hesabın var mı? giriş yap

  • milyonlar kazanırken türkçe cümle kuramayan türk futbolcuların olduğu ortamda ingilizcesiyle eleştirilen voleybolcu.
    dinledi, anladı, dilinin döndüğünce cevapladı.
    işte, futbol ile voleybol arasındaki kültür farkı. sadece oyuncular açısından değil, seyirciler açısından da farkı ortaya koyan durum.

  • şu süreç en çok zaytung'u göçertti herhalde. adamların yayını bbc gibi kaldı güncel haberlerin yanında.

  • kör; ama, gözü gören birçoklarından daha çok görüp geçirmiş. sağır; ama, kulağı işiten birçoklarından daha çok dinlemiş. lal; ama, konuşma yetisi kazanmış bir çok dilliye nazaran daha çok paylaşmış birikimlerini. bir hastalık onu bebekken üç duyusundan koparmış; o ise öğrenmek ve anlatmak için duyularına ihtiyacı olmadığını kanıtlamış.

    birkaç sene evvel, charles dickens ile alakalı yazılar okurken karşılaşmıştım hikayesiyle. ailesi, charles dickens'ın american notes adlı gezi notlarından etkilenerek helen'ın herkesle eşit şartlara sahip olmasını istemiş ve julian chisolm adlı bir kbb hekiminin önerisiyle perkins körler okulunun müdürüyle görüşmüşler. mezunlardan, 20 yaşındaki görme engelli anne sullivan ile de tanışmaları böyle olmuş. odada bulunan kimse o an bilmese de, ömür boyu sürecek olan arkadaşlığın temelleri oracıkta atılmış. anne, mürebbiye olarak helen'ın yanına gelmiş ve dostu olarak ömrü boyunca ona eşlik etmiş.

    o zamanlar altı yaşında olan helen, hane ahalisiyle anlaşmak için çeşitli işaretler kullanıyor ve hatta odaya giren kişileri adımlarının yarattığı titreşimlerden tanıyormuşsa da, her nesnenin, duygunun, eylemin ayrı ayrı isimlendirildiğini ilk defa anne sullivan sayesinde öğrenmiş.
    anne, ona bir bebek hediye edip helen'ın avcuna parmağıyla "doll" yazdığında helen durumu pek anlamamış olsa da, anne sabırla öğretmiş. birkaç gün sonra, helen bir elini suyun altına soktuğu anda, diğer avcunun içine "water" yazarak ilk defa bir mefhumu helen'ın zihninde kelimeleştirmiş. bu olay ise helen için bir kırılma noktası olmuş.

    eğitim hayatı bu olay ile başlamış ve harvard'ın kadınlar için açtığı radcliffe college'a kadar uzanmış. bachelor of arts ile mezun olan ilk kör-sağır kişi olarak hayata atılmış. eğitimi ile sesini bularak kendi hayatı hakkında bakış sunduğu dersler vermiş, konuşmalar yapmış. bunun yanı sıra ellerini insanların dudakları üstüne yerleştirerek konuşmaları takip edebilmeyi, gene elleriyle işaret dili kullananları anlamayı ve braille alfabesini öğrenmiş.
    harvard eğitimini finanse eden kişi, yakın arkadaşı mark twain tarafından tanıştırıldığı henry huttleston rogers adlı iş adamıymış. mark twain ile ise daima yakın arkadaş olarak kalmış. hatta, mark twain'i bir oda dolusu erkek içinden sadece içtiği purosunun kokusunu takip ederek bulabilirmiş.

    hayatı boyunca bir süfrajet olarak kadın hakları üstüne makaleler yazmış, doğum kontrol yöntemlerine her kadının ulaşabilmesini savunmuş ve aynı zamanda savaş karşıtı görüşleriyle savaş yanlılarını zor durumda bırakmış. konuşma terapileri görerek bu görüşlerini kendi sesinden aktarmaya başlamış ve sonucunda, bu radikal görüşleri sebebiyle, rockefeller medyası makalelerine ve konuşmalarına yer vermemeye başlamış. bu yasağı da rockefeller medyasını diz çöktürene kadar protesto etmiş (başka bir tavır beklemiyordum zaten).

    malnutrisyonu ve körlüğü engellemek için çalışmalar ve araştırmalar yürüten "helen keller international" adlı vakfı kurduktan sonra, kendisi gibi bir çok aktivist ile birlikte, dünyanın en büyük, en örgütlü temel insani haklar ve anayasal hakları savunma örgütü olan aclu'yu kurmuş.
    yani, helen keller körmüş, lalmış, sağırmış ama bunlar sadece fiziksel engellermiş, mühim olan vicdanın engelli olmamasıymış, azimmiş, çalışkanlıkmış, diğerkamlıkmış, yılmamakmış, zor durumlarda dahi konuşabilme cesaretiymiş, özgüvenini fiziksel görünüşünden değil de eğitiminden ve başarılarından almakmış. muhtemelen hiçbirimiz, görüp, duyup, konuşup da, kadın hakları için, sağlık için, temel insani hak ve özgürlükler için onun kadar çok konuşmamış, eyleme geçmemişizdir.

    tabii, o kadar anlattıktan sonra nasıl biri canlanıyor kafanızda bilmiyorum ama benim aklıma hep çocuk gibi sevindiği şu fotoğrafı geliyor. elinde tuttuğu saati takside unutmasından sonra, saat, bilinmeyen kişilerce bir rehineciye bırakılmış. rehineci de saati helen keller'a iade etmiş. 57 sene önce ona hediye edilmiş braille tasarım özel bir altın saatmiş.

