• her cumartesi olduğu gibi bu cumartesi gecesi de evdeyim tabi ki. madem cumartesi gecesi evde oturan ezik ve yalnız insanlardan biriyim, durun lan bari biraz kendimi tedavi edeyim.

    ***

    en başta safları belirleyelim. bir de not düşelim, savaş resmi kaynaklara göre 1 eylül 1939'da başlamıştır.

    müttefik devletler:

    polonya: hitler'in ilk kurbanıdır. resmi olarak 1 eylül 1939'da danzig' bombalanmıştır. birleşik krallık ve fransa'ya güvenen polonya'nın, almanya'ya direnmesi sadece 1 hafta sürebilmiştir.

    sscb: en başta almanya ile saldırmazlık anlaşma imzalamakla kalmamış; almanya'ya ham madde sağlayacak enayilikleri gösterip, paris sokaklarında drift yapan alman panzerlerini görünce ''tebrikler hitler, almanlık dediğin kadar güzelmiş'' bile demiştir. 1941 yılının eylül aylarında alman bombardımanından nasibini alınca savaşa dahil olmuştur.

    abd: o dönem aldığı gazla kıtasına dar gelen japonya'nın, hiç beklenmedik bir şekilde pearl harbor' hareketını gerçekleştirmesi ile savaşa dahil olduklarında, yıl 1941'di. japonya'nın asıl amacının, abd'nin uçak gemilerini yok etmek olduğu bu eylemde, abd uçak gemilerinin seferde olması hasebi ile, istediği zararı abd'ye verememiştir.

    birleşik krallık: almanya'nın 1939'da polonya'yı işgal etmesinden sonra, hitler, ''fransa ve birleşik krallık savaş filan ilan edemezler bize, rahat olun gençler'' temalı bir konuşma yapmıştır kurmaylarına. ertesi gün birleşik krallık tarafından yapılan ''almanya'ya savaş ilan etmiş bulunuyoruz'' açıklaması ile hitler ağır göt olmuş olsa da, kurmayları bunu yüzüne karşı söylememiş; savaş boyunca, hatta savaştan sonra bile içlerinde ukte olarak kalmıştır.

    çin: zaten hali hazırda japonya ile 1937'den beri savaş halinde olan çin, savaşın dünya geneline yayılması ile kısa süreli diego dur allah'ını seversen zaten ortalık karışık tepkisi vermiş olsa da, 1945'e kadar aktif olarak savaşın taraflarından biri olmuştur.

    fransa: birleşik krallık gibi, polonya'nın işgali ile almanya'ya savaş ilan etmiştir. birleşik krallık almanya'dan uzak olduğu için rahatça artislik yaparken, fransa da malesef bunun gazına gelmiştir. almanya'nın 3 adımlık yoldan gelip ağızlarına diz atmaları fazla uzun sürmemiştir.

    yunanistan: 1940 yılında mussolini ve hitler'in yunanistan'ı işgal yarışında, hitler'in çabuk davranarak işgal etmesi ile savaşa dahil olup, 1945 yılına kadar da yan rollerde görev almışlardır.

    norveç: fransa'nın çıkarma yapmayı düşündüğü sıralarda, almanya'nın işgali ile savaşın içine girmişlerdir. norveç'in bu kadar gözde olmasının sebebi, tamamen stratejiktir. norveç fiyortlarında üs kurmak, isveç yolunun güvende olması gibi sebepler sayılabilir. hatta almanya bu amaçla, ''madem norveç'e girdik, danimarka'ya neden girmeyelim'' düşüncesi ile danimarka'yı da aradan çıkarmıştır.

    çekoslavakya, hollanda, belçika: almanya'nın ''işgal edilmemiş ülke kalmasın, önümze gelene bir katliam'' mottoları çerçevesinde 1940-45 arası savaşın içinde olmuşlardır.

    yugoslavya: 1941'e kadar sscb gibi savaşı ntv'den takip etmiş olsalar da, almanya'nın rotayı doğu'ya çevirmesi ile savaşa dahil olmak zorunda kalmıştır.

    kanada, avusturalya, yeni zelanda, brezilya, güney afrika: ''savaş çok güzel gelsene'' ısrarlarını kıramayıp, çok da alakalı olmamalarına rağmen savaşa girmişlerdir. daha önce yapılan anlaşmalar gereği, misal kanada ve güney afrika, fransa ve birleşik krallığın savaş ilan etmesinden sonra savaş ilan etmiştir. bir nevi sen girersen ben de girerim durumu.

    mihver devletleri:

    almanya: hitler'in 1919 yılında imzalanan versay anlaşmasından dolayı uykularının kaçması, bunu kendine dert etmesi, elinde güçlü bir ordunun bulunması, ilginç bir bıyığının olması, çok afedersiniz biraz da orospu çocuğu olmasından mütevellit, avrupa'da büyük orgy olaylarının dönmesine sebep olmuştur. o dönem hayatı monopoly tadında yaşayan adolf, tabi ki tek başına suçlu olmasa da, teslim olmuş şehirleri dahi bombalayarak, ne büyük bir hayvan oğlu olduğunu da bizlere göstermiştir.

    japonya: çin ile savaş halinde olan japonya, ''japon imparatorluğu dünya'nın yarısına hükmetmelidir. diğer yarısı da hitler'in zaten'' sloganı ile hareket edip, pearl harbor'ı gerçekleştirerek, savaşın tüm dünya'ya sıçramasını sağlayan ülkedir.

    italya: faşistliğin kurucu başkanı mussolini önderliğinde, almanya habire bir yerlere savaş ilan ederken, madem ki ben de hitler ile aynı kafa yapısına sahibim, ben neden sağa sola savaş ilan etmeyeyim diye düşünerek, hitler ile birlikte acayip bir ikili oluşturmuşlardır. zaten yancı olması, 1943'ten sonra savaşta olmamasından da anlaşılan bir şeydir.

    romanya, bulgaristan, macaristan: savaşa sonradan dahil olup, savaş bitmeden sahneden çekilmişlerdir.

    ayrıca;

    - almanya'nın işgal ettiği ülkelerdeki aşırı sağcılar almanya'nın tarafında savaşa girmişlerdir. misal, ukraynalı bazı siviller. kanadalı, fransız, italyan aşırı sağcı siviller, askerler.

    - hırvatistan, slovakya ve ırak, almanya'ya askeri destek sağlamışlarıdır.

    ***

    taraflar belli oldu. kimin ne için savaşta olduğu da az çok belli oldu. gelelim savaş'ın ilerleyişine.

    almanya'nın versay anlaşması kuyruk acısı hiçbir zaman dinmemiştir. başka işleri güçleri yokmuş gibi yıllarca bu anlaşmanın geçersiz sayılması için epey mesai harcamışlardır. hatta hitler bu olayı o kadar çok saplantı haline getirir ki, fransa ile yapılacak olan anlaşma için, versay anlaşmasının imzalandığı vagonu getirtir ve anlaşmayı orada yapar.
    ünlü vagon için:
    http://a1211.hizliresim.com/13/b/ftnfs.jpg

    hitler 1933 yılında iktidara gelince, ülkedeki o yumuşak hava çok keskin bir şekilde tersine dönmüştür. hitler'in acımasızlığı ve sertliği bir yandan kanıksansa da, diğer yandan almanya için bir fırsat olduğu düşünülmektedir. nitekim bu sertlik, avusturya'ya aba altından sopa gösterilerek işgalini sağlamıştır. ardından polonya'ya savrulan tehdit ve küfürler ve polonya'nın da bunlara hassiktir çekmesinden sonra gelen polonya işgali. ki bu arada polonya'nın diğer yarısını da hemen sscb işgal etmiş ve polonya'ya pek şans tanınmamıştır. hatta sscb hızını alamayıp estonya, letonya ve litvanya'yı da işgal ederek ''şşş tamam geçti. tampon bölge oluşturuyoruz burada oğlum, az anlayışlı olun'' demiştir.

    burada finlandiya'ya bir parantez açmak gerekir. finlandiya tarih kitaplarında ''anlaşmaya zorlandı'', ''sscb kafasına vurup toprağını elinden aldı'' gibi argümanlarla anlatılır ama aslında fin kuvvetleri rus kuvvetlerini epey uğraştırmışlardır. finlandiya'nın bu derece önemli olmasının sebebi ilse leningrad'a 32 km.uzakta olmasıdır. orada, özellikle karelya yarımadasında bulunacak rus kuvvetleri, stalin'in gece yatağa huzurla girmesini sağlayacaktır.
    hatta stalin en başta 1.700 km. karelik bu alana karşılık, 3.500 km. karelik bir alanı takas yapmayı teklif eder. teklif kabul edilmeyince, stalin saldırmazlık anlaşmasını bozar ve finlandiya'ya hızlı bir giriş yapar. bu beklenmedik saldırı ile birlikte rus birlikleri epey bir ilerler ve otto ville kuusinen başkanlığında, sözde fin demokratik cumhuriyeti'ni kurduğunu ilan eder.
    fin kuvvetlerinin uyguladıkları vur-kaç taktikleri esasan başarılı olsa da, aradaki güç farkı uçurumlar olduğundan, 1940 kışında, karelya yarımadasını ruslara teslim ederler. bu savaşın sonunda fin kayıpları 25 bin, rus kayıpları ise 50 bin dolaylarındadır. buradan bile finlerin aslında başarılı bir mücadele örneği gösterdiği anlaşılabilir. zaten yapılan yeni anlaşma da çok sürmeyecek, 1 yıl sonra fin hükümeti tarafından bozulacak ve finlandiya almanya'nın yanında savaşmaya devam edecektir.

    aynı yıl, bir diğer stratejik saldırı da almanya tarafından norveç'e yapılır. isveç'ten çıkan ve narvig'e getirilen çelik/demirde gözü olan almanya, norveç'e çıkarma yapar. norveç, finlandiya kadar dişli olmadığı için hemen teslim olur. onu, danimarka izler ve danimarka da tam tarih olarak, 9 nisan 1940'da teslim olduğunu açıklar. sadece 1 ay sonra belçika, hollanda ve lüksemburgçıkarmaları ile bu ülkeler de 14 mayıs ve 27 mayıs tarihlerinde teslim olduklarını açıkladılar.

    asıl büyük adım ise haziranda atılacaktır. haziran 1940'da alman tankları paris sokaklarında drift yapmaya başlarlar. hitler'in kıro generalleri, suratlarında salak bir ifade ile hemen eyfel kulesine tırmanır ve ''buraya kızla gelicen işte'' muhabbeti yaptıktan sonra, hemen kuleden inerler. bu görüntülere ve muhabbetlere dayanamayan fransa, teslim olduğunu açıklar. almanya için tek engel kalmıştır artık; o da amerikanya'nın sırtını sıvazladığı birleşik krallıktır.

    birleşik krallık - almanya çarpışması da biraz farklı zuhur etmiştir. hitler ''gönderirim şöyle 1000 uçak falan; londra'yı bombalasam tüm krallığın aklını alırım'' gibi sikindirik bir plan yapmış ve utanmadan, arlanmadan bunu uygulamıştır. yani arkadaşım şu an bir ülkenin başında olsam ve bir generalim gelip ''koca bir imparatorluğun sadece başkentini bombalasak, o ülkeyi ele geçiririz'' dese, ''oh, fuck!'' der ve 3-5 nöbeti kitlerim. nitekim hitler'in bu sığırca planı işe yaramamış; bombardıman esnasında metrolara ve sığınaklara saklanan ingilizler, tehlike geçtikten sonra sığınaklardan çıkıp işlerine güçlerine devam etmişlerdir. londra epey bombalanmış ve zarar görmüştür evet ama, londra halkının morali asla bozulmamıştır. yani hitler'in asıl istediği olay gerçekleşmemiştir. biraz da rakam verecek olursam, 500 birleşik krallık uçağına karşılık, 1000 küsür alman uçağı patates edilmiştir.
    daha sonra, amerikanya'nın birleşik krallığa gönderdiği sevkiyatlar tek tek tespit edilmeye ve alman denizaltılar tarafından batırılmaya başlanmış; bu esnada 2 ingiliz uçak gemisi de batırılmış ve ingilizlerin deniz gücü ile birlikte, yardımları da kesilmiştir.
    bu, londra bombardımanının intikamını ise ingilizler daha sonra çok feci bir şekilde alacaklardır. dresden kenti, 3 gün boyunca bombalanacak ve kentin %90'ı yok edilecektir.

