• galiba pençesine düştüğümü kabullenmem gerekiyor. doyduğum halde, yemeğe devam ediyorum. evet doyduğumu hissediyorum ama bir tabak daha bir kaşık daha derken maalesef kusma isteği gelinceye kadar devam ediyorum. inatlaşıyorum resmen. farkındayım artık.
  • bugün gittiğim endokrinoloğa anlattığım hikayemde kendimin “binge eating disorder”dan muzdarip olduğumu belirttim.

    tıkınırcasına yemek, bunun ataklar halinde gelmesi, yerken anlık transa geçmek, yemenin başlangıç ve bitiş noktası arasında geçen zamanı algılayamamak gibi konuları açıkça ortaya koydum.

    çok tatlı bir doktordu. beni bu alanda çalışmalar yapan bir psikologa yönlendirdi. bir yönlendirme kağıdı da yazdı. ama psikoloğa yazdığı nota beni tanımlarken “bitch eating” yazmış* yaa koptum, doktor bana bitch teşhisi koymuş.

    kıssadan hisse güvenim sarsıldı, o psikoloğa gitmeyeceğim. bu konuda çalışmış, fayda gördüğünüz, istanbul anadolu yakası önerilerinizi hipokrat namına beklerim.
  • ne zaman kızsam çocuklarıma veya eşime aşırı yemek yiyerek rahatlıyorum, çiğneme hissi saniyelik rahatlatıyor ama kendinden iğrenme, yetersizlik hissiyatı da devamında geliyor tabi, yalnızken evde çok daha fazlasını tüketiyorum, üstteki tüm yorumları okuyunca yalnız olmadığımı hissettim.kimse tarafından anlaşılmamak ya da anlaşılamayacağını hissetmek daha çok tetikliyor bu durumu, içimizdeki boşluğu ne bulursak tıkanırcasına yiyerek doldurmak istiyoruz. yaşanılan hayal kırıklıkları da tuzu biberi oluyor, beklentiyi düşük tutup dolap kapaklarını kapalı tutmak tek çözüm sanırım.
  • bence de bunu herkes yer yer yaşıyor. yer yer bak, nasıl kelime oyunu yaptım ama?
    hayatta yaşadığımız, anlayamadığımız ya da içimize attığımız şeylerin dışa vurumu olarak görüyorum ben bunu. belki de çok iç güdüsel olarak sadece böl ve parcala taktiginin günümüze uyarlanmış şeklidir. emin olduğum tek nokta ise asla keyfi bir durum olmadığıdır. kum torbası yumruklamak gibi, yağmurun altında delicesine koşmak gibi anlık hislerle yapılır fakat yapılmamalıdır. kötü gecirdiginiz bir günün sonunda bir tencere makarnayi tika basa yiyip daha da açlık hissi yaşamak hoş olmuyordu çünkü.
    öneri: pek çok yeme bozuklukları birbirini tetikliyor. en temiz sağlam bir yardım almak.
  • bunu dönem dönem yaşıyorum ve yine öyle bir dönemdeyim. normalde olduğum kilonun 6-7 kilo üstüne çıktığım için de kilo vermek için aç kalmadan aldığım kaloriyi biraz sınırlandırdım. ama bu binge eating ataklarım diyetle ilgili değil çünkü diyetten önce başlamıştı, zaten o kilolar böyle alındı. haftada 3-4 gün spor da yapıyorum ama yine de gelip beni buluyor bu lanet. bir şekilde çözen varsa aydınlatırsa çok sevinirim.
  • uzun yazı, uyarayım.

    şununla alakalı (bkz: duygusal yeme).
    şu da var tabii (bkz: savunma mekanizması).

    içimdeki boşluğu artık yemeğin dolduramadığını aksine o boşluğu büyüttüğünü tüm benliğimle gerçekten fark ettiğimde, hatta bilinç düzeyinde kalmayıp bunu hissettiğimde yakamı bırakan yeme bozukluğu.

