• birisine acı vermek. incitmek.
  • (bkz: acitir)
  • (bkz: acimak) (bkz: acinmak)
  • ses vermeden, verdirtmeden yazmak. bu devirde bu, evet...
    manzarayı (çaktırmadan) açık etmek.
  • bir kör dövüşü klasiği.
  • gözünüzün içine bakarak yapılıyorsa en dayanılmaz olanıdır. ve içinizdeki tüm yankılarını bile bile keyif alırcasına yapılanıdır en ağır olanı. ya öç alıyordur ya ego tatmin ediyordur. ama biliyordur sizin tüm dilinizi ve nereden nasıl size dokunabileceğini. dökülen her sözünde küllerinizin savrulacağını,paramparça olacağınızı..., acıtacağını.....
  • bu aralar bile bile yaptığım çok şık bir davranış.

    git gide canileşiyorım.. hissizleşiyorum.
    ne oluyorum bilmiyorum ama sanırım gerçekten bir katile dönüyorum.
    döndüm bile... bunu için üzgünüm.

    bu hayatta en nefret ettiğim şey sevdiğim birini üzmekti... ve bu hayatta gerçekten en çok kendimi sevdim.
    evet b u hayatta en nefret ettiğim şey kendimi üzmekti.
    biliyorum. pislik aşağılık megoloman bir egoistim.
    biliyorum.
    gocunmuyorum bundan.
    dedim ya hissizleşiyorum.

    ama sonra bi ara...
    bir şeylerin değişti bir an oldu hayatımda. evet böyle bir şey oldu.
    hayatta bazen birisi çıkar karşınıza... işte o an hayatta en nefret ettiğiniz şey sevdiğiniz birini üzmek yani yani kendinizi üzmek birden değişiverir.
    çok gariptir bu birden bire o üzüldüğünde sizin tarafından ya da başka nedenlerle sizde üzülürsünüz.
    artık gerçekten nefret ettiğiniz şey sevdiğiniz birinin onun üzülmesidir.
    bu bi ara olur herkese.

    sonra yavaş yavaş her şey değişir. neden değiştiğini neden yavaş yavaş değiştirildiğini sorgulamaya kalktığınız da her şeyi değiştirirler.
    bir gün bir sabah siz fark etmeden size mesaj bırakan mimar bütün hayatınızı yeniden dekore etmeye karar vermiştir.
    hayatınız mahvolur.
    her şeyin güzel olabileceğine olan inancınız hızla her seferinde sekteye uğrasa da sürekli bir hızla artmaktadır oysa.
    yarın iyi olabilir. tamam haftaya iyi olabiliir... tamam belki bir daha ki aya.
    sadece bugünü atlatalım ve her şey düzelecek.

    insan başlı başlına bir yalancı telkin makinesidir.
    kendini plasebo sözleriyle uyuşturmayı marifet bilir... her neyse insanlar değil konumuz.
    konumuz benim. biliyorum egoistçe ama zaten öyle olduğumu söyledim.

    falan falanlar... konuyu dağıtarak anlatmak istediklerimi anlatamam konusunda bir yerlerde rekorlarım olmalı.
    toparlamalıyım.
    ne diyorduk... hah mimar!

    evet. bir gün hayatınız mahvolur hayatınızın bütün duvarları odalarınızın içine çöker...
    ve işte o an sürekli yalancı pembe boyalarla boyayarak kapattığınız duvarlarınızın gerçekten nelerden yapıldığını görebilirsiniz.
    aslında olduğunuz kişinin nasıl biri olduğunu görebilme imkanı.
    bu biraz acıtır.
    acıtır.
    acı iyidir ama... her neyse.
    bu biraz acıtır çünkü aslında olduğunuzu sandığınız kişi olmadığınızı fark etmenize neden olur.

    eskiden olduğunuz kişi olursunuz tekrardan. evet!
    duvarları yıkılan insanın mağara adamına dönüşünü kutluyoruz.
    özünü görüşünü.

    konu bendim.
    ben neydim bilmiyorum ama kendimi bilmeye başladıktan sonra yaptıklarımın kontrolünü tam olarak ele aldığımda olduğum şey elindeki alkol şişesine yaptıklarının kontrolünü vermekti.
    evet... enteresan biriydim.
    hiçbir zaman ben ben olmayı istemedim.
    zaten hangimize doğarken doğmak isteyip istemediğimizi sordular ki...
    ben doğmayı istemedim.
    belki benim kardeşimde doğmayı istemeyecekti sırf bunu için bir kardeşim olmasın istedim.
    sanırım ben bile bazen saf bir bencilden başka şeyler olabiliyorum.

    evet duvarlarımız yıkıldı ve fark ettim ki ben ben olmayı istemeyen bir benim.
    acı bir karşılaşma.
    kendisi olmak istemeyen bir kendim vardı.
    kendiini öldüremeyecek kadar da kendisiyle ilgili.