    (bkz: dresden/#30775928)

    1941 yılına gelindiğinde, savaş çok farklı bir boyut kazanmıştır. batıda istediklerini elde eden almanya, doğuya yönelme kararı almıştır çünkü ihtiyaç duydukları hammadde doğudan elde edilmektedir. doğu da ise demir perde sscb vardır. dahası, iki ülke arasında imzalanmış olan, saldırmazlık anlaşması vardır.

    stalin'e sürekli olarak ''hitler bir gece ansızın gelebilir. 81 kiev, 82 moskova...'' istihbaratları gelse de, stalin bunu ciddiye almaz. çünkü saldırmazlık anlaşmasına ve gücüne güvenir. stalin özünde iyi bir asker olmasına karşın, hitler'in sözüne güvenecek kadar da enayiymiş. bunu, bu hareketinden anlıyoruz zaten. hatta o ara generalleri ile arasında:

    - efendim hitler saldırı hazırlığı yapıyormuş.
    - yok yok, saldırmaz.
    - harbi uçaklar yoldaymış bak.
    - hitler yapmaz öyle şey. tamam faşik maşik ama, sonuçta koskoca ülke yöneten adam. sözünü tutar.
    - şu an sınırı geçmişler.
    - yok yok yapmaz öyle şey o. inanmayın. faşikse faşik. önce insan olsun. o da o görüşü sevmiş, ona baş koymuş. lafına da güvenmeyelim mi yani...

    şeklinde diyaloglar geçtiği söylenir.

    stalin hitler'e güvense de, 1 mayıs 1941 işçi bayramı'nda gövde gösterisi yapmayı ihmal etmemiştir. alman subaylarının da katıldığı törende; top, tank, tüfek, asker, uçak ne varsa sergilemiş ve ''istemediğimin hayatına sokarım!!!!111'' mesajı vermiştir.

    hitler, kankası stalin'i hayal kırıklığına uğratmış ve 22 haziran 1941'de 3 koldan sscb'ne saldırmıştır. fırsat bu fırsat diyerek finlandiya, bulgaristan, romanya ve macaristan da mal bulmuş mağribi gibi almanya'nın peşinden sscb'ne savaş ilan etmişlerdir.

    http://a1211.hizliresim.com/13/b/ftrud.jpg

    almanya'nın saldırı planı; stratejik olarak leningard, başkent olması hasebi ile moskova ve ekonomik olarak da kiev'dir.
    kış gelmeden moskova'yı ele geçirme planları yapan almanya, sonbahara kadar leningrad'a ulaşmıştır. kievlilerin de alman hayranlığı; daha doğrusu rus nefreti sayesinde, alman askerleri kiev havalimanında çiçekler karşılanmış ve omuzlara alınmıştır. arada baklava da ikram edildiği söylense de, bu tamamen söylentiden ibarettir.

    almanya için her şey yolundadır. leningrad alınmış, kievliler iş birliği içersindedir ve moskova'ya 200 km.lik bir mesafe kalmıştır. hatta stalin, fabrikalarını; makinaları ve işçileri ile birlikte koca koca kamyonlarla ural dağlarına doğru yola çıkarmıştır bile. ülke sikenzi olsa da sanayileşmeye devam etmeli, bu sayede ekonomiyi güçlü tutup, gücümüzü kaybetmemeliyiz diye düşünmektedir. moskova'daki çoğu birliği de geri çekmeye hazırlanırken, hesapta olmayan bir şey olur ve kış gelir.

    aslında ilkokulda bunu ezberletiler ''ilkbahar yaz, sonbahar kış'' diye ama, kendine çok güvenen hitler, birliklerini kış hazırlığı olmadan sscb'ne göndermiştir. alman askerler kış aylarına kadar, oyundan düşmüş uğur boral'ın savunduğu kanattan atak geliştiren rakip sağ bek gibi at koştura koştura ilerlediği yollarda; bastıran yağmurun, çamurun, karın, kışın yüzünden, günde 5-8 km. ancak ilerlemeye başlarlar. aylardır banyo yapamayan askerler savaş ve soğuk yetmezmiş gibi, bir de bitle pireyle uğraşmaya başlarlar. bu arada açlıktan ve soğuktan ölenlerin sayısı da hızla artmaya başlar. hasta olanları ise başka sıkıntılar beklemektedir. ishal olan askerlere gelen tavsiye şu şekildedir:

    ''hava sıcaklığı -30, -40 lara kadar düştüğü için, tuvaletinizi yaparken pantolonunuzu çıkarmanız donmanıza sebep olacaktır. bu yüzden pantolonlarınızın ağlarını kesin ve tuvaletiniz gelince o şekilde yapın''

    stalin'e de enayi dediysek, o kadar da değil tabi. hemen tüm birliklerini toplar ve yeniden moskova'ya yerleşirler.
    bu hamleyle, almanlar sadece askeri olarak değil, psikolojik olarak da gerilemeye başlarlar. moskova'ya bu kadar az bir mesafe kalmışken, yine hedefin bu kadar uzaklaşmış olması, kendini yenilmez zanneden almanların moralini bozmuştur. ayrıca kış şartlarına alışkın olan ve tedarikli olan rus askerleri, karşı saldırıya geçerek, alman askerlerini 200 km. daha geriye itmeyi başarmışlardır.
    daha sonra almanya sscb içinde aktif olarak yer alacak olsa da, eski gücünü ve etkinliğini kaybettiği için, stalin için önlem alınması gereken bir konumda olmayacaklardır.

    aslında tüm bu savaşlar, doğu cephesinde gerçekleşmiştir. nam-ı diğer stalingrad savaşı.
    22 haziran'dan başlayan ve leningrad'a, hatta moskova'ya uzanan yürüyüşü de kapsamaktadır ancak, sanki ayrı bir savaşmış gibi bahsetmek, ayrıca bahsetmek daha doğru olacaktır. zira savaşın bu kısmı, tarihin gördüğü en büyük kara savaşı, en büyük tank muharebesi, en büyük göğüs göğüse çarpışmasıdır. savaşın kırılma noktası, taraflar için savaşın zirvesidir. ortalık yatıştığında, 235 bin alman askerinden, sadece 5'bini evine dönebilmiştir. sovyet gibi inanılmaz güçteki bir ekonomi duraksamış, tarihte eşi benzeri görülmemiş kayıplar verilmiştir. savaşın kendisi zaten kanlıdır ama, savaşın bu kısmı, bir daha eşine rastlanmayacak derecede kanlı ve vahşet doludur.

    ***

    almanlar ve ruslar, insanoğlu ne kadar acımasız olabilir deneyi yaparlarken, japonya da amerikya'yı savaşa davet etmiş ve pearl harbor gerçekleşmişti.
    amerika da aktif olarak savaşa girince dörtlü(japonya, almanya, amerika, sscb) tamamlandı ve yancıların da katılımıyla (italya, finlandiya, çin, yeni zelanda, belçika, bulgaristan, romanya) güzel bir batak partisi başlamış oldu.

    burada en önemli nokta, daha önce de belirttiğim gibi, çekik gözlü arkadaşların bu kadar büyük bir işe kalkışıp, asıl istediklerini yapamamalarıdır. yani amerikan uçak gemilerinin 3'ünün de zarar görmemiş olması, savaşın gidişhatını direk etkileyecektir.

    misal, midway muharebesinde, japonlar 200 parçalık bir filo ile gelirken, amerika sadece 3 uçak gemisi ve etrafında çatal bıçak seti gibi 76 parça filoyla gelmektedir. japonlar yine bir strateji hatası yaparlar ve amerikalıları şaşırtmak ve dikkatlerini kuzeye çekmek için iki uçak gemisini aleut adalarına gönderir. ellerinde şifre çözücü bulunan amerika, japonların tüm bildiklerini bilmenin de avantajı ile, uss yorktown isimli uçak gemisi de batmış olmasına karşın, japonların denizi gücünün büyük kısmını oluşturan 4 uçak gemisinin de batırmayı başarırlar.

    millet bir yandan savaşıp, bir yandan sanayi, teknoloji ve ekonomisi için de çalışırken, bir radar bile bulamayan japonlar, denizlerdeki o eski şaşalı günlerini bir daha görememek üzere yakşamlar demişlerdir. yani stalin diyoruz, enayi diyoruz; hitler diyoruz, mallık varmış diyoruz ama, adamlar hem savaşıp hem gelişiyorlar. japonya da gelişmek için amerika'ya salça oluyor. ondan sonra vay efendim onların radarı var. savaşın denyosu ilan etmeme ramak kaldı japonya'yı ama edemiyorum çünkü adamlar acıların en büyüğünü yaşadı..

    şimdi ''savaşların sonuçları'' diye kırmızı kalemle başlık açıp devam etmenin lüzumu yok sanırım. direnci kırılan almanlar, amerika'nın da müdahil olması ile, ruslara karşı koyamıyorlar. 23 nisan'da rus tankları berlin'e giriyor. 30 nisan'da da hitler intihar ediyor zaten. berlin 2 mayıs'a kadar savunulsa da, özellikle berlin sokaklarında yarış yapan rus tanklarını görünce dayanamayıp intihar eden hitler'den sonra, kimsenin ümidi de kalmıyor. birleşik krallık londra'nın intikamını alıyor -ki bu da bir savaş suçudur. hem de en ağırından.
    mussolini, sefil bir biçimde ölüyor. vs. bunları ortaokuldan beri ezbere dayalı sistemde ezberlettiler zaten.

    değinilmesi gereken konular tabi ki fat man ve little boy.
    6 ağustos 1945'te hiroşima, 9 ağustos 1945'te nagasaki'ye atılan atom bombaları, japonya'nın teslimi ve savaşın bitişi anlamına geliyor.

    bu konuda ''amerika atom bombalarında kullandığı uranyum'u, japonya'ya giden bir denizlatıda bulmuştur. yani amerika japonya'ya atmasa, japonya amerika'ya atom bombası atacaktı'' gibi şeyler söylenmektedir -ki bu tamamen uydurmadır. sonuçta atom bombası ''biraz uranyum koy, azcık da kekik ekle, onu 100 derecede kaynat. biraz da cıva ekle..'' gibi bir formülle olmuyor. sırf uranyum'un bekletilmesi süresi 2 yıl. yani 1943'ten önce bu hazırlıklar başlamış olmalı zaten. kaldı ki, fat man plütonyum çekirdekli bir atom bombasıdır. bu iddialar tamamen asılsızdır.

