitik çağ'da inancın ana tanrıça değil, baba tanrı olduğunun en önemli verilerindendir; ancak tabii ki ana tanrıça-baba tanrı ile ilgili karşıtlığın tek verileri değillerdir..
  • lacan'a göre fallus erkek cinsel organı değildir. asla ulaşılamayanı yani eksiği kasteder.
  • memleketimin bazı yerlerinde insanlar bunları mezar tası zannedip üstüne mum dikip dilek dilemektedirler.
  • latince fascinare fiilinden turemistir

    (bkz: fascinate)
  • fallus, ötekinin arzusunu doyurmak için arayışında olduğumuz, hiçbir zaman sahip olamadığımız ve hiçbir zaman sahip olamayacağımız nesnedir. ötekinin arzusunun nesnesidir. misal, çocuğun annenin arzu nesnesi olabilmek için sahip olması gerektiğini düşündüğü şey imgesel fallustur. fallus, yoksunluğun ve eksikliğin göstergesidir.

    fallus, object petit a’dan farklıdır. object a, bizim hayatlarımızda bir şeylerin eksik olduğuna ilişkin duygumuzdur. özne tarafından arzulanan şeydir. kimi zaman bilgi, tatmin, mülk, sevgi ararız. bu arayış hiç bitmez. bu istekler tamamlansa da geriye eksik bir tarafları kalır. object petit a, simgesele dökülemeyen bir gerçektir. oysa ki fallus imgesel ve simgesel olsada gerçeklik düzleminde değildir.

    arzumuzun yarattığı kaçınılmaz hayal kırıklığı da jouissance’dır. lacan’a göre kastrasyon da fiziki bir olaydan ziyade, jouissance’ın kesilmesidir. erillik ve dişilik de biyolojik özellikler değillerdir, sadece fallusa sahip olma veya fallus olma durumları üzerinden ortaya çıkabilen yapılardır. jouissance gerçek düzlemde, fallus imgesel ve simgesel düzlemlerde yer alır.
  • (bkz: jacques lacan)
  • tarih boyu karşımıza çıkan amuletlere baktığımız zaman en çok karşımıza çıkan figürlerden biri erkek cinsel organının taştan, ağaçtan, topraktan, metalden vs metaldan yapılmış amblemi diyebileceğimiz fallus* neredeyse tarımla uğraşan bütün primitif kültürlerde karşımıza çıkan fallus amuletinin sihirli bir güç taşıdığına ve bol ürün getireceğine inanılmış.

    hinduların shiva linga’sında*, japonların hounen matsuri festivali'nde hep bu kültün izlerine görürüz.

    peki, türklerde var mıymış derseniz, cevap, pek tabii ki…

    “hani şu oğuz türkleriyle ilgili enteresan anıları olan ibn-i fadlan var ya, başkurtlarla iligili de şöyle bir bilgi paylaşmış seyahatnamesinde: başkurtlar kış, yaz, yağmur, rüzgar, ağaç (orman), hayvan, insan, su, gece, gündüz, ölüm, hayat ve yer gibi varlıkların her biri için ayrı ayrı birer tanrı bulunduğuna, en büyük tanrının da gökte yaşadığına inanırlardı. ağaçtan fallus kadar bir nesne yapıp onu (bir yere) asarlar, sefere çıkarken veya düşmanla karşılaşırken onu öper ve ona secde ederlerdi.”
    (bkz: türk mitolojisinde ağaç/@ay hatun)

    “bu kurban töreni sırasında şaman gökyüzünde koçakan’la karşılaşır. ondan kurtulmaya çalışır ama kurtulamaz. koçakan da onu törene katılanlardan ve şaman soyundan gelen birinin üzerine atar. (ya da sadece maskesini atar) bu esnada koça kan’ın ruhu oradakilerden birine geçer. bu kişi coşkulu hareketler sergiler, bir eline asa bir eline de ağaçtan yapılmış bir fallus alarak koçagan oyununu oynamaya başlar. arkasına takılanlarla birlikte bir yandan oyununu oynayarak evleri gezer. ardından gelenlerden bir çocuk evden hediyesini yani koçagan’ın payını ister. bu şekilde bütün köy hatta civar köyler gezilir. karşısına çıkan biri olursa durdurur ve elindeki ağaçtan fallus ile sevişme taklidi yapar. bu hareket koçakan’ın ruhundan cinsel güç ve becerinin kazanılmasını sembolize eder. kadınlar ise onunla karşılaşmamaya özen gösterirler.”
    (bkz: koça/@ay hatun)
    (bkz: amulet/@ay hatun)
  • (bkz: tansu çiller)
hesabın var mı? giriş yap