5137 entry daha
  • hakkında çoğu insanın yeterli bilgisinin olmadığı devlet. burada dilim döndüğünce nasıl kurulduğunu ve ermenistan'ın başına gelenlerden yola çıkarak kendisini bekleyen sıkıntıları anlatacağım.

    filistin'deki yahudi nüfusu 1840'larla artmaya başlıyor. bölgede fransa katolik hristiyanlarla, rusya da ortodoks hristiyanlarla etkilerini arttırmaya başladıkları için birleşik krallık da kendileri ile işbirliği yapacak bir azınlık arıyorlar. bu durum 1917'de balfour deklarasyonu yayınlanana kadar kesinleşmese de bu konunun 1840'tan itibaren birleşik krallıktaki tartışmalarda yer bulması bazı yahudilerin bölgeye göçmesine ön ayak oluyor.

    sykes picot anlaşması'nda eğer filistin fransa'ya bırakılsaydı orada ciddi ciddi bir katolik haçlı devleti de görebilirdik yani.

    1923'te de milletler cemiyeti birleşik krallık'ın o bölgedeki mandasını resmileştiriyor. bunun ardından bölgedeki yahudi nüfusu patlıyor. 1880'de 24000, 1914'te 94000, 1922'de 83000, 1930'da ise 170000 oluyor, 1939'da ise 450000'e ulaşıyor.

    birleşmiş milletler'in birleşik krallık'ın mandasını bitirmesiyle bağımsız bir israil kuruluyor. aslında yahudiler de bu konuda kararsızlar, yanlış hatırlamıyorsam yahudi liderler 4'e karşı 5 oyla bağımsız israil'i ilan ediyorlar. israil'in ilk sınırları bizzat birleşmiş milletler tarafından bu şekilde çiziliyor. çok tartışma yaratacağı düşünüldüğü için kudüs doğrudan birleşmiş milletler yönetimine bırakılıyor.

    israil bağımsızlığını ilan ettikten 15 dk sonra abd, 30 dk sonra da sscb bu devleti tanıyor. abd'nin ve sscb'nin bu kadar fikir birliğinde olduğu başka bir konu bulamazsınız.

    yani israil'in kuruluşunun filistinlilerin dedelerinin osmanlı yetkililerinin uyarılarına rağmen topraklarını yahudilere satmasıyla olduğu iddiasının hiçbir temeli yok. eğer osmanlı devleti bu konuda çok dikkatli olsaydı zaten bu topraklara el koyabilirdi. bahsettiğimiz dönemde mülkiyet hakkı çok gelişmiş bir kavram değil. böyle olsa bile o dönemki arapların eylemleri üzerinden bugün orada yaşayanların uğradığı zulmü haklı çıkartmak çok saçma. bu tarz iddialar türkiye'de son yıllarda artan arap nefreti ile yankı bulsa da ve bugün yaşananlarla hiçbir alakaları yok.

    israil ilki kurulduktan hemen sonra olmak üzere 1948, 1967 ve 1973'te üç büyük savaş yaşıyor. bu savaşların ilkine bölgedeki bütün arap ülkeleri çeşitli kapasitelerde katılırken, ikincisine suriye, mısır ve ürdün, üçüncüsüne ise sadece mısır ve suriye katılıyor. bu üç savaşın sonunda israil, hem savaştan kaçarak mülteci durumuna düşen arapların israil'e dönmesine izin vermeyerek hem birleşmiş milletlerin filistin'e bıraktığı bölgeleri işgal ederek, hem de suriye'ye ait golan tepeleri'ni işgal ederek topraklarını genişletiyor.

    israil zaman zaman iran'ı ve ırak'ı da birleşmiş milletler'den bir yetkilenme almadan bombalıyor. iran'daki israil nefreti tamamen sebepsiz değil yani.