    ***

    savaşta toplam 70 milyona yakın insan hayatını kaybetmiştir. bunların çoğu tabi ki sivildir. 41 milyon sivil, 25 milyon asker bu kanlı savaşın kurbanı olmuştur. hiroşima, nagasaki, dresden, köln, varşova, londra bombardımanları direkt olarak sivillere yönelik yapılan katliamlardır.

    akabinde, bugünkü avrupa sınırları çizilmiş, dünya yeni bir savaşın içine girmiştir. savaştan galip çıkan iki güç; abd ve sscb artık iki kutuplu dünya'yı oluşturacak süper güç olmuşlardır. inanılmaz sanayileri, askeri ve teknolojik güçleri, onları ve dünya'yı soğuk savaş'a zorlayacaktır. bok varmış gibi habire silahlanacaktır bu iki ülke. bu kansız ama tedirgin edici savaş, bir yandan da kapitalizm ve komünizm savaşı olacaktır.

    ***

    - savaşla iligili çekilmiş olan dizi ve filmlerin listesi: burada.

    - benim tavsiyem, ekran görüntülerini de oradan aldığım apocalypse the second world war. 45'er dakikalık 6 bölümden oluşan bir belgesel. biraz uzun ama, benim sıkıcı anlatışıma 100 kere tercih edilir. (belgeselde eva braun için ''hitler'in metresi'' deniyor ama eva braun hitler'in metresi değil, sevgilisi ve karısıdır)

    - savaş oyunlarının bağımlısı olarak belirtmezsem olmaz, bütün savaş oyunları, doğu cephesinden ilham alınarak yapılmıştır.
  • bugün sizlere uzun zamandır anlatmak istediğim fakat bir türlü vakit bulamadığım, ikinci dünya savaşına dair dair gerçek bir hayat hikayesini aktaracağım. yakın bir ağabeyimin öz dedesi olan kazak asıllı kayırjan muhtaroğlu ikinci dünya savaşının başından sonuna kadar kızılordu’da görev yapmış ve evine sağ salim(tek parça) olarak dönebilmiş nadir sovyet askerlerindendir. aşağıda yazacaklarım kendisinin savaş esnasında tuttuğu ufak günlüğünden tercüme ettiğim bölümlerden oluşuyor. bir yandan ufak bir ikinci dünya savaşı kronolojisi öte yandan savaşın acımasızlığını birinci elden anlatan yalın gerçekliklerden oluşuyor.

    ikinci dünya savaşı başlığı altında, devletleri, ideolojileri, orduları hatta hitler'in psikopatolojisine kadar her türlü konuyu uzun zamandır tartışıyoruz. amma ve lakin savaşa bizzat katılmış bir insanın hele ki bizimle aynı kandan aynı candan bir insanın gözünden hiç okumadık. bu anıların, savaşın tarifsiz tahribatını bizim gibi hiç savaş görmemiş nesillere aktarmak açısından çok önemli olduğu kanaatindeyim. o yüzden konuyla ilgilenenler için buraya aktarmaya karar verdim.

    kayırjan, 1916 yılında kazakistan’ın aktobe (aktepe) şehrinde, fakir ve göçebe kazak bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, çocukluk yıllarını ataları gibi hayvancılık yaparak geçirmiştir. her göçebe türk çocuğu gibi büyüklerinden ilk evvela hayatta kalmanın niceliklerini öğremiş, bu bilgiler ona savaş meydanında hayatta kalma şansı vermiştir. çocukluğundan beri matematiğe büyük ilgisi olan olan kayırjan beklendiği gibi matematik enstitüsü mezunu olmuştur. mezuniyet sonrası 1939 yılında askerlik görevine gidip terhisine çok az bir süre kala patlak veren ikinci dünya savaşı ilanıyla birlikte evine dönemeden tekrar cepheye gönderilmiştir.

    savaş sonrası fotoğrafı

    matematik yeteneğinden ötürü topçu birliğinde ateş idare subayı olarak görev almıştır. savaş boyunca bir çok alman uçağının düşürülmesinde rol aldığı için savaş sonunda çeşitli madalyalar ile evine dönmüştür. savaş sonrasında kendi köyünde matematik öğretmeni olarak sscb altında hizmetine devam etmiş daha sonra bu okula müdür olmuştur. beş kızı ve bir oğlu ile hayatının sonuna kadar mutlu bir hayat sürmesine rağmen savaşın travmasını hayatı boyunca atlatamamış, çocuklarına ve torunlarına savaşla ilgili hiç bir anısını anlatmamış, hatta savaşla ilgili filmleri dahi evinde izletmemiştir. günlüğü de kazakistan bağımsızlığını kazanana kadar saklı kalmış, kimseyle paylaşmamıştır.

    rahmetli cengiz dağcı’nın hatıratlarından derleyerek yazdığı korkunç yıllar ve yurdunu kaybeden adam gibi eserlerin ne kadar gerçek olduğunu yine türk soylu bir subay olan kayırjan atamızın günlükleri birebir doğruluyor. kayırjan ata, kendisiyle hiç bir ilgisi olmayan bir savaşta sovyet zulmünden ötürü yer almış, günlüğünü dahi parti korkusundan gizli tutarak dönemin kazakçasıyla yazmıştır.

    günlüğü savaşın hiddetli anlarından vakit bulabildiği nadir anlarda tuttuğu için çok uzun değil fakat detaylarıyla insanı savaşın acı gerçekleriyle yüzleştirecek kadar keskin. yine de sözlük formatında çok uzun olacağı için bu başlık altında ve üç parça halinde yayınlayacağım.

    kendisinin gerçek bir kişilik olduğunu ıspatı olan kayıtlar şurada belirtilmektedir.

    `bir sovyet askerinin ikinci dünya savaşı günlükleri`

    birinci bölüm

    ikinci dünya savaşı dönemi, meşhur mannerheim hattını kırmayı başaran sovyetler birliğinin 100. lenin tüfek bölüğüne bağlı 183 ozad uçaksavar topçu birliğinde bir yıl kadar görev yaptım. 29.08.1940 - 21.06.1941 tarihleri arasında uçaksavar topçuluğu üzerine 4 üniteden oluşan yoğun bir eğitim aldık. amacımız en kısa sürede düşman uçaklarını havada imha etmekti.

    --- bilgi notu ---

    görsel

    mannerheim hattı leningrad'ın karşısına kurulmuş fin askeri savunma hattıdır. stalin, almanya tarafından gelebilecek taaruzlara karşı buraya çok önem vermiştir. buraya bir üs kurarak leningrad’ın kuşatılmasını engellemek istemiştir.

    --- bilgi notu ---

    kullandığımız teçhizat 76-mm uçaksavar topu m1938 ve puzao-2 ateş idare sistemiydi. benim görevim ateş idare subaylığıydı.

    --- bilgi notu ---

    görsel

    kısaca açıklamak gerekirse; bir uçaksavar topçu biriminde gözetleyici hedefin konumunu belirler, ateş idare subayı koordinatları ve atışın düşmesi gerektiği yeri matematiksel olarak hesaplar ve havancılara veya topçulara bildirir, havancılar da havanı ateşler.

    --- bilgi notu ---

    21.06.1941, askerliğimin son günleriydi. büyük savaşın başlayacağına dair haberler vardı fakat savaş başlamadan önce terhis olup ailemi görmek istiyordum. akşam yemeğinden sonra 15 kişi patates soymak için mutfağa gönderildik. onlardan birisi de bendim. ertesi sabah 5’e kadar patates soyduk. haliyle sabaha kadar uyanıktık. saat altıda kahvaltı yaptıktan sonra kıdemli subay bisikletiyle bahçeye girdi ve sıkıntılı bir halde bizi kışlaya götürdü. vardığımızda insanların koşarak parka gittiğini ve savaşın başladığı haberini haykırdıklarını duyduk.

    bizler de hızlıca teçhizatlarımızı toparlayarak parka yöneldik. o esnada uçaksavarımız bir traktörün arkasında depodan dışarı çıkarılıyordu. bir yandan savaş uçaklarımız da gökyüzünde belirmeye başlamıştı. saat 7’de kombine silah tatbikatı uyguladık. sonrasında uçaksavar için yer kazdık ve kamuflaj hazırladık. konumumuz minsk şehrine 5 km mesafedeydi. öğle saat 1 civarında 3 grup alman karakuşu (uçağı) minsk’i bombalamaya başladı.

    şehiri koruyan uçaksavarlar birlikleri bir kaç alman uçağını düşürmeyi başardı. bu sadece başlangıçtı. alman uçakları akın akın gelmeye devam ettiler. hepimiz ateşle vaftiz edildik. üç havalimanını birden ağır bombardıman altına aldılar. biz bir tane bile uçak düşüremedik. orman içerisinde silah ve çatışma sesleri gün boyu durmadı. hem halk hem de asker arasında korkunç bir panik başladı. hepimiz ateşle vaftiz edildik.

    --- bilgi notu ---

    ateş vaftizi: incilde geçen fakat manası tartışmalı bir konudur. isa’nın insanları kutsal ruh ve ateş aracılığı ile vaftiz edeceğine dair olan matthew 3:1 ve luke 3:16 bölümlerine göre isa inanları ateşle vaftiz edecektir. bu tabir ruslarda önceleri savaşla özdeşleştirilmiş. ilk kez savaşa giren, bi nevi milli olan* askerler için kullanılırmış. günümüzde ilk kez tecrübe edilen her hangi bir konu için kullanılabiliyor. atıyorum ilk kez votka içen bir gence de ateşle vaftiz edildin diyebiliyorlar.

    --- bilgi notu ---

    ertesi gün şehrin sakinleri kaçışmaya başladı. toz duman arasında küçük çocuklarını kucaklamış ana-babalar ve her yaştan insanlar yanlarına hiç bir yük almadan hızlıca şehiri terk ediyordu. üçüncü gün milis güçleri bile şehiri bırakıp kaçmak zorunda kaldılar. bu esnada minsk cayır cayır yanıyordu.

    birliklerimiz üçüncü gün lısıçansk’da (ukrayna’nın en doğusunda lugansk eyaletine bağlı ufak bir şehir) alman tankları ve piyadeleriyle karşılaştı. burada çok şiddetli çatışmalar yaşandı, iki tarafta çok büyük kayıp verdi.

    ertesi gün öğe saatlerinde bölük komutanımıza, chernyshev adında ve teğmen üniformalı bir kişi geldi ve bu yakınlarda aracımın altına gizlenmiş bir düşman askeri var, elinde otomatik tüfek olduğu için yaklaşamıyorum. lütfen aracı almak için bana bir kaç kızılordu askeri temin eder misiniz dedi. kumandan yanına iki asker verdi fakat onlara dikkatli olmalarını söyledi. gidip baktıklarında adamın söylediği gibi aracın altında birisi olduğunu gördüler fakat bunun bir aldatmaca olabileceğini hisseden askerler araca çok yaklaşmadan geri döndüler. çünkü çevrede ölü yatan sovyet askerlerinin pozisyonlarına göre aracın altından vurulmuş olmaları zor görünüyordu. bu bir tuzak olmalıydı.

    dördüncü gün çekilme emri aldık. bir gün önce büyük panik yaşandı. yol boyunca uçaklar tarafından bombalanmış bir sürü araç gördük. alman istihbaratı ve casusları çok efektif çalışıyordu. en büyük hasarı onlardan aldık. zorluk içerisinde çatışmalardan geçerek bereza nehrine ulaştık fakat almanlar köprüyü çoktan ele geçirmişti. köprü için yarım günden fazla süre savaştık. bazı birimler karşıya geçmeyi başardı. yanımda tıpkı benim gibi kazak olan bakıtjan karasayev adlı başka bir genç vardı. gün boyu patlayan top ve mayın seslerinden korktuğu için yemek dahi yiyemedi. hepimiz orada öleceğimizi düşündük. sonra öncü birlikler biraz daha ilerde bir köprü daha buldular ve oradan nehiri geçtik. günlerce savaşarak geri çekilmeye başladık.

