• "dunyanin en kisa felsefe tarihi

    m.o. 5. yyda hakikat: bilmiyoruz
    m.s. 8. yyda hakikat: biliyoruz
    m.s. 18. yyda hakikat: bilebiliriz
    m.s. 19. yyda hakikat: bilebilir miyiz?
    m.s. 20. yyda hakikat: bilemeyiz
    m.s. 21. yyda hakikat: bilmeli miyiz?"

    (kaynak: seytanin fisildadiklari - emre yilmaz)
  • benim görebildiğim artık kimsede hakikat kaygısı ve derdinin kalmamış olduğudur.

    insanlar öncelikle para istiyorlar,

    sonra bir eş istiyorlar,

    sonra toplum içinde itibar görmek, değer, makam, mevki sahibi olmak istiyorlar.

    bunları kendilerine vaad etmediğiniz sürece dönüp bakmıyorlar bile, isterse elinizdeki kainatın en büyük sırrı olsun.

    din mi?

    tasavvuf mu?

    geçin bunları..

    eğer asıl arzularına bir basamak olarak kullanabileceklerini görürlerse koşa koşa gelirler, en müslüman, en derviş onlar olurlar. aksi takdirde hiç ilgilenmezler.

    din dediğin de, tasavvuf dediğin de dünyevi bir şey olmuş artık.
  • hakikati seviniz, o da sizi sever; hakikati arayınız, o da sizi arar ve üstüne yalan çin setleri gibi kalın duvarlar örsün, altında kalan hakikat bir ince iniltiyle, bir hafif rüzgar dalgasıyla, herhangi bir küçük işaretle mevcudiyetini bildirir: "buradayım!" der. *

    (dokuzuncu hariciye koğuşu)
  • adamın biri bir veliye gider. der ki:
    -efendim bana şeriat, tarikat ve hakikati anlatır mısınız?

    veli ona:

    -caminin avlusuna git. orada yan yana abdest alan üç adam görürsün. üçünün de ensesine birer tokat at sonra gel. der.

    adam gider, denileni yapar. ilk adama tokat attığında adam kalkar ve tokata ayniyle karşılık verir bir tokat da o atar adamımıza. ikinci adama tokat atar, adam dönüp bakar, ama abdest almaya devam eder. üçüncü adama tokat attığında ise adam dönüp de bakmaz bile. abdest almasına devam eder. adamımız bir şey anlamamıştır. veli zata gider ve olanları anlatır, fakat izah ister. veli ona:

    -bak evladım. ilk adam şeriat mertebesini temsil eder. şeriatta ceza, suçun cinsindendir. sen tokat attın, adam da aynı tokadı sana iade etti. ikinci adam tarikattir. tarikat yoluna giren insan başına her şeyin allah'tan geldiği fikrine sahiptir. fakat kimin vesile olduğuna baktı. üçüncü adam ise hakikati temsil eder. onun için vesile falan mühim değil. gelen tokadın allah'tan geldiğini bildi ve onun tefekkürüne daldı. kimin tokat attığına bakmadı bile..
  • insanın peşinden ayrılmaz. nihandır diye bilinir, halbuki âyan bir vaziyette aramızda gezinir.

    hiç umulmadık bir zamanda -aslında en olması gereken zamanda- , hiç hesapta yokken -aslında hep kafada dönüp duruyorken-, hiç bilinmeyen bir mekânda -aslında daima oralarda gezinirken- gelir tutar enseden. daha önce görmediğin ve bir daha göremeyeceğin halkaya dahil eder. durup dururken göğe el açtırır, boyun eğdirir, baş kestirir.

    seni sana bırakmaz. iyi ki...
  • günümüzde "hakikat" mertebesine yükselmenin en kolay yolu, "acz ve fakrini" bilmektir.

    buna göre kişi,

    olgunluğu kendinin eksik olduğunu idrakte,

    kuvvetini "acz"de,

    zenginliğini "fakr"de,

    bilmelidir.

    neden böyle?