    paradoksları kendisi yaratıyordu. bir yandan kendisiyle ilgili bir megaloman, diğer yandan kendi olmak istemeyen bir retçi benliğe sahiptim.
    aşırı derecede zıt kişilikler.
    biri kendini öldürmeye çalışan diğeri ölümsüz olmanın yolunu arayan iki kişi...
    insanlar çocuklarına iki isim vermekten vazgeçmeli.
    ve bu bir rica değil!

    evet acıtmaya yaklaşsak ya biraz... boş şeylerden bahsederek aslında konudan kaçmaya çalışmamı kötü karşılamaya başladığım an yavaşça geliyor.
    konumuz acıtmak...
    hmmmmm
    bu aralar etrafımdaki bazı insanları acıtıyorum.
    aslında etrafımda o kadar az insna var ki birini acıtmam bir şekilde hepsini acıtmama neden oluyor.
    ve şu an gerçekten birilerini acıtmaya çok ihtiyacım var.
    çünkü ben buyum... ben hep buydum.

    ben gereksiz ve yeteneksiz biriyim.
    ve bu yüzden olsa gerek hayatta tek başarılı olduğum şey insanları acıtmak.
    egomun temel kaynağı... başkalarının acıları.
    o kadar gereksiz ve yeteneksizim ki kendimi işe yaramaz çirkin bir canavar olarak lanse ettirmeye çalışıyorum.
    kendimi kurtarmanın bir yolu bu.
    bir canavarsanız eğer insanlar sizin yaptığınız kötü şeylere aldırış etmezler.
    kimse bir katilin aynı zamanda hırsız olmasına şaşırmaz...

    canavar oluşum insanları incitmeme bir dayanak, insanları incitmem şişkin egoma bir kaynak teşkil ediyordu.
    pis bir denklem.

    evet ben etrafta günün büyük çoğunluğu alkol konusu üzerinde şeylerden bahsederek geriye kalan zamanda becerebilirsem bahsettiğim şeye ulaşmaya çalışarak geçiriyordum.

    alkol aslında bakılırsa bugüne kadar kendimden ve başka herkesten çok sevdiğim tek varlık oldu.
    çoğu zaman bir sevgili bazen yol gösteren bir dede bazen beni koruyan bir baba bazen beni azarlayan bir anne...
    ne olması gerekiyorsa onu olmayı iyi becerdi.
    ne diyebilirim iyi bir oyuncu.

    alkol!

    işte hayatımın tek gerçeği.
    gerisi saçma ve yapmacık geliyor.
    insanlar etrafta koşturuyorlar para kazanıyorlar birbirleriyle birlikte oluyorlar aşık olduklarını birbirlerini sevdiklerini nefret ettiklerini...
    ve daha benim bilmediğim ve anlamdıramadığım şeyleri yapıyorlar.

    hepsinin kendi içinde bir amacı var.
    ama çoğunun ve belki de hepsinin asıl amacı kendisine varmak.
    yani insanlar aşık olmak için aşık oluyorlar. amaç aşık olmak.

    alkol bu konuda farklılık gösterdi hep.
    çünkü alkol olamazdınız. alkol sarhoş değildi. alkol size ihtiyacınız ne ise onu veren bir tefeciden başka bir şey değildi.
    ihtiyacınızla karşısına geçiyor sizi dinliyor ve ihtiyacınızı karşılıyordu.
    karşılığında ruhunuzu çalıyor dinlere göre sizi cehenneme gönderiyor size kötü şeyler yaptırıyor palavra palavra...

    insanlar içlerinde bulundukları bu karşılıklı ilişkiler çarkında yalancı yalancı sırıtıp insana kendini kaybettiren varlığı dışlıyorlardı.
    verilen acılara verilen cezalar toplumlarımız da yetersiz.

    insan öldürmekle gerçek anlamda bir kalp kırmak arasında hiçbir fark yok!
    ama bizler insan öldürenlere dört duvar arasında bir kısıtlama olanağı cezası veriyoruz.

    kalp kıranlara ise... hiçbir şey.
    oysa kalp kırmanın bir insanı öldürmekten farkı yok!
    onu yaşadığı andan soyutlamak... eğlenmesini engellemek gülmemesine neden olmak...
    ölümden pek farkı yok.
    tek fark kalbi kırık birinin acıyı hissediyor oluşu.
    bildiğim kadarıyla ölüler hiçbir şeyi hissetmiyorlar. kalbi kırıklar ise acıyı hissediyorlar.

    evet acıtmak!
    içimde bir acı var. kanıyor bir şeyler içime doğru akıyor.
    ve bu içimde dolanan sıvı alkol değil... belki gözyaşları... belki kırılan kalbim vazosundan akan sular.
    nedir bilmiyorum ama bir şeyler var ve bunu kusmalıyım.
    içim acıyor.
    ve bu acıyla kendimi bitiriyorum... bundan bir yanım şikayetçi değil. ama diğer yanım şu egoist olan deliriyor.
    ve acıdan kurtulmak için insanları acıtıyorum.
    acıtarak tedavi ediyorum. acının merhemi acıtmak oluyor.

    bazı insanlara aslında hiç düşünmediğim şeyleri söyledim. sırf acısın diye.
    birçok kişiyi sebepsizliklerde, boş ümitlerinde yalnız bırakarak acıyı hediye ettim.
    hayal kırıklıklarıyla kendilerini acıtıyorlar benim yüzümden.
    ve bu da beni biraz olsun iyileştiriyor.

    acıtmak, bir tedavi yolu. insanın kendi içindekileri kusarak başkalarını boğduğu bir tedavi.
    yalan bir tedavi.