    1941 senesi temmuz ayının 10. günü dnipropetrovsk’dan (bkz: dnipro) geçtik. ertesi gün sabah 6’da 27 adet stuka (bkz: junkers ju 87) bombardıman uçağı bizim birliğe saldırdı. mitralyoz ve topçu saldırısı da aynı anda başladı. yanımdaki askerlerden birisi öldü altı kişi ise yaralandı.

    aynı gün öğle saatlerinde şehir merkezine girdik. şehirde posta hizmeti çalışıyordu. herkes hemen kağıt kaleme sarılarak sevdiklerine yazabildikleri kadar mektup yazdı. bütün zarfları toplayıp içeride çalışan kızlara teslim eder etmez günlerdir kir pas içinde olduğumuzun farkına vararak yıkanmaya gittik. bu arada halkın endişe dolu sorularına cevap vermeye çalışıyorduk. iki saatlik bir aradan sonra yerlerimizi almamızı bildiren emir geldi. biz daha şehirden çıkmadan önce halk ve askerler arasında panik başladı. alman uçakları yolları bombalayarak kullanılamaz hale getirmişti. yol üzerinde bombalanmış araçlar hala yanıyordu.

    aralarından geçerken ölü ve yaralı onlarca insan gördüm. emire göre elets şehrinde durmadan ormanın derinliklerine kadar ilerledik. şehirden 20-30 km kadar uzaklıktaydık. iki haftadan uzun süre ormanın içerisinde pozisyon aldık ve düşmanı bekledik. sonra tekrar sıcak çatışmaya girdik. almanlar bu güzergahta bizi sürekli taciz ateşiyle yönlendirmeye ve korkutmaya çalıştı. gece gündüz günlerce top ateşi durmadı. bizde iki kez top atışı altında kaldık.

    10.08.1941 günü 15 alman uçağı bizim bölüğe saldırdı. karşı ateşe geçtik ve bir uçağı düşürmeyi başardık. iki kişi ağır üç kişi yaralandı. alman uçakları gece gündüz gruplar halinde geldi. bizim karşılık verecek çok az uçağımız vardı ama biz bir günde üç uçak birden düşürdük. general bunun üzerine her gün en az üç uçak düşüreceksiniz buyurdu. elets şehrindeki 20 günlük ağır savaştan sonra alman direncini kırmayı başardık. almanlar ilk defa kızıllara yenilmişti. şehir merkezinden batıya doğru 20 km geri çekildiklerinde biz başka bir bölgeye sevk edildik.

    pavlovo adında bir istasyonda yükleme yapıldı. biz oradan bir kaç gün boyunca yürüyerek lebeden şehrine vardık. sum adında bir eyalete bağlı olan bu şehirde bir gün dinlendikten sonra 60 km uzaklıkta devam eden savaşın ön saflarına doğru yürüdük. lebeden şehrinde stalin’in bizim bölüğe ilk kez “sovyet muhafızı” unvanı verdiği kararını açıkladığını öğrendik. 100. lenin tüfek bölüğü artık 1. muhafızlar piyade tümeniydi.

    birliğin görseli

    bir gece yürüyerek ön saflara ulaştık ama iki gün yoğun savaştan sonra geri çekilmek zorunda kaldık. çünkü almanlar çok güçlü ve istikrarlı şekilde saldırıyordu. 50 km geri çekildikten sonra geldiğimiz şehrin dışında defans hattı kurduk. alman uçakları bu sırada çok fazla saldıramadı. uçaksavarlarımız çoğu saldırıyı kolaylıkla savuşturdu ve rahat bombalamalarına izin vermedi. o yüzden alman uçakları rastgele bomba atarak hızlıca geri dönüyordu. bir hafta kadar hattı koruduktan sonra kontrollü şekilde çekilmeye devam ettik.

    bizim bölüğün çevresinin sarıldığı hakkında dedikoduları ilk başta ciddiye almamıştık fakat vakit geçtikçe acı içinde gerçeği görmek zorunda kaldık. almanlar dört bir yanımızı sarmışlardı. üstüne üstlük hava iyice bozmuş ve sürekli yağmur yağıyordu. araçlar uçaksavarı taşıyamaz hale gelmişti. ukrayna’nın bolca sazlık ve ince topraktan oluşan bir bölgesindeydik. araçlar balçığa saplanıp kalıyordu. günlerce araçlara ip bağlayıp çamurdan çıkarmaya çalıştık. bir yerden kurtarsak başka bir yerde tekrar batıyorlardı. soğuk rüzgar yüzünden de çok büyük zorluklar çektik. elbiselerimizi veya botlarımızı kurutmaya bile fırsatımız olmadı. midemize sıcak yemek girmeyeli bir kaç günden fazla olmuştu. karnımız aç. önümüzde karanlık bir orman. ötesinde bizim halklarımız berisinde ise almanlar vardı. ormanın her yerinde çatışmalar oluyordu.

    biraz dinlenmek ve güç toplamak için durakladık. yağmur hala yağıyordu. bir ateş yakarak botlarımızı kurutmaya ve ısınmaya çalıştık. şöförümüz, asker tasına biraz su ve et koyarak ateşin üzerinde pişmesi için tutmaya başladı. tam bu sırada; sanırım ben vuruldum diyerek kolunu tuttu. mermi kolunun üst kısmını sıyırıp geçmişti. hemen savunma pozisyonu aldık. aracı ve silahları alıp çıkış yönü ararken havan topları düşmeye başladı. bir tanesi topları çektiğimiz aracı vurdu ve bizi yoldan çıkardı. iki gün kadar ormanda saklandık. kumandan bütün topları kullanılamaz hale getirip gece karanlığında çıkış yolu arayacağımızı söyledi. akşam üzeri çocuğumuz gibi sevdiğimiz uçaksavarımızı üzülerek parçalara ayırdık ve gece karanlığında oradan ayrıldık.

    kumandanımız önde gece karanlığında önümüze ne çıkacağını bilmeden yürüdük. almanların olduğu bazı bölgelerin dışından dolanarak yol aradık. ikinci gün bizim gibi dağılmış bir bölükten askerlerle karşılaştık. onlarla birlikte yürümeye devam ettik. 7-8 km ötede çatışmalar olduğunu anladık. öncü bir birlik oluşturup geride kaldık. öncüler ileride ufak bir alman birliği olduğunu söyledi. bölük komutanı bizi iki gruba ayırarak saldırı emri verdi çünkü etrafından dolaşma imkanımız yoktu.

    diğer gruptan ayrılıp ufak bir tepeye doğru çıkarken ileride almanların bizi fark ederek topçu ateşine hazırlandıklarını gördük. hemen karşılık vererek savaşmaya başladık. yakın arkadaşım erkebay bu savaşta yaralandı. kurşun omuzunu delip geçmişti. almanlar yine çevremizi sarmaya başlamıştı. elimizde sadece bir havan topu vardı. almanlar bir kaç otomatik tüfekli asker göndererek bizi dağıtmayı planlamışlardı ama bizler panik yapmadık. düzeni bozmadan istikrarlı şekilde ilerleyerek hattı yarmayı başardık. yol üzerinde yine bir kaç ufak grupla çatıştık. sonra yine ormana çekilerek kamufle olduk ve geceyi bekledik. gece karanlıkla birlikte yola çıktık. karşımıza gece boyu bir kaç nöbetçi alman askeri çıktı. onları öldürüp yanlarında taşıdıkları yiyecekleri kendi aramızda pay ederek yola devam ettik. yemek için dahi durmaya vakit yoktu. bir yandan kurumuş ağzımızda daha kuru olan alman ekmeğini çiğnerken bir yandan yürümeye çalışıyorduk. ayaklarımız her adımda daha çok sızlıyor ileri gitmek istemiyordu.

    gün ağarırken uzaktaki bir tepeden üstümüze obüs atışları başladı. bir çok arkadaşım burada öldü veya yaralandı. herkes sağa sola kaçışmaya başladı. birlik komutanı “za mnoy” diye haykırarak aklımızı toplamamıza yardımcı oldu. topçularımız bir kaç karşı atış yaptıktan sonra topu orada bırakarak kaçtı. bize çok yakın bir yerden otomatik tüfek ateşi açıldığını farkedince karasayev ikimiz ağaçlar arkasında ufak bir çukurda siper aldık. çok geçmeden 6-7 alman askeri yanımızdan geçip bizim birliğe arkadan ateşe başladı. bizi farketmemişlerdi. savaş daha uzağa taşınıyordu fakat çatışma sesleri dinmemişti. öğleden sonra yağmur yağmaya başladı. geceye kadar burada yerimizden kıpırdamadan saklandık.

    çukurda artık kafası yerinde olmayan ölü bir alman askeri vardı. üzerinde işimize yarayacak ne varsa aldık. almanların askerlerine verdikleri techizat ve tayını her gördüğümüzde şaşırıyorduk. ufacık çantalarından çeşit çeşit konserve gıda, tür tür mühimmat ve kaliteli sigaralar çıkıyordu. sessizce çantadan bulduklarımızı yerken korkudan tuvaletimizi bile yattığımız yerden kalkmadan buraya yaptık.

    26.10.1941 günü gece karanlığında saklandığımız yerden kalktık. nereye gideceğimizi planladık ve yola çıktık. yağmur durmaksızın yağmaya devam ediyordu. bakıtjan’ın yanında pusula vardı. ona bakarak doğuya doğru yöneldik. gece gece gözümüze çarpan her gölgeden ürkerek bataklıklardan geçtik. sabaha karşı biraz kendimizi toparladık. yağmurun ıslattığı ağaçlarla nasıl ateş yakacağımı bilmem burada çok işimize yaradı. ufak bir ateş yakıp biraz ısındık. biz tam ateşi söndürdüğümüzde kendimiz gibi sovyet askerleriyle karşılaştık. onlar da bizimle aynı durumdaydı. artık dört kişiydik.

    bizim birliklerden birisine ulaşma ümidiyle doğuya doğru devam ettik. çok geçmeden uzakta bir köy olduğunu fark ettik. çevrede alman araçları olduğunu gördük. ne olursa olsun diye gözümüzü karartarak bir eve dördümüz birden girdik. ev boştu. sonra karasayev’i karşıda ışık olan bir eve gönderdik. bize camdan işaret ettiğinde bizde o eve doğru hızlıca hareket ettik. almanlar çevremizde başka evlerdeydi. evin sahibi sovyet askerleri olduğumuzu görür görmez kıyafetlerimizi çıkartıp bize kendi kolhoz elbiselerinden verdi ve bizim elbiselerimizi kuruması için başka bir odaya astı. bu arada bize sıcak yemek verdi. bu günlerdir midemize giren ilk sıcak yemekti. büyük bir iştahla yemeğe dalmıştık ki ev sahibinin karısı telaşla odaya girdi. iki alman geliyor diyerek evden çıkmamızı isterken göz yaşlarına boğuldu. siz gitmezseniz bizi öldürürler diyerek usul usul ağlamaya devam etti.

    bizim yorgun ve yılgın halimize tanrı acımış olmalı ki almanlar eve girmeden sadece ev sahibinden süt istediler. ev sahibi bizi acı bir ölümden kurtarmıştı. sonra onun düzenlemesiyle diğer komşu evlere bir bir dağıldık. burası sonradan öğrendiğim kadarıyla burası kursk eyaletinde tamarov bölgesine bağlı voznesenskiy köyüydü. iki gün sonra yani 28.10.1941 günü köyden bir araç alarak yola çıktık. dikkat çekmemek için üniformalarımız yerine giydiğimiz kolhoz kıyafetleriyle yolculuk ettik.