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    daha modern dönemlerde, özellikle de 2000'den sonra neler oldu?

    açıkçası israil'in 1948 sınırlarını koruması biraz zor, bu yüzden ilk bm planının kötü yapıldığını düşünüyorum. yani israil'in kendisine ait olmayan belli bölgelerde askeri bir varlık bulundurmaya hakları olabilir. bunu biz de kuzey ırak'ta yapmıştık, şu anda da suriye'de yapıyoruz. suriye'deki varlığımız uluslararası hukuk açısından biraz sorunlu ama kuzey ırak'ta bulunmak için son derece geçerli sebeplerimiz vardı. türkiye, kuzey ırak'ta bulunduğu sürece bölgedeki demografik yapıyı değiştirmeye çalışmadı.

    israil ise işgal ettiği bölgelerde sadece askeri bir varlık bulundurmadı, bölgedeki demografik yapıyı da aktif olarak değiştirmeye çalıştı. özellikle 2000'den sonra, arapların çoğunlukta olduğu bölgelere yerleşimciler gönderiliyor. bu yerleşimciler, esasen israil vatandaşı olan ve oralarda yaşayan araplarla sıkıntı yaratıyor ve bunun üzerine israil ordusu bölgeye gelerek arap nüfusun bölgeyi terk etmelerini sağlıyor. güney israil'deki ve batı şeria'daki demografik yapı bu şekilde değiştiriliyor.

    belki ikinci dünya savaşı öncesinde bu yöntemlerle bir bölgede çoğunluk sağlamak kabul edilebilir bir şeydi, fakat bu çabalar artık insanlık suçu olarak tanımlanıyor. 2000'li yıllarda böyle bir şeyin yapılması kesinlikle normalleştirilmemeli.

    israil'in bu çabalarını durdurması gerektiğini söyleyen çok sayıda birleşmiş milletler kararı var. genel kurulda alınan kararların zaten bağlayıcılığı yok, güvenlik konseyindeki kararları da abd veto yetkisini kullanarak bloke ediyor.

    israil'in insan hakları ihlalleri bununla da bitmiyor. kudüs başta olmak üzere, batı şeria'daki çok şehirde duvarlar örülerek bir apartheid rejimi kuruluyor. israil'in yahudileri yerleştirmeye karar verdiği semtlerde evleri olan araplar zorla tahliye ediliyor ve israil'in uygun gördüğü semtlere yerleştiriliyor. bu semtlere giden yollar yahudi semtlerine giden yollardan bile ayrı. iki ayrı dünya kuruluyor yani...

    keyfi tutuklamalardan, orantılılık ilkesine* aykırı şekilde çok sivil kaybına sebep olan askeri saldırılardan, bölgedeki sivilleri de cezalandırmayı amaçlayan* eylemlerden bahsetmiyorum bile.

    birleşmiş milletler'in tarihindeki en büyük başarılardan birisi güney afrika'daki apartheid rejimini bitirmesi olabilir. bm, hem ekonomik ambargolarla hem de bir süre güney afrika'nın bm üyeliğini askıya alarak bu sonuca ulaşıyor. bm bugün de aynı prensiplerle hareket ediyor ama abd'nin veto yetkisini pervasızca kullanması sebebiyle israil'in eylemlerini durduramıyor.

    sadece iki hafta önce yapılmış bir bm güvenlik konseyi toplantısının basın raporuna buradan ulaşabilirsiniz. bm'nin özel temsilcisi tor wennesland'ın bilgilendirmesini dikkatle okumanızı öneririm.

    bu süre zarfında israil'in tek olumlu hamlesi 2005'te gazze şeridi'ndeki askeri varlığını sonlandırması oldu. zaten sürdürülebilir bir varlık değildi bu, bütün halkın sizden nefret ettiği ve kendi kayıplarını umursamadan direnişi sürdürdüğü bir bölgede uzun süre şehir savaşı sürdüremezsiniz.

    bir kaç gün önce debeye giren ve bizim israil ile ilgili taraflı bilgiye sahip olduğumuzu iddia eden giri bu sebeple hatalı. saldırılar, ağırlıklı olarak israil'in işgal ettiği yerlerde, işgalci israil askerlerine karşı oluyor. mülteci karşıtı türklerin ifadesi ile "filistinliler suriyeliler gibi ülkelerinden kaçmak yerine savaşıyorlar", ama yine de bu gruba yaranamıyorlar*.

