hesabın var mı? giriş yap

  • binaya her geldiğimde asansörü 6. katta buluyordum. polat alemdar gibi ben de ilk seferinde olabilir dedim. ikincisinde tesadüf dedim. üçüncüsünde ise bu işte bir ibnelik var diyip asansörden indikten sonra bekledim. asansör ben inince , otomatik olarak yukarı çıktı ve 6. katta durdu. bekledim ancak inen de olmadı.

    meğer benim komşum olan şahıs *, asansörcüyü kafalayıp , her seferinde kendi katına (6. kat) çıkacak şekilde ayarlatmış.

    sonraki bakımda düzeltdi ve her seferinde otomatik olarak zemin kata göndermesi şeklinde ayarlandı.

    bu düşünce veya ayar , her ne kadar enerji sarfiyatını artırsa da binaya giren için elinin dolu olması veya acil ihtiyacı olması açısından güzeldir.

  • üst edit: başlığı açan ben değilim. ilk entry sahibi sonradan kaçtığı için başlık üzerime kaldı.

    yarı yarıya doğru bulduğum önerme. şahsî kanaatim, en az para kadar toplum içinde getireceği prestijdir. ülkede "mesleğin ne?" sorusuna cevaben "doktor" dediğin zaman inanılmaz saygı görürsün. istersen multiverse teorisine katkılarda bulunmuş bir fizikçi ol, doktorun gördüğü kadar hürmet göremezsin.

  • kara mizah yapıyorsam, yalanım varsa 1 dk yaşamak nasip olmasın ki bildiğin aksaray şehrinin faturası sandım la.

  • bu karşılaştırmanın alt metni nineteen eighty-four vs brave new world olarak kabul edilirse, temel karşılaştırma iki kitaptaki karakterlerin kendi ifadeleriyle ortaya çıkmaktadır. kaldı ki bu da "freedom vs happiness" olarak izah edilebilir.

    o'brien, winston sorgulamasında ona durumu açıklar. "that the choice for mankind lay between freedom and happiness, and that, for the great bulk of mankind, happiness was better." ancak winston özgürlüğünü aramaktaydı, hem de insanların durumlarının iyi olduğuna inandırıldığı bir ortam içinde!

    bernard ise insanların mutluluktan zil zurna sarhoş olduğu ya da edildiği bir dünyada yine aynı arayış içindedir. "what would it be like if i could, if i were free--not enslaved by my conditioning." diye kafa yormaktadır olan bitene.

    ayrıca her ne kadar ana temalar yanında detay olarak kalsa da kör göze parmak sokacak şekilde bir durum iki kitapta da mevcuttur. winston sorgusu sırasında fare korkusuna dayanamaz ve işkenceden kaçmak için bana değil julia'ya yapın diye kendini yırtıp topu karşı tarafa attığı gibi, izlanda'ya sürgüne gideceğini öğrenen bernard da aynı şekilde dellenip beni göndermeyin helmholtz ve john the savage gitsin diye mızmızlanmaktadır. *

  • sinema yaklaşık 120 yıllık bir geçmişe sahip bir sanat dalı, edebiyat ise binyıllardır var. her iki alanda da öyle usta isimler yetişti ki, kendi alanlarını aşıp başka sanat dallarına da etki ettiler. tabi bu tip etkinin dışında farkında olmadan büyük benzerlikler gösteren sanatçılar da mevcut, işte birkaç örnek:

    charlie chaplin-shakespeare: shakespeare edebiyat denen türün tanrısıdır birçoklarına göre. kendisinden sonra gelen hemen hemen tüm yazarları, şairleri etkilemiş, edebiyatın bir sanat dalı olarak yücelmesini sağlamıştır. işte bu da tam da vatandaşı chaplin'in sinemada gerçekleştirdiğiyle benzer bir durumdur. gerçekten de chaplin olmasaydı sanırım sinema belli başlı ülkelerde tıkılı kalmış olacaktı. bir başka benzer noktaları da hem güldürü hem de drama alanında aynı ustalıkla eserler üretebilmeleridir. güldürürken hüzünlendirebilen nadir adamlardandır chaplin. " hüzünlenmek istediğimde arada bir chaplin filmleri izlerim" sunay akın.

    ingmar bergman-dostoyevski: kendi türlerine göre favorilerim olan bu iki dahi sanatçı, teknikten ziyade insana, insan psikolojisine verdikleri önemle tüm dünyayı kendilerine hayran bıraktılar. denilebilir ki, dostoyevski'nin edebiyatta yaptığını bergman sinemada başarıyla gerçekleştirmiştir. şahsi kanaatimce, edebiyatta dostoyevski, sinemada ise bergman'ın üstüne insan psikolojisini daha iyi anlatan yoktur.