    hutor, alhovka, yakovlevo gibi köylerden geçerken hiç bir almana rastlamadık. yemek ve dinlenmek için alhovka köyünde bir eve girdik. ev sahibi bize üç öğün yemek verdi. tam akşam yemeğini bitirmiştik ki eve iki alman askeri daldı. birisi ev sahibinin adını haykırırken diğeri bizi göstererek rus askerleri mi bunlar diye sordu. ev sahibi sakince bunlar benim kardeşlerim diyerek yanıt verince ses etmediler. sonra kolhozda hangi evin baldan sorumlu olduğunu öğrenerek o eve doğru gittiler. talihimize teşekkür ederek onların arkasından bizde hızlıca toparlanarak yola çıktık. yolda bir kaç atlı alman askerine denk geldik fakat üzerimizdeki yırtık pırtık kıyafetlerle bizim asker olduğumuzu anlamadılar.

    biraz daha ilerledikten sonra pakrovka köyüne geldiğimizde köylüler buraya henüz hiç bir almanın gelmediğini söylediler. daha sonrasında da hiç bir almana denk gelmedik.

    sonrasında sırayla;
    mayaki, graznoe, miçilovskiy ve terevenskiy çiftliklerini geçtik. 30 ekim - 10 kasım aralığında 16 farklı vilayetten geçerek atamanskaya kasabasına ulaştık. sonra 15 kasım günü oskol şehrinde erkenbayev hodan adlı dostumla karşılaştım. o hastaneye sevk edilmişti. ayın 10’u günü işlemler için kumanda ofisine gittim. sonra yablanova köyünde hizmet edeceğim birliğe gönderildim.

    bir kaç gün her tarafı yırtık içindeki kolhoz kıyafetlerimle çukur kazma işlerine verildim. çatışmadan çıkmış, henüz savaşın başında onlarca uçak düşürmüş rütbeli bir subay olarak çukur kazmak kanıma dokunmamıştı fakat kuzey sonbaharının soğuk rüzgarları kemiklerimi sızlattı. gerçi, çukura verilenlerin hepsinin türki halklardan olmasına da içerlemiştim lakin o an bunlara kafa yoracak durumda değildim. bir kaç hafta daha bu köyde kaldıktan sonra bizi savaşın ön saflarına sürdüler. aylardan aralık olmuştu.

    birinci bölümün sonu

    --- edit ---

    ikinci bölüm tamamlandı. şuradan okuyabilirsiniz: (bkz: #134864232)

    birinci bölüme ait rota: görsel 1, görsel 2

    --- edit ---
  • dünyanın gördüğü en büyük yıkım. savaşa dair bazı ilginç bilgileri sizlere sunmak istedim.

    * hollanda ordusunun elinde sadece bir tank vardır ve o da sınıra giderken çamura saplanır.

    * time, "ikinci dünya savaşı" adını ilk kez kullanan dergidir.

    * adolf hitler, clark gable'ı diğer tüm aktörlerden üstün tutuyordu. ikinci dünya savaşı sırasında hitler, gable'ı yakalayıp kendisine sağ salim getirecek kişiye büyük bir ödül teklif etti.

    * polonya'nın işgali ve savaşın başlaması, adolf hitler'in işgali meşrulaştırmak için tasarladığı sahte bayrak olaylarının sonucuydu.

    * bir amerikan savaş esiri hiroşima'nın bombalanmasından sonra abd'nin atom bombaları hakkında sorgulanmış. onlara bu konuda hiçbir şey bilmediğini söylemiş, ancak kendisini öldürmekle tehdit ettiklerinde, yüzlerce atom bombası olduğunu ve sırada tokyo ve kyoto'nun olduğunu hemen anlatmış.

    * alan turing ve diğerlerinin bletchley park'ta yaptıkları çalışmaların avrupa'daki ikinci dünya savaşı'nı iki yıldan fazla kısalttığı ve 14 milyondan fazla insanın hayatını kurtardığı tahmin ediliyor.

    * ingiliz casusların hitler'in yemeğine östrojen katarak onu kontrol altında tutmak istedikleri biliniyor.

    * bir amerikalı teğmen, bulunduğu mevzinin düşman birlikleri tarafından istila edildiğini fark edince kendi üzerine topçu ateşi açılmasını ister. o günün ilerleyen saatlerinde abd'nin karşı saldırısının ardından teğmenin cesedi yaklaşık 100 alman askeriyle birlikte bulunur. bu teğmenin adı adı john robert fox'tur.

    * abd'nin düşman topraklarındaki orta düzey yöneticileri, ilgisiz konuları gündeme getirerek, kötü çalışanları terfi ettirerek, önemsiz ayrıntılar üzerinde pazarlık yaparak ve gereksiz toplantılar düzenleyerek işverenlerini sabote etmeye çalıştır. ellerinde sabotaj ile ilgili casus kitapları varmış.

    * irlanda, ikinci dünya savaşı'nda tarafsız kalmış ve bir nazi saldırısının yanı sıra adanın müttefikler tarafından işgaline de aktif olarak hazırlanmıştır. bu tarafsız duruş savaşın sonuna kadar devam etmiş hatta adolf hitler'in ölümü üzerine bir taziye defteri hazırlanmıştır.

    * lyon kasabı olarak da bilinen klaus barbie, ikinci dünya savaşı sırasında bir nazi subayıydı. savaştan sonra abd istihbarat servisleri onun bolivya'ya kaçmasına yardım etmiş ve burada rejime işkence yoluyla muhalefetin nasıl bastırılacağı konusunda tavsiyelerde bulunmuştur.

    * dünya savaşı sırasında kral 6. george, britanya kralı olarak almanya ile savaş halindeydi ancak irlanda kralı olarak da almanya ile barış halindeydi ve de alman büyükelçilerinin güven mektuplarını onayladı. ikinci dünya savaşı'ndan sonra hindistan kralı ve ayrı olarak pakistan kralı olarak kendisiyle savaş halindeydi.*

    * ülkeler savaş masraflarını karşılamak için dövizlerin yanı sıra altınlarının çoğunu da satmıştı. 1947 yılına gelindiğinde amerika birleşik devletleri dünya altın rezervlerinin %70'ine sahipti.

    * ingilizler, savaş sırasında ele geçirdiği almanlar'ı, şarap ve yemek ikram ettikleri dinleme cihazlı bir malikaneye koyar ve böylece 'mahkumlar' arasındaki gündelik konuşmalardan önemli istihbarat toplarlar.

    * bu savaşın sonunda abd donanmasının 6768 gemi ile tarihteki en büyük deniz filosuna sahip olması bizleri şaşırtmamalıdır.

    * danimarka'daki direniş grupları, naziler henüz yahudiler'i toplama kamplarına göndermeden önce yahudiler'i, başlarına gelecekler konusunda uyarmış. bunun için telefon rehberlerindeki isimlere tek tek bakmışlar, yahudi olduklarına inandıklarına bir şekilde ulaşmışlar ve çoğunun da hayatını kurtarmışlar.

    * sscb yaklaşık 20-27 milyon insanını, yani nüfusunun yaklaşık %15'ini, çin ise yaklaşık 15-25 milyon insanını kaybetmiştir. birçok kişi çin'in savaşta olmadığını da düşünür.

    * ingilizler savaş sırasında buzdan uçak gemisi yapmak istemişler. hatta bu projenin adı habakkuk projesi olarak geçer. kanada'da bununla ilgili ciddi çalışmalar yapılmış hatta prototipi de hazırlanmış.

    * bu savaştan kalma batık bir uçağı arayan dalgıçlar, florida açıklarında, patlamasından 37 yıl sonra challenger uzay mekiği'nin bir parçasıyla tesadüfen karşılaşır. kurtarma çalışmaları mekiğin %47'sine ulaşmayı başarmıştır.

    * savaşta ölen askerlerin yaklaşık %70'i topçu ateşiyle öldürülmüştür.

    * nazi toplama kamplarında hapsedilen eşcinseller, müttefik kuvvetler bu savaşı kazandıktan sonra bile hapishaneye geri dönmeye zorlandılar.

    * 1938 yılında avrupa'da demokratik ülkelerin sayısı sadece on birdir: çekoslovakya, finlandiya, belçika, fransa, ingiltere, irlanda, norveç, hollanda, isveç, danimarka ve isviçre.

    * 1945'e gelindiğinde abd'nin gsyih'i 1938'e göre %84 daha büyüktür.

    * en kısa muharebesi, 9 nisan 1940'ta gerçekleşen ve hitler'in altı saatten kısa bir süre içinde kral x. christian'ı teslim almasıyla sonuçlanan almanların danimarka'yı işgalidir.

    * ingiliz askerleri günde 3 yaprak tuvalet kağıdı alabiliyorken amerikalılar'da bu sayının 22 olduğu söyleniyor. *

    * ford fabrikalarında her 63 dakikada bir b-24 bombardıman uçağı hizmete hazır hale getirilmekteydi.

    * leningrad kuşatması; hamburg, dresden, hiroşima ve nagazaki bombardımanlarının toplamından daha fazla sivilin ölümüne neden olmuştur. kuşatma sırasındaki sovyet kayıpları, tüm savaş boyunca amerikan ve ingiliz kayıplarının toplamından daha fazlaydı.

    daha fazlası için todayilearned'e bakılabilir.
  • ikinci dünya savaşında; pasifik cephesi ile avrupa, akdeniz ve kuzey afrika cepheleri arasında farklardan biri mutilasyon denilen konuydu.

    direkt olarak türkçeye çevirdiğimizde bozma, keserek sakatlama, kötürüm bırakma, vücüdun bir uzvunu kesmek gibi anlamlara geliyor.

    bu bir cezalandırma, işkence yahut işkenceli idam metodu da olabilirken, bu kelime aynı zamanda cesetlerin vücüt parçalarını kesme ve koparmayı tanımlama anlamına da gelir.

    pasifik'de düşman kafatasları başta amerikalılar olmak üzere müttefik askerleri tarafından ganimet olarak alınıyordu.

    görsel

    görsel

    bunun dünya tarihinde uzun bir geçmişi var, pasifik cephesine hele ki 20, yüzyıla özel bir şey kesinlikle değil.

    avrupa'da bunun örnekleri vardı, öreğin 8 mayıs 1945'de prag yakınlarında çekilmiş bu videoda 24:50'den itibaren bir amerikan sherman tankının üzerine sabitlenmiş insan vücudu kemikleri ve kafatası görülebiliyor.

    wikipedia aynı videoda amerikalılar tarafından kafa derisi yüzülmüş bir alman askeri olduğundan bahsediyor, videoda buna yakın görebildiğim şey, 15:45'den itibaren gözüken kulağı ve boynuna kadar uzanan derisi kesilerek koparılmış bir alman askeri. pasifik cephesinde bir savaş ganimeti olarak kulakları kesmek de yaygın bir uygulamaydı.

    pasifik ile avrupa'nın farkı, avrupa'da bunun yaygın ve sistematik bir şey olmamasıydı.

    pasifik cephesinde mutilasyon, birkaç olaya, bir iki bölüğe özel bir şey değildi, olağandı ve sistematikti.

    japonya pearl harbor'a saldırdıktan 10 saat sonra manila'yı bombalamaya ve hava akınları düzenlemeye başlayarak filipinleri işgal etti. japonlar yüz binin üzerinde asker esir aldılar, bunların yüz bini filipinli iken yirmi binden fazlası amerikalıydı.