    kendimi tanıtayım, benim göbek adım "yapmam lazım". gün içinde en sık kullandığım ifade bu olabilir. tam bir görev, sorumluluk insanıyım. öğrencilik yıllarımdan beri checkbox'larla yaşarım. buzdolabımda, çalışma masamın her yerinde, telefonumun notlar uygulamasında, ajandamda checkbox'lar vardır. bunlara tik atıp atamamam başka bir konu, ama her zaman kendime maddelerce checkbox çizer ve kendimden hep bir şeyler beklerim. bir felaket olduğunda bile aklıma önce "e işler ne olacak?" düşüncesi gelir. çünkü yapmam lazım. diyet de bunlardan biri. kilo aldıysam kilo vermem lazım. onu yememem lazım. bunu yemem lazım. spor yapmam lazım. pilatese gitmem lazım. kardiyo yapmam lazım. yarış atı gibi koşmayı seviyor muyum ki ben? hayır, ama koşmam lazım. teoride sağlıklı olan her şey pratikte nasıl toksikleşir, çok net bir örneğiyim. ya da öyleydim.

    şimdi binge eating'e gelelim ama bunu zaten türkçeleştirdiler: "tıkınırcasına yeme bozukluğu". neyse, son 2 yıl bununla cebelleştim. diyet hayatımda hep vardı, ya hep ya hiç kafası hep vardı. hep diyetteydim. "e hani diyetteydin?" sorusunu duyduğumu çok hatırlıyorum. bu sorudan nefret ederdim. dolayısıyla bir gün artık tek başımayken yemeye karar verdim. sonra pandemi oldu, artık istemesem de hep tek başımaydım, yılların acısını çıkarırcasına canımın istediğini tek başıma yeme ritüelleri birer atağa, zor zamanlarda başa çıkma mekanizmasına dönüştü. 34 kilo aldım.

    sonra toparladım, geçen ekim ayında başlayıp yine checkbox'larla yaklaşık 20 kilo verdim. ama kafa değişmedi. kendime magnetli bir menü şablonu aldım, buzdolabına yapıştırdım. o hafta yiyeceklerim belliydi, her yediğimde bir tik attım. yemek yemeye tik atmak, içtiğin su miktarına tik atmak... aldığın nefes sayısına tik atmak gibi bir şey, baktığınızda tabii ki sağlıklı değil. ataklarım oldu, bazen 2 kilo aldım. o kiloyu hemen detokslarla attım. kendimle kurduğum ilişki mahkum-gardiyan, çocuk-fransız mürebbiye ilişkisiydi.

    temmuz ayında kedim hastalandı ve tabii ki onu yaşatma mücadelesi de bir checkbox olarak "görevlerim" listesine eklendi. diğer görev ve sorumluluklarımı elemeden. "zor bir zamandan geçiyorum, bir süre şunları şunları yapamayacağım" demeden. günde en az 5 saatimi kedime ayırmak zorundaydım ve diğer işleri de o günün geri kalanına sıkıştırıyordum. 48 saat uyumadığımı biliyorum. ben kızımı iyileştirmeye çalışırken aslında kızım da beni iyileştirecekmiş, bilmiyordum.

    ben en sonunda çöktüm, sağlam çöktüm. sonra çok sevdiğim bir arkadaşım müthiş bir tirad ile benim ağzıma en az çöküşüm kadar sağlam sıçtı. "senin bu kendine yaptığın sigara içmekten daha zararlı" dedi bir yerde, onu unutmuyorum. "doğru" diyerek sigarasından bir tane alıp yaktım. sigara da içmemem lazımdı. çünkü bırakmıştım. ve arkadaşım "e hani bırakmıştın?" demedi. onun çok doğru bir dost olduğunu anladım o an. "iyiliğim için" olacak en son şeyin o soru olduğunun farkındaydı. sonra da pek içmedim.

    bir ay önce diyet yapmayı bıraktım, diyet denen şey ataklarımı tetiklerdi zaten. son bir aydır diyet yapmadan, sadece acıktıkça yiyerek ve kilo vermek için değil, iyi hissetmek için yaptığım yürüyüşle, yogayla birincil amaç bu olmadığı halde daha da kilo verdim. 2 aydır da ataksızım ki bu son 2 yılda elde ettiğim en uzun süre. canım sağlıklı yemek istediği için sağlıklı yiyorum. sebzeyi çok seviyormuşum ben mesela. sebzeyi sevdiğim için yiyorum. çok açken kalorisi yüksek bir yemek yediğimde "oh be iyi geldi" dedim bir kez. binge eating'i bilenler bilir, kalorili bir yemek sonrası hissedilen duygu suçluluk olur genelde ve ardından sıkı diyetlerle cezalandırıcılık...