    çünkü gerçek tedavi ancak beni acıtan insanın acımama neden olan insanın bana sarılmasıyla mümkün olabilir.
    bu acının nedeni sanırım benim bir parçamın benden koparılması... derin bir yara gibi kopan et parçalarına tekrar kavuşmadan kanayan yarayla dolaşıyorum.
    ve bu eksik derimdeki yaraları insanlara göstererek mide bulandırıyor onları da acıtıyorum.

    bu bir tedavi değil...

    acıtmak, bir intikam. insanın kendi içindekileri kusarak başkalarını boğduğu bir intikam.
    gerçek bir intikam.

    ama sonuçsuz.
    kurtulmanın yolunu biliyorum... sadece ona sarılabilmek. bu kadar.
    fazla bir şey değil. sadece hep hayal ettiğim gibi ona sarılabilmek.
    hiç düşünmeden hiç konuşmadan hiç kimseyi umursamadan... tekrar bir bütün olabilmek.
    onun tekrar güldüğünü görebilmek... onun gölgesinde biraz daha kalabilmek.

    evet!
  • bazen sadece canını acıtmak için yazıyorum. kaşırken kanatmaya başlıyorum. acıtmak hoş değil. ama acı olmadan yaşadığımızı anlayamıyoruz. bir tokat yeyip yere yapışmadan yer çekimini anlayamıyoruz. kendimi bile rahatsız edecek şeyler yapmaya zorluyorum kendimi. naneli su içiyorum sonra.
  • ömrüm boyunca bunu planlı yapamadım...bile isteye yani...
    çok insanı acıtmışımdır muhakkak...ama anlık öfkedir,gelip geçti.savunma değil tabi bu.
    ulan şöyle yaparsam böyle olur demedim bir an bile...
    insan nasıl kurgular ki bunu?

    hayatımda en nefret ettiğim kişiye bu yaz,ellerimle yemek yaptım...

    bu durumdan bir insanın keyif alabilmesi hayret verici geldi bana her daim...

    gençlikte çok kavga ettim yumruk yumruğa,birinde bile kavga edicem diye çıkmadım yola...

    hayatımda planlı bir insan olamadım..
    ne acıtırken ne severken ne üzerken ve de ne çalışırken...
  • allah'ın garibi notlarım hakkında sen busun işte demesi sevinçle öttürdü beni ki:
    isa'yı zaten severim, assisili francesco'nun da kararlı aptallığını, yokta hiçte birleştiriciliğini sevdim. imanına hayalci ve ütopik geldi, peşinden derhal gitmeye dayanamam, hatta anti'si gibi görünürüm. zararı yok bunların, bayağı sevdim sadeliğini. yalnız, aklıma gelmeliydi, onun ben olduğunu anlamadımdı.
    sevgi ve kadına dair, damla damla ve kulaç kulaç buluyorum kadınlarımı. her iki türlüsü var. onlara zor ve güç kavuştum, ama gerek dere, gerek su buharı olarak hep kente, hep kadına yürüdüm. erkekliğin yoka yakın zavallılığını biliyorum, yine de erkeğe gelişim, öğrenimsellik atfediyorum, belki kendime. ve potansiyel olarak, değer olarak yine de kadına memeye süte yöneliyorum, kadın gücüne, büyüsüne, tehlikesine iman ediyorum. hayatı yarını bilmeden sevip güvendiğim gibi, kadını bilmeksizin, ve sözde güvenilmezliğine karşın yaslanmaya hedeflemeye seçiyorum. acıtmak için ve acıtması için de seçiyorum. ve tabii uçurması için, hazla kamaştırması için. azla yetinen kadını kadın saymıyorum, ben de kadın olsam azla yetinmezdim. hiçle yetinirdim. kadın olsam öğrenmezdim, bildiğimden şaşmazdım, ustaca ve yumuşakça yapabilirdim bunu. gözüm hep derinlerde ve karanlıklarda olurdu. kadın lucifer'in, ışığın suç ortağı, oysa yönelişi karanlık, kökü karanlık, hintli kali gibi. büyücü şamaniçe gibi. öfkesi eksik olmayan bir sevgi varoluşu bu. (bkz: ben kendim/@ibisile)

    (ilk giri tarihi: 29.4.2016)

    (bkz: dığlamak), dağlamak
hesabın var mı? giriş yap