    stanley kubrick - james joyce : sinemanın en tartışmalı yönetmenlerinden biri olan kubrick, tartışılamayan bir özelliğiyle james joyce ile büyük bir benzerlik göstermektedir: aşırı titizliği...diğer yönetmenlerin aksine 5-6 senede bir ancak bir film çekebilen kubrick, filmlerinin kusursuzluğunu işte bu detaycılığına borçludur. nitekim aynı dili konuşan joyce da edebiyat tarihinin en titiz yazarıdır. kılı kırk yaran deyimini sonuna kadar hak eden bu iki usta ismin tüm yapıtları işte bu detay farkı nedeniyle başyapıt düzeyindedir.

    alfred hitchcock - agatha christie : polisiye dendiğinde akla ilk gelen isim olan a. christie bitmek tükenmek bilmez enerjisi ve dolayısıyla roman yazmadaki üretkenliğiyle de meşhurdur. bu cümlelerin hemen hemen aynısı hitchcock için de geçerlidir. gerçi hitchcock'un filmleri her ne kadar gerilim türüne sokulsa da, bu filmler polisiye türünü ucundan kıyısından da yakalıyor aynı zamanda.
    edit: adamkurt'un önerisiyle hitchcock karşılığı olarak agatha christie yerine edgar allan poe daha uygun düşüyor, kendisine teşekkür ederim.

  • alttaki yorum twitten daha bomba.
    “türk qardaşlarımdan aff diliyorum ama sizin içinde olduqunuz veziyyete soxum. her saat kötü habermi olur?.”

  • ön edit: 24 saat itibariyle lösev'den gelen bilgiye göre toplamda 126 bin tl bağış toplanmış) elimde kalem kağıt, tüylerim diken diken hepiniz sağolun. çaylak arkadaşlar sizle mesajlaşamıyoruz ama siz de sağolun. turkcell, türk telekom veya vodafone faturalı hatlarınızdan 3406’ya boş sms göndererek bağış yapabilirsiniz. her bir mesaj bedeli 10 tl'dir. (türk telekom ve vodafone abonelerinden +2 sms mesaj gönderim ücreti alınmaktadır.)

    sözlük yazarlarının paypal hesaplarındaki küçük miktarların, lösev'e bağışlanması kampanyasıdır.

    dün paypal'ın türkiye'den çekilmesi haberlerinin ardından uzun süredir kontrol etmediğim paypal hesabımı kontrol ettim, içinde 2,82 usd var. bu para senelerdir duruyor. bildiğim kadarıyla kullanılamıyor da. velev ki kullanılabilsin önemli değil.

    paypal hesaplarında benim gibi az miktarda para kalan ve bu paraları benim gibi kullanmayan yazarları, bu paraları lösev'e bağışlamaya davet ediyorum.

    nasıl yapılıyor

    öncelikle paypal hesabımıza giriş yapıyoruz, çıkan ekranda en üstte yer alan gönder ve iste sekmesine tıklıyoruz. sonra ilk sırada yer alan arkadaşlarınıza ve ailenize para gönderin seçeneğine tıklıyoruz. gelen ekrana 'international@losev.org.tr' yazıyoruz ve 'sonraki'ye basıyoruz. sonra bağışlamak istediğimiz miktarı yazıyoruz ve işlem tamam.

    lösev'e ait paypal hesabının doğruluğunu burdan kontrol edebilirsiniz.

    bağış yapan arkadaşlar, bağış miktarlarını yazarlarsa kampanya sonucunda bağışlanan miktarı da paylaşabiliriz.

    2,82 dolarım güzel çocuklara

    vefa editi: böyle işlerde isimler önemli değildir ama çok duygulandığım için söylemek istiyorum. geçtiğimiz günlerde uçurulmuş olan 'gencsabri' nickli yazar bu kampanyayı benim hesabımdan başlatmış ve devamıyla ilgilenmiş. kendisi de eski bir lösemi hastasi. onlarca milyar bağışa önayak olan bu arkadaşımın yazarlığının tekrar aktif hale getirilmesinin, bu kampanyayı daha bir manalı kılacağına inanıyorum.

    sözlük'e lösev'den gelen mail

  • millet felsefe yapıyor, matematiğin temellerini atıyor. sen orada karpuz satıyorsun. bravo.

    yani antik yunan deyince aklımıza öyle bir şey geliyor ki herkes birer bilim adamı herkes birer feylesof. ama değil işte. orada da kasaplar, manavlar, tüpçüler vardı nihayetinde. bu konuya değinmek istedim.

  • chernobyl santralinde patlamadan sonra çatıyı temizlerken yere düşen işçinin akıbetinden bile daha kötü sonuçlar verebilecek elim olay.

    düşüncesi bile korkunç.

  • yagmurlu bi aksamda yorgunlugun etkisiyle sıkışmış yolda ilerlemeye calisan taksiye atlamak, kapiyi acmak ve yanlislikla taksideki insanlarin dumur icindeki bakislari arasinda takside oturan kadina binmek..kadina bindigimi farkedince de salak gibi aa pardon doluymus taksi diyip salakca gulup cikmak..