    üstelik son bir-iki ayım dış etkenlerden dolayı mental bir işkenceden ibaret, en atağa açık zamanlar, buna rağmen ataksızım. elbette emziği elinden alınmış bir çocuk gibi hissettiğim oldu. zor zamanlar, sağlıksız da olsa bir başa çıkma mekanizmam vardı, şimdi o çökmüş durumda. midemi berbat şeylerle doldurmak istemiyorum ama "peki ne yapılır ki?". öylece yattığım oldu. çok müzik dinledim. aktif dinlemeden bahsediyorum, kulaklığımı takıp müziğe ve duygularıma teslim oldum. ağlamak istiyorsam ağladım. bu dönemde kendimi müziğe ve kitaplara tam anlamıyla adadım. başka bir şeyle beslenemiyorum, ruhum çok ve yemek artık doyurmuyor. ilginç bir şekilde eskisi kadar çok para da harcamıyorum çünkü alışveriş de ruhumu doyurmuyor.

    son bir aydır her gün obsesif bir şekilde tartılmıyorum, son bir aydır kilo vermek, bir biçime girmek artık umurumda değil. ben 34 beden olunca sevecek adam hiç sevmesin. 36 beden olunca kendime hak gördüğüm güzellikleri bugün de hak ediyorum. sevginin, ilginin koşullanmış, bir ödül olarak sunulmuş her biçimini reddediyorum, iyisi-kötüsüyle bir bütün olarak kabul ettiğim insanlardan aynı şeyi beklemeye ve beklediğimi alamadığımda gitmeye hakkım olduğunu 32 yaşıma iki ay kala fark edebildim. "yeterli olmaya" çalışmaktan bıktım ve yanımda sadece beni olduklarım ve olamayacaklarımla bir bütün halinde seven, sayan ve kabul edenleri istiyorum.

    özetle, checkbox'lar gitti, ataklar gitti. kendimden beklentilerim hafifledi, ben hafifledim. farkına varmadan sezgisel beslenme kafasına erişmiş olabilirim ya da sözlük diliyle sikerler eşiği de diyebiliriz.

    my body is a cage şarkısını çok severim. beni daha iyi ifade eden bir şarkı daha duymadım. yıllarca en karanlık anlarımda bu şarkıyı dinledim. "my mind holds the key" sözünü anlayabildiğimden beri artık o kadar karanlık bir şarkı değil.

    aaa 3 kişi okur zannederken debe olmuş edit: güzel mesajlar için teşekkürler. yalnız bir konuda ekleme yapmam lazım: elbette nefesi kuvvetli arkadaşım bir tiradla beni iyileştirmedi.* bu süreç, çok yanlış elementlerin aynı anda ve uzun süre çok doğru bir şekilde hayatımda yer almasıyla içimdeki bir şeyin (özümün?) "bir şey değişmeli yoksa boğulacağım" çığlığı sonucu kendiliğinden gelişen bir şey oldu. "yarından itibaren diyet yok, artık sezgisel besleniyorum" demedim, tam tersine hayatımda ilk kez yarın bir şeye başlamak, bir karar almak istemedim. o konuşma da çok doğru zamanda suratıma indirilen bir tokattı sadece.

    bununla ilgili 2 seans terapi aldım ve bıraktım, o dönem sezgisel beslenmeye açık biri değildim, zamanı değilmiş demek ki. zaten yeme bozukluğumun sebebi için yanlış yerlere bakıyordum, kendi mükemmeliyetçiliğimin bir sebep olacağı aklıma bile gelmemişti.

    herkesin hikayesi ve sebebi farklı, o yüzden şunu yapın diyemem. kendi hayatımın bile en komplike konusuyken başkasına öğüt verecek haddim yok ama çıkış var buradan ve herkesin kendi zamanlaması var, umudunuzu kaybetmeyin.