  • biz muhabbet kuşumuzu almak için uzunca bir süre bekledik. zira, yumurtadan yeni cıkmış olsun istedik. aldığımızda tüyleri bile yeni yeni çıkıyordu. alıp eve getirdik ve resmen bir evlat gibi baktık. uçmayı bilmiyordu, yemleri kıramıyordu velhasıl baya uğraştık.

    uçmayı öğrendi, sabahları kahvaltı soframızı işgal etti hatta. yemek yerken görünce hemen atlayıp dudaklarımızı ısırırdı ağzınızdaki yemeği yemek için. velhasıl çook cana yakındı. pencereye sineklik taktırmıştık kafeste durmak istemiyordu çünkü.

    babannem bir gün çok daralmış, ona defalarca tembih ettiğimiz halde sinekliği açmış, güzelim hayvan çekip gitmişti. nasıl ağladığımızı unutamıyorum. babam akşam eve geldiğince çok üzüldü. babanneme kızdı haliyle. zira bu evde babamın şefkatini o kuştan başka kimse görememişti. hatta sinirden sinekliği söküp kırdı. (abartı gelebilir ama o acı çok başka inanın)

    her boktan işte olduğu gibi anneme söyleme işi de bana devredildi. '' sen bağrımı yaktın kızım benim. onun senden tek farkı, onu doğurmamış olmamdı.'' üzüldü baya ağladı. gece hiç uyuyamadık. erkek kardeşimi kendiyle konuşurken yakaladım. ''uyu uyu, belki rüyana gelir. hemen uyu'' yavrum benim nasılda üzülmüş.

    1 aylık muhabbet kuşu ne adam gibi uçabilir, diğer kuşlardan kaçabilir ne de kediye yem olmaktan kurtulabilirdi. gece hiç uyuyamadım, bir ara dalacak gibi oldum 10 - 15 dakika. rüya gördüm hemencecik. kuşumuz geri dönüyormuş-da ben kafese koyuyormuşum-da yoh yea...

    sabah pencereleri açıp evi havalandıracak gibi oldum.

    kafamın üstünde kanat çırpıyordu. çığlıklar atıp evi ayağa kaldırdım. hepsi başıma üşüştü.

    inanın bana gidişinden çok, gelişine ağladım. inanılmaz duygulandım. hiç bilmediği halde gece dışarda kalmış, sağ salim dönebilmiş. üstelik daha önce balkona hiç çıkarmadığımız için çevreyi de tanımıyordu. evin dışını bilmeden, daha evde konacak yer bulamayıp yere çakılan miniğimiz geri gelmişti. inanılacak şey değildi.

    kafamın tepesinde ötüyor hınzır şimdi :)

    not: yeniden bir sineklik alınıp takıldı.

    ekleme: sonrası için #58067255

  • ne güzel söyledi ya:

    “pandemi döneminde herkes mutasyon diyor. mutasyon denilince aklınıza ilk ne geliyor? tabiki evrim geliyor. ama biyoloji derslerinde evrim anlatmak yasak”

    gerçekten eğitim sistemindeki tüm durumu özetleyen bir konuşma.

  • kendinize saygı duymak istiyorsanız, size yapılan hiç bir saygısızlığı affetmeyin.. insanlar her saygısızlık sonrası daha da cesaretlenir size karşı, saygı sizin kişiliğinizdir, çizgilerinizdir. çizgileri olmayan insanlar saygı görmezler.
    ego hep bize kötü bir şey gibi sunuluyor, oysa ki kararında ve yönetilebilir bir ego her insan için olmalıdır.

    ayrıca, dozunda kötülük her insan için gereklidir..

    debe editi: çok fazla soru geldi, dozunda kötülük nasıl oluyor diye,
    bir insana kızmanız gerekiyorsa kızacaksınız, ayrılmanız gerekiyorsa ayrılacaksınız, siz bunları yapmazsanız bu enerji karşı tarafa geçer ve onlar hadsiz bir şekilde bunu yapar.

    zorunlu edit: bu entrynin debeye girmesi çok şaşırttı beni, çok fazla insan mesaj attı ve cevap veremedim.
    size zamanı olmayanın mutlaka başka birine zamanı vardır, size saygı duymayanın başka birine saygısı vardır.
    net olun ve size saygısı olmayan insanları şutlayın hayatınızdan, pollyanna olmayın.

    ve unutmayın herkes her şeyi bilerek ve isteyerek yapıyor, cezasız bırakırsanız yaptığının doğru olduğunu düşünür ve tekrar tekrar yapar..