• auteur, latince, temelini atan, degerini artiran anlamindaki auctor 'dan gelir (ingilizce iktisat-finans okuyup da ara sira sinemayla ilginenler auction kelimesini hatirlamislardir herhalde). dolayisiyla bütün yazarlar, sinema yönetenleri bir anlamda auteur'dür. ama auteur'ü yazar, hele hele cinéma d'auteur'ü "yazar sinemasi" diye çevirmek pek dogru olmasa gerek. la nouvelle vague yönetmenleri "biz sinemaya bir deger katiyoruz" demek istemislerdi bir sekilde, biz filmlerin konusunu da yaziyoruz demek degil. truffaut'yu alirsaniz sadece, örnegin, filmlerinin hemen hepsi (les quatre cents coupsgibi özyasamiyla ilgili filmler disinda) bir romandan, hikayeden uygulamadir. nedeni de sözkonusu auteurün sinema yönetmeye baslamadan önce de bir lecteur olmus olmasi gerek gibi geliyor bana.
  • kendi senaryosunu yazan yönetmen.. birey olarak yaratısında kendisini ifade eden, yaratısında biçim olarak diğerlerinden ayrılandır.
    auteur kendi düşünce ve duygularını anlatan, filme kişiliğini koyabilen yönetmendir.
  • andrew sarris'e göre auteur kimligine sahip bir yönetmende üç özellik bulunmalıdır: yönetmenin teknik ustalığı, yönetmenin ayırdedilebilen kişiliği ve içsel anlam.
  • the new french wave yönetmenleri godard, truffaut, chabrol, rivetti ve rohmer daha cahiers du cinema dergisinde yazarlarken; alfred hitchcock, nicholas ray ve howard hawksu, stüdyoda film genre filmleri yapmalarına rağmen, yapıtlarında görülen ayırtedici temalarından ötürü filmlerinin auteurleri yazarları olarak görürlerdi. sonra de gaul hükümetinin yardımıyla kuramsal birikimlerinin pratiğe dönüştürme fırsatını yakalayınca kendileri de filmlerinin auteurleri oldular.
  • bir "sıfat" olarak, yazarlar için kullanılamaz -kullanılır diyen oldu mu? demek ki olmuş- ve "auteur yönetmen" nitelemesindeki vurguyu anlamak da burada yatar. çünkü zaten bu auteur sıfatının ifade ettiği "yaratıcılık" tek başına yapılan bir iş olan yazarlığa teoride içkindir, her yazar auterdür; bu yüzden "auteur yazar" olamaz. özgünlük sorunları, yazarın önündeki kağıdı tek başına doldurduğu gerçeğini değiştirmiyor. burada yaratıcılıktan: tam bir yoktan var etmeyi, yani bir dakika önce boş olan sayfayı tek başına doldurabilmeyi anlamak gerekiyor; benzersizi, yeniyi, buluşları değil.

    dolayısıyla auteur yönetmen kavramındaki vurgu da, yazarlığın "tek başına" yaratıcılığına karşın, sinema filminin üretimindeki iş bölümü zorunluluğunun sınırlamalarından doğar. auteur yönetmen bu iş bölümünü, zanaatkarlaşmayı aşan; sadece kendi senaryosunu kendi yazarak da değil, halihazırda oyuncularla, bir görüntü yönetmeniyle, sanat yönetmeniyle, ışık şefiyle, kurgucuyla, sesçiyle vs. birlikte çalışıyorken bu kollektifliği üslubuyla aşarak yazarlaşan yönetmendir. “ne demek 'rejisör'? nereden geliyor 'reji'? rejimantasyon! reji, tekel, insan, bu demek!.. sinema kolektif bir iş değildir! sinema, bir tek kişinin iradesi ve isteği dahilinde yapılan bir sanattır!” diye bas bas bağırırken metin erksan, auteurlüğün bu yanını savunuyordu elbet; sonsuz bilgi karşısında sınırlı insanı ve iş bölümünü unutarak, ifrata kaçarak.
  • bunun böylece türkçe bir kelimeymiş gibi -hadi akademik metinleri geçtim- gazete ve dergilerde kullanılması tam anlamıyla rezalet.

    türkçe bilen üniversite mezunu ortalama bir okumuşun anlayacağı bir kelime bütünü ile gerekirse iki gerekirse üç kelimeyle tanımlanıp karşılığı yazılmalı.

    yaratıcı-yönetmen denilebilir, iranlılar buna nazariyeyi müellif diyorlar, müellif teorisi gibi, yazar teorisi yani, ama bu sıfatın öne çıkarttığı karakter yaratıcılık galiba, o yüzden yaratıcı-yönetmen en makulu gibi duruyor.

    kararı auteur demenin ne havası olacak lan diyen sinema teorisi filan çalışanlar versin.
  • yönetmeni teknik elemandan ayırmaya yarayan kavram.
  • karakteristik özelliklere sahip eserler üreten sanatçılar için kullanılan bir kavram. üretilen eserde sanatçının pek çok açıdan etkisinin ve kontrolünün olması önemli faktörlerdendir.

    sinema alanında yönetmenler için sıkça kullanılır fakat filmin başarısıyla alakalı değildir.
  • eğer bir filmin tanıtımlarında vizyona girmeden önce veya post prodüksiyon aşamasında '' bir ..... filmi' vurgusu yapılıyorsa veya yönetmen bir şekilde ismiyle filminin tanıtımını yapmayı başarıp kemik bir izleyici kitlesi edinmişse aeteur denilebilir. burada önemli olan gişe (yönetmenin filmini kaç kişinin izlediği) değil filmlerin kendi içinde tutarlı bir yapısının olması ve o yönetmene ait özgün özellikler taşımasıdır.

    türk sinemasından birkaç örnek:

    (bkz: nuri bilge ceylan)
    (bkz: inan temelkuran)
    (bkz: zeki demirkubuz)
    (bkz: derviş zaim)
    (bkz: yılmaz güney)
  • türk sineması açısından örneklerine gelirsek:

    (bkz: nuri bilge ceylan)
    (bkz: metin erksan)
    (bkz: ömer kavur)
hesabın var mı? giriş yap