    sevgi ve her şeyiyle kabul edilme hissi çok iyileştirici bir şey (tabii ki kalp kıran, umursamaz, çıkarcı bir kancık olun ve buna rağmen sizi çok seven insanlar bulun demek değil bu, şu "koşulsuzluk" konusu dünyanın en suistimale açık muhabbeti olabilir). siz kendinizi kabul etmezken size bunu hissettiren arkadaşlarınıza, yakınlarınıza odaklanın ve onların gözlerinden kendinize bakmayı deneyin diyebilirim en fazla. tek çözüm olmasa da faydası kesinlikle var.
  • çocukluk travmalarıyla çok ilgili bir bozukluk.

    bir söz vardır; "hayatta güzel olan ne varsa ya yasa dışıdır, ya ahlak dışıdır, ya da kilo aldırır." diye.

    eğer çocukken kurallara uymanız ve cici bir çocuk olmanız yönünde baskılandıysanız büyük ihtimalle kontrolü kaybetmenize izin verilen tek şey yemek yemek olmuştur. özellikle de aşırı ikram ve beslenme üzerine kurulu bizimki gibi bir kültürde. bu da kişinin sorunlarından kaçınma davranışı olarak yemek yemeye olan yatkınlığını belirliyor olabilir. özellikle kadınlardaki versiyonunun altında yatan problemin bu olması hiç şaşırtıcı olmaz.

    cinselliğini kontrol et (bekaretini koru), tavırlarını kontrol et (el alem ne der). hayatını hep kontrol altında tutmaya çalış ama sen de insansın sonuçta, bir yerde patlarsın. e suç işlemek istemediğine ya da her önüne gelenle yatamayacağına göre kontrolünü keyif verici olan diğer alanda kaybet. normal olmayan şekillerde ye. çünkü normal seviyedeki bir yeme tatmini hayatınındaki bütün mutsuzlukları telafi etmeye yetmeyecek.

    bu yeme bozukluğuna sahip olanlara bakın, hayatlarının bir döneminde mutlaka yemeyi de baskılamışlardır. çünkü olay ya hep, ya hiç. ya baskıla, ya koyver gitsin.

    kendi adıma konuşmam gerekirse bazen dengeyi bulduğumda mutlu olacağımı düşünüyorum. ama sanırım mutlu olduğumda dengeyi bulacağım.
  • boğazını tutamayan oburların ağlak surat ifadesi ile arkasına saklandığı semptom.
    sende binge eating yok kuyu ağızlı diyemiyoruz tabi *
  • birçok kişinin kendinde olmadığını zannettiği ama esasen fazla kilolu insanların yüzde sekseninde sinsice var olan durum.
    boşluk, depresyon, ayrılık, kararsızlık, değersiz hissetme duygusu, sıkıntı gibi pek çok şey sebebi olabilir. bir iki günlük masum ataklar şeklinde görünse de, birkaç ay içinde 8-10 kilo almakla sonuçlandığında ve her diyet başarısızlıkla sonlandığında durumun vahameti çıkar ortaya.

    bir süre sonra kafada ampul yandığında çözüm aramaya başlamak olasıdır. genelde yardım istemekten de utanılır bu konuda. kendini "ağır yaşamlar" programındaki söz dinlemez obezler gibi hisseder insan.

    mesela iki tabak makarna yediniz akşam. üzerine bir paket cips ve bir paket bisküviyi rahatlıkla bitirebilirsiniz. bunun üzerine bir paket kızartılmış yer fıstığı da gömebilirsiniz. artık mideniz bulanmaya başlar ama son bir eti cin'i de mideye indirip öyle bitirirsiniz seansı. burada doyma güdüsü beyinden kalkmış gibidir adeta. kontrolsüzce ve tam tabirle tıkınarak yersiniz.

    uzmana danışarak durumu çözmek elbette mümkün. ama ilk aşamada kendiniz bir şeyler denemek isterseniz şunları önerebilirim:

    - bu linkte sevdiğim psikologlardan olan beyhan budak güzel tüyolar veriyor, dinlemenizi öneririm.
    - bu linkte, 21 gün boyunca denemenizi önerdiğim bir bilinçaltı meditasyon çalışması var. uygulamanızı şiddetle tavsiye ederim.
    -kendinize challenge'lar koyun. örneğin 21 gün boyunca cips, çerez, paketli gıda ve tatlı yememe iddiasına girin kendinizle. bunun dışında kendinizi hiç sınırlamayın ve canınız ne isterse ve ne kadar isterse yiyin. kendinizi bazı gıdalarla savaşıp hayır derken bulduğunuzda motivasyonunuzun arttığını göreceksiniz.
    -sınırladığınız gıdalar dışında ne isterseniz ve ne kadar isterseniz yiyin dedim ya, yerken kendinize hep şunu sorun : "şu an gerçekten karnım aç mı? bundan daha fazla yemek istiyor muyum?"
    -21 günlük kısıtlama savaşını kazandığınızda kendinizi ödüllendirin ve o gün canınız ne çekiyorsa yiyin (yiyemediğinizi göreceksiniz:) ) bu defa yeni gıdalar için kendinizle yeni bir challenge başlatın.

    gerçekten işe yarıyor mu derseniz, kesinlikle evet.
    özellikle sizin tüketmeme sözü verdiğiniz gıdaları yanınızda başkalarının özellikle tüketmelerini isteyin.
    kendinizle daha da çok gurur duyacaksınız.

    yukarıdakiler etki etmiyorsa, psikoterapi şart demektir.
    gidin ve sorunu kökünden halledin.
  • bunu aylardır yaşadım. sürekli getir migros hemen gibi uygulamalardan söylüyordum yiyeceklerimi, o günler de hiç hareket etmiyordum ve üzerine günlük 5k kalori aldığım zamanlar oluyordu. zaten abur cuburlar 4k kalori falan tutuyordu kalori uygulamalarından bakınca. aylardır soruna çözüm bulmaya çalıştım ama bulamadım , sonra sorun bende diye negatif düşüncelere girip daha çok yemeye başladım. çok şükür ki iki şey sayesinde bu rahatsızlıktan kurtulmaya başladım.
    1. diyet, kalori kısıtlaması vb. yapmamak. yani kendini kısıtlamamak. çünkü kendimi ne kadar kısıtlarsam o kadar çok canım cekiyordu. aksine kısıtlama yapmayınca bir okadar da canım çekmiyor. bir ara şekersiz beslenme yapacağım dedim ilk 1 hafta iyidi ardından hergun 2 paket tablet çikolata yedim. fakat kendime istediğim zaman çikolata yiyeceğim, yani şeker kısıtlaması olmayacak dediğimde ise çikolata yeme dürtüsü günden güne azalmaya başladı ve gerçekten daha az şeker tüketmeye başladım.

    2. odak noktanı yemeğe vererek yemek
    çikolataya olan isteğimin azaldığı süreçte bir diğer olmazsa olmaz olan da odaklanarak yemek. eğer cikolata yerken telefona bakarsanız o an odağınız çikolatada olmayıp onun tadını tam alamadığınız için bir tane daha isteyeceksiniz. aksine tadına, dokusuna, kokusuna odaklanıp yediğinizde ise yemeğin orgazmını yaşayacaksınız. eğer yemek yemek sizin için zevk ise gerçekten tüm odağınızı yemeğe vermeniz gerek. bu sayede beyninize tokluk sinyali de doğru zamanda gelecek. ayrıca çok şekerli veya yağlı falan ise yiyeceğiniz bunu farkedip yeme isteğinizi azaltabileceksiniz.

    bu iki şeyi yapmaya başladığınızda gerçekten iyilesebileceğinize inanıyorum. ben bunları yaparken ilk hafta hiç bir fark göremedim ama yine de yapmaya devam ettim. 2 hafta sonra gerçekten kontrolü elime aldım diyebilirim.

    haftalar sonra gelen edit: bu ikisini yapmaya başladığımdan beri artık binge eating yapmıyorum . iyileştiğimi söyleyebilirim

    aylar sonra gelen edit: çok stresli bir dönemde yine yaşamaya başladım bunu. 3. madde benim kendini aç bırakmamak.ne zaman bir işte yoğun olduğum zaman o gün öğün atlasam veya yemek yememeye çalışsam ataklarım daha kötüleşiyor. daha çok yemek yiyesim geliyor. bu 3. maddeyi de hayatıma sokup tekrardan iyileşmeye çalışacağım.
hesabın var mı? giriş yap