    bu esirler 83 kilometre boyunca yürünmeye zorlandılar, 5,000-18,000 filipinli ve 500-650 amerikalı yolda öldü. esirlere bozuk pirinç dışında hiçbir gıda sağlanmadı, kimisi eğlence için işkence yapılarak öldürüldü, kimisi su verilmeden güneşin altından kaskları çıkarılıp oturtulmak gibi cezalar nedeniyle öldü, kimisi ise bitkinlikten öldü. hayatta kalanların çoğu ise bindirildikleri vagonların içerisinde öldü.

    doğu cephesinde esirlere karşı savaş hukunu hiçbir şekilde uygulamayan ancak batı cephesinde uygulayan nazi almanyasının aksine japonlar savaş hukukunu hiçbir şekilde hiç kimseye karşı uygulamadılar.

    müttefikler guadalcanal, solomon adalarına çıktıktan sonra yakalanan deniz piyadeleri ağaçlara bağlanarak, karınlarından, boğazlarından, kollarından, omuzlarından, suratlarından süngülenerek sorgulandılar.

    yakalanan başka deniz piyadeleri bilgi almak amacıyla değil, yalnızca cezalandırma amacıyla işkenceyle öldürüldüler. geceleri bütün bir bölüğün duyduğu çığlıkları atan deniz piyadeleri bulunduklarında kimlikleri tespit edilemeyecek hale getirilmişlerdi.

    piyadelerin kemerlerine çengellerle japon kulakları takarak gezmelerinden sonra marine corps mutilasyonun suç olduğuna dair bir emir yayınlamış olsa da bu noktadan sonra mutilasyon sistematik hale gelecekti.

    silah arkadaşlarının japonlar tarafından canlı canlı kesilmiş cesetlerini görmelerinin dışında, amerikan propagandası japonları askerlerine ve sivil amerikalılara italyan ve almanlardan farklı olarak insan olmayan, hastalıklı fareler olarak gösteriyordu.

    görsel

    amerikalılar ormanların içinde onlarca ölü verip yüzlerce düşman öldürürken, çarpıştıkları, boğuştukları düşmanı insan değil hastalıklı yaratıklar olarak görecek hale gelmişlerdi.

    dolayısıyla esir aldıkları japonlara savaş hukukunu uygulamadılar.

    pasifik'deki müttefik askerlerinin esir aldıkları japonları öldürmelerinin, vücüt parçalarını ganimet olarak almalarının bir diğer nedeni de içerisinde bulundukları durumdan avrupa'daki askerlere kıyasla çok daha fazla nefret etmeleriydi.

    sıtma, enürezis ve hatta günümüzde genellikle köpeklerde görülen, kanlı ishal, halsizlik ve iştahsızlık şeklinde belirtiler gösteren parazit türü olan giardia lamblia gibi bir insanın yaşayabileceği en iğrenç hastalıklardan muzdariptiler.

    mental ve fiziksel olarak avrupa, akdeniz ve kuzey afrika'da askerlerden çok daha fazla harap olmuş durumdaydılar.

    14 yaşındaki çocuk japon askerleri bile teslim olmalarına rağmen öldürecekler, ağır yaralanmış japon askerlerin altın dişlerini kasaturayla sökecekler, ve kafataslarını ve kafaları, ağaçlara kontrol noktalarına ve jiplerine, botlarına asacaklar,

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    tümenlerinin sombollerine boyayacaklar

    görsel

    hatta kafataslarını pişirip temizledikten sonra nişanlılarına hediye olarak yollayacaklardı.

    görsel

    22 mayıs 1944'de life dergisinde haftanın fotoğrafı seçilmiş olan bu fotoğraftaki yirmili yaşlarının başındaki kadın nişanlısına bir teşekkür mektubu yazıyor. kafatasına ''tojo'' ismini vermiş.

    bu bile tek başına amerikalıların japonları ne kadar dehümanize ettiklerini anlatmaya yetiyor.

    pasifik'de göğüs göğüse çarpışmalar, süngü hücümları avrupadan daha sık yaşanıyordu.

    keskin nişancı tarafından vurulup ölmesinden önce, bir japonu öldürmekte kullandığı bıçağı hala elinde tutan bir amerikalı, görsel

    1939 yılında, ortalama bir japon erkeğinin boyu 162 iken, bir amerikan erkeğinin boyu 176 idi, ortalama bir japon askeri 1935'de 52.9 kilogram, 1941'de ise 53,1 kilogramdı. orduda tüberküloz salgını vardı ve 1940 yılında kadar seferberlikle orduya alınan askerlere radyografi kontrolü yapılmadı.

    amerikalılar fiziksel olarak japonlardan daha büyüklerdi, temiz suya daha iyi ulaşabiliyor, daha iyi besleniyor ve daha iyi tedavi ediliyorlardı.

    abd bir yarı otomatik piyade tüfeğini seri üretmiş ve hizmete sokmuş ilk ülkeydi, japonların bolt action arisaka tüfeklerinin aksine amerikalılar m1 garand yarı otomatik piyade tüfekleri kullanıyorlardı. bu ormanın içinde icra edilen bir savaşta çok büyük bir avantajdı, ancak yine avrupa'daki amerikan askerlerinin aksine pasifik'deki deniz piyadelerine her askeri onunla donatacak miktarda m1 garand sağlanmamıştı.

    amerikalılar tarafından birinci dünya savaşında kullanılmış ve avrupa'da keskin nişancılar tarafından kullanılan m1903 springfield pasifik'de 1942-43 boyunca deniz piyadelerince, hatta piyadeler arasından özel olarak seçilen marine raiderlar tarafından bile kullanıldı.

    papua yeni gine, 1943

    dolayısıyla pasifik'deki askerler avrupa'ya kıyasla daha hem daha fazla fiziksel münakaşaya giriyordu, hem de bunu daha kısıtlı imkan ve olanaklar dahilinde yapıyorlardı, zira yeni gine ormanında bir m1 garand fransa'da sağlayacağından daha fazla avantaj sağlardı.

    japon askerlerinin bulunduğu koşullar amerikalılara göre kat kat daha kötüydü. yeni gine'de tüm sebeplerden 7,000 avustrayalı ve 4,684 amerikalı ölürken yalnızca hastalıklardan 13,000 japon askeri ölecekti.

    ölen toplam japon askeri sayısı 202,000'di.

    koşulların daha kötü olmasının nedeni amerikalıların sürekli japonları mevcut konumlarından sürmesi, altyapılarını vurması, sevkiyatları vurması ve bloke etmesi falan değildi.

    japon ordusu geç mekanize olmuştu ve müttefiklerle savaşaya başlamasından daha önce işgal ettiği çinde de bir sürü geniş çaplı hastalıktan on binlerce zayiat vermişti.

    güney pasifik adaları birliklere asya anakarasına kıyasla da, dünyanın birçok yerine kıyasla da birlikleri hastalıktan uzak tutmanın ve gerekli mikatarla ilaç, tibbi ekipman etc. sevkiyatını sürdürmenin en zor olduğu yerlerdendi.

    abd inşaat mühendisliğinde dünyadaki en güçlü ve gelişmiş ülkeydi; vanatu ve guam'dan papua yeni gine ve okinawa'ya, pasifik boyunca uzanan eş zamanlı olarak milyonlarca adama temiz su sağlayabilecek bir su arıtma ve filtreleme zinciri inşa etti.

    avrupa'da ise bundan ordu sorumluydu.

    su arıtma üniteleri, 19 temmuz 1944, fransa.

    bu altyapı ve erdlator isimli mobil su arıtma üniteleri sayesinde, abd duştan gıda yıkmaya ve içme suyuna okyanus ötesinde asker başına günlük 75 litre temiz su sağlayabiliyordu. tek bir erdlator günde 4,000 ila 12,000 litre arasında temiz su arıtabiliyordu.

    görsel

    abd lojistik ve mühendislikte mihver ordularının hayal dahi edemeyeceği seviyedeki bir süpergüçtü, tamamen mekanize olmuş bir silahlı kuvvetlere sahipti, ancak mihver orduları bir yana, müttefik ordularından da farklı olan yanı inşaat ve mühendislik birimlerinin tamamen mekanize olmasıydı.

    almanlar cephe hattında köprü kurmayı, bir yolu onarmayı ve inşa etmeyi şu şekilde hallederlerken,

    görsel

    amerikalılar bu şekilde hallediyordu,

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    bu mekanizasyon amerikalılara çok daha az adamla çok daha fazla şeyi çok daha hızlı yapma avantajı sağlıyordu.

    uçaklarla taşınabilen buldozerler, modern forkliftler, kimse bunları konsept olmanın ötesine geçirememişti, zira bu tip araç ve ekipmanlar 1940'ların ilk yarısı için ileri ve aşırı lükstü, ve konsept olmanın ötesine geçirilse dahi böyle bir makineleşmeyi dünya üzerinde hiçkimsenin altyapısı destekleyemezdi, amerika hariç.

    örneğin barber-greene şirketi tarafından üretilmiş bu araç, carentan'daki bir hastaneye su sağlayacak bir boru hattı için kazı yapıyor. mihver orduları bunu elle hallediyordu, ancak dediğim gibi, o dönem dünyada neredeyse her milletin bunu halletme şekli zaten buydu.

    tüm bunlara pasifik cephesinde avrupa'da olduğundan daha fazla ihtiyaç vardı.

    amerikan ordu mühendislerinini donanma muadili olan donanma inşa bölükleri yada seabee bölükleri pasifik'de temiz su sağlayarak belki on binlerce amerikan, ingiliz, avustralyalı, yeni zelandalı ve hollandalı akseri hayatını kurtarmıştı.

    ancak tüm bu endüstriyel ve teknolojik üstünlük, üzerinde miğfer dışında zırh namına hiçbir şey olmadan siper alınabilecek hiçbir şeyin olmadığı bir sahilde koşan bir piyadeyi korumayacaktı.

    deniz piyadelerinin tarawa'ya amfibi saldırıya başlamalarından sonra, sadece 76 saatte 1,076 amerikalı ve 4,690 japon ölecekti.

    görsel

    görsel

    önce tarawa, sonra saipan; japonlar, kendi kültürleri ve imapatorluk ordusunun yönettiği bir japona'da yetişmenin getirdiği hastalık derecesinde fanatik bir mentalite nedeniyle teslim olmuyorlardı, kesin ölüm, zafer, yenilgi, hiçbir halükarda geri çekilmediler ve teslim olmadılar.

    iwo jima adasına adasına gemi toplarının kustuğu ölümün dışında, sadece uçaklardan 5,800 ton bomba yağdırılmıştı, amiral chester w. nimitz adanın kolayca amerikalıların eline geçeceğini düşünüyordu. 70,000 adamdan oluşan 3 marine corps tümeni japonlarla adada 36 gün kesintisiz çarpışacak, 7,000 deniz piyadesi ve 18,000 japon ölecekti. japonların teslim olmasını bırakın, ada ele geçirilip orduya devredildikten sonra adanın altındaki tünelde hayatta kalan ve yakalanamayan japonlar aylar boyu amerikalılara vur kaç saldırıları düzenlemeye devam edecekti.

    pillbox denen müstakhem pozisyonların, tünellerin ve mağarların çok daha feci kayıplar verilmeden ele geçirilmesini sağlayan şey ise alev makinesi tanklarıydı.

    gif

    amerikalıların daha önce birçok yerli prototipini yaptığı ve pasifik'de m3 stuart tankında kanada yapımı ronson alev makinesiyle denediği bu konsept m4 sherman tanklarına adapte edildi.