    çünkü insanın gücünün limitleri bellidir. eğer o cüzi güce dayanacak ve güvenecek olursa, kendi haline terk edilir; evrensel kudret onun yardımına gelmez. esasen o cüzi güç bile emaneten gelmiştir ve onu sahiplenmek ve ego'ya iliştirmek bir tür şirk suçu içerir ve onu bütünden koparır ve cezaya müstehak hâle getirir.

    bizi de fiillerimizi de, el an yaratan allah olduğuna göre, "la havle ve la kuvvete illa billah-allah'tan başka güç ve davranış sahibi yoktur" deyip, tüm gücü asıl sahibine iade edelim.

    bunu başardığımız takdirde, evrenin tüm güçleri bize dost olacak ve yardımımıza koşacaktır. hem maddi, hem de spritüel kuvvetler bize hizmet etmeye başlayacaktır. tüm kainat bize arka çıkacaktır.

    tam tersi bir manayla kuşanan inkarcılar, tüm varlığa düşman gözlerle bakarlar, çünkü birlik şuurundan yoksundurlar ve her şey gözlerine tehdit olarak görünür. depremler, virüsler, seller, göktaşları, hırsızlar, kâtiller, kazalar...dolayısıyla, kainat da onlara düşman olur. kuran bunu şu ayetle açıklıyor:

    "gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi."(duhan 29) yani yer ve gök, bir inkarcının ölümüyle seviniyor, inananın ölümüyle ise üzülüp arkasından ağlıyor.

    tabii burada münkirimiz hemen gülmeye başlayacak ve "yer ve gökün ağlaması" ifadesi ile alay edecektir; çünkü materyalist kafası bu hakikatleri çözmek için yeterli gelmez.

    her insanın, spritüel boyutu itibariyle, bedeni etrafında belirli bir titreşimde(zikir sayısı) manyetik alan benzeri bir yapısı mevcuttur. bu yapı o kişideki spritüel gelişmişliğe göre büyük veya küçük bir hacimde olabilir. kimisininki bedeninden bir kaç cm, kimisininki bir kaç metre, kimisininki de binlerce km öteye uzanabilir. işte bu yapı, titreşim frekansına göre, madde aleminin spritüel boyutuna olumlu veya olumsuz etkide bulunur.

    düşük titreşimler, gücüyle orantılı olarak, tüm varlığa negatif etkide bulunur; yani onları irrite eder, incitir, kendine düşman eder. yüksek titreşimler ise tam tersine varlıklara olumlu etkide bulunur ve onlara katkı sağlar; dolayısıyla bir nevi onlar tarafından sevilirler. öldüklerinde bu olumlu etki son bulduğu için, varlıklar onların arkalarından bir nevi ağlarlar; yani eski olumlu etkiden mahrum kalırlar.

    ve son olarak kişi zenginliğini fakr'de bilmelidir; yani, gerçek manada "la ilahe illallah" demeyi başarıp, kendi cüzi varlığından geçen kimse, tüm varoluşa bağlanır. dolayısıyla tüm varlık, bir nevi, artık onun mülkü olmuş olur. damladan vazgeçen, okyanusa kavuşur.
  • tasavvufta erenlerin, dervişlerin peşine düşüp de kurda kuşa karıştığı kavram. en çok aranan, bulmak için en çok yol yürünen, her defasında bambaşka bir diyarda ama aynı ayna, su, cam yansımasında beliren, hikmeti sırrı yol almaktan geçen.
  • ''hakikat, gerçeklik'ten farklı olarak ilk elden deneyimlenemeyen, algılanamayan şeydir. hakikate ancak akıl yürütme, tefekkür, içgörü; ya da içe doğma, vahiy, iman yollarıyla ulaşılabilir. aydınlanmacı, akılcı bir açıdan bakıldığında, algıladığımız, deneyimlediğimiz şeyler, olgulardır. olgular hakkında malumat edinebiliriz; onları ölçebiliriz, derleyip toparlayabiliriz. oysa hakikat olguların gerisinde (ya da üzerinde) olan şeydir. ona olguları bir kez derleyip topladıktan sonra, bunlar üzerinde tefekkür ya da akıl yürütme yoluyla ulaşabiliriz.''
    (kaynak: bülent somay - bir şeyler eksik)
  • "aptallığın kendine uyduramayacağı hiçbir önemli düşünce yoktur; aptallık her yanıyla devingendir ve sırtına hakikatin bütün giysilerini geçirebilir. buna karşın hakikatin her zaman tek bir giysisi, tek bir yolu vardır ve o yüzden hakikat, her zaman elverişsiz konumdadır."
    (musil, "niteliksiz adam")
  • “hakikatin peşine düşmeye başladığımız an, gerçekliği ve onun bizimle olan ilişkisini yıkarız.”
    (otto rank, "hakikat ve gerçeklik")
hesabın var mı? giriş yap