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    peki uzun vadede bu bölgede neler olabilir?

    israil çok uzun süredir bir ordu millet olarak varlığını sürdürüyor. israil'in arap vatandaşları isteseler de askerlik yapamazken yahudi vatandaşları erkekler için üç yıl, kadınlar için de iki yıl zorunlu askerlik var. israil'in rezerv sistemi de çok gelişmiş. askerlik bittikten sonra rezervistler düzenli olarak yoklamaya gelip bir kaç hafta eğitim alıyorlar. bu sayede de çoğu ülkeden farklı olarak nüfuslarına göre geniş bir orduyu çok kısa bir sürede hazırlayabilirler. hem bu sayede, hem de abd'den gelen teknoloji transfer ile kendilerinden kat kat büyük orduları geri püskürtebildiler.

    fakat gidişatın böyle olacağına inanmıyorum.

    bölgede yavaş da olsa bir demokrasi yerleşiyor. demokrasiler, özgür basınla ve popülizmle gelir*. mesela abd ya da ab, şu anda türkiye'yi bir kişiyi ikna ederek istediği pozisyona çekebiliyor ama güçlü bir demokraside bu mümkün olmaz. mısır, suudi arabistan ve iran çok büyük ve çok güçlü ülkeler. bu ülkelerde demokrasinin oturması durumunda israil'in filistin'de yaptıkları gündemden düşmeyecektir. yani uzun vadede bölgedeki arap devletlerinde israil karşıtı görüşler sadece halkta değil, yöneticilerde de baskın olacaktır.

    ayrıca teknoloji artık tek bir devletin tekelinde değil. iran, bir süredir rusya ile teknoloji alış verişi yapmakta. bu ülkelerin israil'den daha teknolojik bir ordu kurmalarına gerek yok, zira israil'e karşı devasa bir nüfus avantajları var.

    batı halkları çok uzun süredir filistin meselesinde israil'in eylemlerinden rahatsızlık duysa da bu rahatsızlık henüz bu devletlerin politikasına yansımadı. uzun vadede yansıması kaçınılmaz. abd'nin başına kendisi de musevi olan bernie sanders gibi birisi geçecek olursa abd'nin veto haklarını bu kadar rahat israil için kullanacağını sanmıyorum. yani bir noktada abd'nin odağı da değişecektir.

    askeri teknolojideki gelişmeler asimetrik savaşlardaki durumu değiştiriyor. artık kaç kişi kaybettiklerini umursamayan hamas ya da hizbullah gibi devlet dışı aktörler devletlere daha fazla zarar verebiliyorlar**.

    özetlersem, israil bölgede kalıcı bir barışa filistinlilere soykırım uygulayarak ulaşamaz. demokrasi bölgede yayılmadan uluslararası hukuka uygun, hakkaniyetli bir çözüme önayak olmazlarsa uzun vadede oradaki varlıkları bile tehlikeye girebilir. bu çözüm özellikle 2000'den sonraki yerleşimcilerin bölgeden çekilmesini, tam 1948 sınırları olmasa dahi 1948'den beri işgal ettikleri toprakların çoğunu terk etmelerini ve başkentlerini geri tel aviv'e taşımalarını içermek zorunda.

    şu anda israil'de böyle bir irade yok. bu da ermenistan'ın başına gelen şeyin israil'in de başına gelme ihtimalini arttırıyor**.

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    dipnot: son üç günkü olaylara burada girmeyeceğim. zaten yeterince uzun oldu. etik değerler açısından düşüncelerimi #157513407 girisinde, türkiye'nin bence izlemesi gereken politika ilgili düşüncelerimi ise #157534295 girisinde yazdım.
1643 entry daha
hesabın var mı? giriş yap