    137 metreye bir dakika boyunca kesintsiz alev püskürtebilen alev makineleriyle donatılmış sherman tankları japonlara cehennemi yaşatırken birçok amerikalının da hayatını kurtardı.

    713. tank bölüğü 9 nisan 1945'den 30 haziran 1945'e kadar kesintisiz savaştı ve 4,788 japon öldürdü.

    yakıcı/yangın çıkarıcı silahlar avrupa'da da anti-personel rolünde kullanılıyordu, 100 yaşındaki bir 91. piyade tümeni gazisi, italya'da pozisyonları beyaz fosfor yüklü top mermileriyle vurulduktan sonra almanların koşarak bıçakla derilerinden fosforu çıkartmaya çalıştıklarını anlatıyor.
    beyaz fosfor hakkında, (bkz: #136184807)

    ancak bu tip mühmmat ve bombaların pasifik cephesinde kullanımları daha yaygındı çünkü hem daha müsait bir fiziksel ortam vardı hem de yakıcı mühimmat ve bombalara daha çok ihtiyaç vardı.

    tankların 830-1100 litre civarında taşıdığı napalmla kalınlaştırılmış benzin hedefindeki kişilerin vücutlarını yakmıyordu, vücütlarını eritiyordu.

    pasifik hem kendi coğrafi doğası gereği, hem de çarpışmanın doğası gereği avrupa'dan daha vahşiydi.

    buna rağmen japonlar yine de teslim olmayacaklardı. iwo jima gibi, iyi organize olmuş yerlerde de, imkan ve olanakların hiç olmadığı yerlerde de japonlar ölene kadar savaşacak, intihar edecek, intihar sardıları düzenleyecek, sivilleri kalkan olarak kullanacak ve toplu intihara zorlayacak ama asla teslim olmayacaklardı.

    peleliu muharebesinde 1,460 amerikalı ve 14,000 japon öldü. okinawa'da 12,500 amerikalıya karşı 142,058 japon cesedi sayılacaktı. cesetlerin 42,000'i üniformasız sivillerdi.

    imparatorluk japonya'daki öğrenci kızlar ve öğretmen kadınları hemişere olarak almıştı, onlara çarpışmalardan uzak olacaklardı söylenmişti, ancak okinawa'ya gönderildiler, mühimmat taşıdılar, ameliyatlar, ampütasyonlar yaptılar. amerikalılar ve japonlar arasında çapraz ateşte kaldılar, 18 haziran 1945'de ameliyat merkezi amerikalılar tarafından beyaz fosfor mühimmatlarıyla vuruldu, 5 öğretmen ve 46 öğrenci feci şekilde öldü.
    toplamda 211 öğrenci ve 16 öğretmen öldü, bu oraya gönderilen toplam öğrenci ve öğretmenlerin yüzde seksenine tekabül ediyordu.

    abd filipinleri tekrar ele geçirirken en büyük muharebe filipinler'in başkenti olan manila'da gerçekleşecek, manila yerle bir olacak, 1,010 amerikalı ölecek ve 16,665 japon cesedi sayılacaktı. japonlar kaçarken sivilleri öldürecek ve hem katilamlarda hem de çarpışmalarda toplam 100,000 sivil ölecekti. savaş boyu toplam ölen filipinli sayısı ise bir milyondu.

    pasifik adalarının hakimiyeti için süren çarpışmalarla eş zamanlı olarak okyanusun hakimiyeti için donanmalar arasında da çarpışmalar sürüyordu.

    pearl harbor'a baskın düzenlendiğinde orada hiçbir amerikan uçak gemisi yoktu, bu nedenle o esnada abd donanmasının hizmetinde olan tüm dört uçak gemisi de saldırıdan kurtulmuştu.

    saldırıdan 180 gün sonra gerçekleşen midway muahrabesinde 4 japon uçak gemisi batırılacaktı. bu noktadan sonra abd donanması japon donanmasını üstün gelmeye başlasa da, bu iki taraftadan da çokça zaman, efor ve can alacaktı.

    midway'den bir ay sonra japon ve amerikan donanmaları sonra salomon adaları denizindeki ilk büyük çarpışmalarına girecekti, bir japon gemisi bile batmezken 4 amerikan kruvazörü batacak ve 58 japona karşı 1,077 amerikalı ölecekti ve guadalcanal'deki deniz piyadelerine gelen ikmal belirli bir süre kesilecekti.

    solomon adaları denizinde abd donanması iki zafer kazanırken japon güçleri guadalcanal'dan çekilirken amerikan ve japon donanmaları arasında gerçekleşen muharabede yine japonlar üstün gelecekti.

    amerikalıların ve japonların tonaj olarak gemi üretimi şu şekildeydi;

    1939 :

    abd : 376,419 ton

    japonya : 320,466 ton

    1940 :

    abd : 528,697 ton

    japonya : 293,612 ton

    1941 :

    abd : 1,031,974 ton

    japonya : 210,373

    1942 :

    abd : 5,479,766 ton

    japonya : 260,059 ton

    1943 :

    abd : 11,448,360 ton

    japonya : 769,085 ton

    1944 :

    abd : 9,288,156 ton

    japonya : 1,699,203 ton

    1945 :

    abd : 5,839,858 ton

    japonya : 599,563 ton

    toplam üretim :

    abd : 33,993,230 ton

    japonya : 4,152,361 ton.

    abd savaşta toplam 324,750 uçak üretirken japonlar 76, 320 uçak üretmişti. amerikalıların sadece 1944'de 96,318 uçak ürettikleri göz önünde bulundurulunca midway'i abd donanması kaybetmiş olsaydı ya da pearl harbor baskını esnasında uçak gemileri yok edilmiş olsaydı dahi eninde sonunda amerika'nın üstün geleceği barizdir.

    kaynak

    abd'nin düşmanına yalnızca endüstriyel olarak değil, teknolojik inovasyon olarak da üstün gelmesi gerekiyordu.

    bu bağlamda en önemli etmenlerden biri atış kontrol sistemleriydi. atış kontrol bilgisayarları abd donanmasında ilk olarak 1917'de sperry( o zamanki adıyla sperry gyroscope company ve ford tarafından üretilen mark ı ile hizmete girmişti.

    25,600 metrede gerçekleşen bir çarpışmada ateşlenen 406 milimetrelik bir top mermisinin hedefe çarpması 40 saniye alıyordu, 25 knotluk hızla ilerlemekte olan hedef gemi, 40 saniye önce olduğu yerden 510 uzakta olacaktı. bu nedenle mühimmatın hedefi vurabileceği şekilde ateşlenmesi*, dolayısıyla da bunun hesaplanması gerekiyordu.

    bu bilgisayarlar çeşitli faktörleri hesaba katarak hareket halindeki bir gemiden başka bir hareket halindeki gemiye ateş ederken topların tam olarak ateşlenmesi gereken açı ve konumu hesaplıyorlardı.

    ''bilgisayar'' diye tanımlansanalar da bu günkülerin aksine dijital değil, dişliler ve döner göstergelerden oluşan makinalardı.

    görsel

    görsel

    gemilerinde atış kontrolü için mekanik bilgisayara sahip olmuş olan ülke ingiltereydi.

    jutland deniz savaşında atışlardan sadece 3'ü direkt olarak alman gemilerini isabet etmişti, aslında bu oran 1910'lu yıllarda kuzey denizinde 10,000-20,000 metre arasında gerçekleşen bir çarpışma için kötü sayılmazdı, ancak yine de birinci dünya savaşının sonunda bu sistemlere sahip devletleri teknolojiyi daha da geliştirmeye zorlayacaktı.

    sperry firmasının kurucusu olan elmer ambrose sperry'nin 1908'de patentini aldığı gyrocompass ilk olarak 1911'de hizmete girmişti.

    gemilerin yalpalama hareketlerini engellemek için bir stabilizatör olarak kullanılan versiyonu 1917'de uss henderson gemisinde hizmete girerken, aynı yıl bir atış kontrol sistemine entregre ilk mesafe bulucu olan ford rangekeeper mk 1. de uss texas'da hizmete girmişti.

    iki savaş arası dönemde abd'nin ingiltere dahil dünyanın geri kalanına karşı avantajlarından belki de en büyüğü savunma bakanlığı bünyesindeki bir laboratuvara yada ordu için ar-ge programına fon ayırmıyorken de teknolojisinin gelişmeye devam etmesiydi. içerisinde dünyanın geri kalanıın toplamıyla karşılaştırabilir büyüklükte bir pazar olduğundan radyodan otomobil aksamlarına şirketler sivil pazar için birbirleriyle yarış yarışa abd'yi dünyanın geri kalanın önüne taşımıştı.

    özellikle başta olmak üzere gösterge ve görüntülenme sistemlerinde, crt monitör yada güzide türkçemizdeki adıyla '' tüplü televizyon'' gibi ilerlemeler, ikinci dünya savaşının ppi* türevi radar, radarın taradığı alanın için sanal görüntüleme ve atış kontrol sistemlerinde abd'yi daha savaş başlamadan herkesin önüne geçirmişti.

    1930 yılında ford'un ürettiği mark 1 analog atış kontrol bilgisayarı dünyanın en gelişmişiydi, 1930'lu yılların ortasında ortasında bir radar anteni olmayan mark 33 atış kontrol sistemi ile birlikte hizmete girmişti.

    daha sonra mark 37 atış kontrol radarı ile birlikte hizmete girdi.

    ''ship gun fire-control systems'' yada gfsc gemi topçusunun gözleri ve kulakları gibi çalışıyorlardı.

    1925 yılında, güç üretmeyen ancak aşka motorlara ya da üretece bağlandığında bunların aynı anda dönmeye başlamasını, aynı hızla dönmesini, aynı anda durmasını, yani eşlemeli çalışmalarını sağlayan bir cihaz olan ''selsin'' üretilmişti. 20-25 santim arası büyüklükteki bu cihazlar bir nevi yeniden icat edildi ve yetişkin insan yumruğu boyutuna getirildi, bu da senkro olarak bilinen cihazı ortaya çıkardı.
    görsel

    mark 1'deki senkro, elektrik kontaklarını kapatan ve açan, sırayla servo motorları çalıştıran, durduran ve çalıştıran kam mili benzeri mekanizmaları konumlandırıyordu;

    servo motorlar da aslında bilgisayardaki çeşitli öğeleri döndürmek, ayarlamak veya ayarlamak için gereken gücü, sanki servo söz konusu öğeyi gerçekten konumlandırmış gibi doğru bir şekilde sağlıyordu.

    bu bir otomasyon devrimiydi. washington deniz silahları konferansı her ne kadar savaş gemilerini; savaş gemilerindeki sistemleri, silahları geliştiren üreten, şirket ve merkezleri ayrılan fonu ve çalışan insan sayısını duraklatmış hatta azaltmış olsa da amerikan sivil teknolojileri gelişmeye devam etmişti.

    abd 1930'da ilk radar araştırma ve geliştirmelerine başlamıştı.

    30'lu yıllar boyunca radar ve radar ekipmanlarını geliştirmeye devam etti, radarlar ilk defa bir amerikan savaş gemisinde nisan 1937'de kullanılacaktı.

    1938'de hizmete giren xaf adlı deneysel radardan önceki radarlar, ''pre-xaf radar'' olarak adlandırıldılar. abd'nin ürettiği ilk hareketli radar anteni olan bu sistem de onlardan biri.

    xaf uss new york üstünde

    bunların neredeyse hepsi amerika birleşik devletleri deniz kuvvetleri araştırma laboratuvarı
    amerika birleşik devletleri deniz kuvvetleri araştırma laboratuvarı tarafından geliştirilmişti. rca firması xaf ve 1939'da ortaya çıkmış bir radar olan cxz 'yi daha da geliştirerek cxam isimli bir radar sistemini üretti. cxam prototiplerle sınırlı kalmayacak ve seri üretilip abd donanmasını hizmetine girecekti.

    1941'in sonunda; ingiliz donanmasının hms delhi kruvazörüne mark 37 sistemi konuşlandırıldığında ingilizler bundan oldukça etkilendiler ve hacs sistemlerinin halefi olarak satın almaya başladılar, ingiliz detroyerleri ve uçak gemilerinde hizmete girmeye başlasa da abd donanması korkunç bir şekilde büyümeya başaldığı için teslimatların devamı gelmedi.

    mark 38 ise 37 ile birlikte hizmete girecekti.

    1940 yılında, battle of the britain sürerken tizard mission adı verilen bir kooperasyon programı dahilinde ingilizler ve amerikalılar birbirlerini nükleer silahlardan yakıt tanlarına uzanan birçok konuda birbirlerini bilgilendirdiler, dizaynları paylaştılar ve birbirlerinin sistemlerini test ettiler. bu noktada ingilizler cavity magnetron o anki radarlarla karşılaştırıldığında anomali kısalıkta dalga boyları üretebilen ''mikrodalga radarlarına'' sahiptiler. (bkz: #141526651) burada değinmiştim.

    bu teknolojiyi kullanan kara bazlı atış kontrol radarlarına sahiptiler. buna gun laying radar mk ııı yada kısaca gl mk. ııı demişlerdi. bunu sicilya'da amerikan birlikleriyle birlikte kullanırlarken amerikalılar henüz bunun yerli versiyonunu hizmete sokmamışlardı ve mikrodalga radarına değil geleneksel radara sahip atış kontrol sistemleri kullanıyorlardı. ancak ingilizler scr-268 adlı bu radarın kendilerininkinden daha ölümcül ve isabetli olduğunu görürler.

    gemilerin atış kontrol sistemlerindeki mekanik bilgisayarların karadaki karşılığı diyebileceğimiz predictor yada director olarak tanımlanan bu sistemlerde abd dünyanın en gelişmiş teknolojiye sahip ülkeydi.

    abd hükümeti , cavity magnetron teknolojisi kullanan, scr-268 gibi 90mm m2 topuyla çalışan ve bir kamyonla taşınabilecek mobil bir atış kontrol radarı talep etti.

    ve scr-584 ortaya çıktı.

    bombardıman uçağı büyüklüğündeki hedefleri 64 kilometre uzaktan tespit edebilen ve 28 kilometreden itibaren onları otomatik olarak hedefleyebilen ve bir kamyonla taşınabilen bu sistem ikinci dünya savaşı zamanı için bir bilimkurgu teknolojisiydi.

    amerikan 90mm m3 topçusu britanya üzerinde 2000'den fazla v-1 füzesi,
    antwerp limanına atılan 5,211 v-1'lerden ise 5,000'inden fazlasını imha edecekti.
    anttwerp'e düşen v-1 ve v-2leri havada yok ederlerken.

    ancak buna rağmen sistemin en ölümcül olduğu rol uçaksavar rolü değil anti piyade rolüydü.

    bulge muharebesinde ss ve wehrmacht birliklerini öyle bir doğrayacaktı ki, almanlar ne tarafından öldürüldüklerini dahi anlayamadılar. savaş bitene kadar teknolojisinin ne olduğunu asla anlayamadılar ve teşhis edemediler.

    general george s. patton proximity fuze'la ilgili ''muharebeyi bizim için kazandı'' diyecekti.

    bu teknolojiler sivil ve asker başka bir sürü teknolojiye ön ayak olacaktı. yakınlık fünyesi baskılı devre kartının ilk defa seri üretilmesine vesile olmuştu. radardaki ilerlemeler sivil meteorolojide de bir devrim olmuştu.
    90mm m3 topunun atış kontrol sisteminin bir parçası olan m3 silah bilgisayarı günümüzdeki ana muharebe tanklarındaki balistik bilgisayarlarının atası oldu.

    gemilerdeki atış kontrol sistemlerinde de durum benzerdi. radarının yerini raytheonun ürettiği sg radarına kadar amerikan gemilerinde mikrodalga radarı yoktu. ancak 1930'larda amerika'da yukarıda değindiğim otomasyon devrimi gerçekleşimişti aslında gerçekleşmeye de devam ediyordu. bu sayede abd aynı anda 20 farklı hesap yapabilen, ve gemi hareket halindeyken bunu sürdürebilen analog bilgisayarlar içeren sistemlerin tek sahibiydi.

    ingiliz donanması atış kontrol sistemlerinin beyni admiralty fire control table a.f.c.t dedikleri birinci dünya savaşı mantığındaki bir sistemi optimize ede de mk vıı table, mk ıx table analog bilgisayarlardan oluşuyordu.

    amerikan gemilerinin beyni ise cıc, yani combat information center idi.

    görsel

    bu modern savaş harekat merkezinin atası olacaktı.

    japonların type 92 adlı analog bilgisayarları vardı. bilgisayarların paraçsı oldukları uzaktan kumanda konusunda abd'den oldukça geri olsalar da optikleri üst kaliteydi ve mürettabat savaştaki tüm donanmalar arasında en iyi eğtililmiş olanlardan biriydi.
    ancak kötü hava koşullarında ve gecede amerikan teknolojisi ezici bir üstünlüğe sahipti.
    japonlar da harekat kontrol merkezinden ziyade ingilizlerinkine daha yakın bir fiziksel komuta kontrol icra ediyordu.

    görsel

    ingilizlerin sağladığı mikrodalga radarının amerikan donanmasında en çok iş gördüğü kullanım alanı uçaksavar kontrol radarı rolüydü.
    amerikalılar bu teknolojinin getirisi olabilecek şeyleri denerken ingilizlerin yapamadığı bir şeyi yapabildiklerini fark ettiler.

    cavity magnetron, yani mikro dalga üreten vakum tüplerini fünyelerin içerisine sığdırabilecek kadar küçük boyutlarda üretmek. ingilizler bu kadar küçültülseler dahi bunun g kuvvetine dayanamayacağını düşünüyorlardı.
    amerikalılar savaştan önce işitme cihazlarının boyutlarının giyilebilir seviyeye gelmesiyle doğan ihtiyaçtan o büyüklükte vakum tüpleri üretmişlerdi. (bkz: #127380930) burada bahsetmiştim.
    içerisinde cavity magnetron olan fünyeli mühimmatlar
    ateşleyen bir silahla senkronize çalışan bir mikrodalga radarı ve atış kontrol sistemi top merisinin çarpmaya veya zamana ayarlı değil, hedefe istenilen uzaklıkta patlatılmasını sağlayabilirdi. bu hedef bir v-1 füzesi yada bir avcı uçağı gibi hareketli bir hedef olsa da geçerli olduğundan modern savaşta bir devrim demekti.

    bir top mermisini hedefe çarpmadan patlatmanın kullanım alanı da on binlerce ton zırhlı japon savaş gemileri değil, doğal olarak kamikaze uçakları olacaktı. japonlar binlerce kamikaze saldırısı düzenledi, 3,800 kamikaze pilotu ve büyük çoğunluğu amerikalı olmak üzere 7,000 müttefik donanmaa personeli öldü. on binlerce mürettebatının ölmemesinin sebebi yakınlık fünyesiydi.

    18 ocak 1945 gecesi kamikazeler açılan uçaksavar ateşi, okinawa

    görsel

    japonya ile abd arasında farkın en fazla açıldığı yerlerden biri buydu, uçaksavar teknolojisi.

    sibuyan denizinde japon gemilerindeki yüzlerce uçaksavar namlusu toplam 18 uçak düşürebilmişti.

    filipinler denizi savaşında 600'den fazla japon uçağı düşürülecekti.

    amerikan gemilerinde en fazla japon uçağı düşürüen silah 40mm boforsdu.

    japonların 25mm type 95'lerindeki nişangahların aksine abd'nin 40mm silahlarındaki computing gyro nişangahların isabet oranını büyük ölçüde arttırıyordu. avrupa'da almanlar bu tipteki nişangahları yüzlü sayılarda luftwaffe hizmetine sokabilirken abd'nin binlerce avcı uçağına sağlaması avrupa'da amerikalıların hava üstünlüğünü ele geçirme nedenlerinden biriydi.

    aynı zamanda 40mm silahların
    atış kontrol sistemleri yine özellikle kötü havalarda ve geceleri japon donanmasına karşı üstünlük sağlıyordu.

    raytheon'ın sg radarlarından sonra general electric sk radarını geliştirdi. bu radarın görüntüleme sistemi olarak a scope yerine amerika birleşik devletleri deniz kuvvetleri araştırma laboratuvarınca geliştirilmiş bir ppı kullanıyordu.

    görsel

    abd mark 1'in yerini alması için scr-584'deki m9'a benzeyen mark 8 bilgisayarını geliştirmişti.
    fotoğraf uss iowa'dan. uss iowa 1944'e gelindiğinde, hareket halindeyken, ufuğun arkasına ateş açıp ufuğun ardında bulunan hareket halindeki bir gemiyi vurabiliyordu.

    amerikalıların en sorun çıkaran ve etkisiz kalan ürünü torpidolarıydı.

    en yaygın kullanılan torpidoların sorunlarını çözmek neredeyse 2 sene alacaktı.

    ancak nihayetinde abd savaştaki hiçbir donanmanın sahip olmadığı kadar gelişmiş torpido atış kontrol bilgisayarı üretecek, ve onu daha da geliştirecekti.

    torpidolarındaki işlevsizlikleri düzeltirken yeni torpidolar üretiyor ve hizmete sokuyordu.

    abd'nin modellere göre torpido üretimi gemilere göre sabet oranı

    görsel

    kaynak

    kaynaktaki yazanının devamı için

    amerikan denizaltıları amerikan uçakları ve gemilerinden daha fazla japon gemisi batırdılar.
    batan tüm japon gemilerinin yüzde 56'sı amerikan denizaltıları tarafından batırıldı.
    bu 1,200 gemi ve 200 savaş gemisi demekti. batan 334 japon savaş gemisinden neredeyse 200'ünü amerikan denizaltıları batırmış, bütün japon donanmasının yüzde otuzunu amerikan donanmasının denizaltıları imha etmişti.

    filipinler denizi tarihin en
    büyük deniz muharebelerine sahne olacaktı. pearl harbor'dan leyte körfezi muharabesine, guadalcanal'dan okinawa'ya en önemli işi yapan şeylerden biri uçaklardı.

    grumman f4f wildcat zırh ve yakıt tankları konusunda aslında gelişmiş bir uçak olsa da savaşın başlarında en çok karşılaştığı japon uçağı olan mitsubishi zeroya karşı yetersiz kalıyordu. brewster f2a bufallo uçakları ise japon uçaklarına karşı çok daha yetersizlerdi. hollandalılar ve ingilizlerle birlikte deniz piyadeleri tarafından da kullanıldılar ve ağır kayıplar verdiler.
    kış savaşında finlandiyalı as pilotları büyük çoğunlukla bufallo uçaklarıyla uçtular.

    f4 phantom'dan sonra en uzun süre imallatta kalacak amerikan uçağı olan f4u corsair hem wildcat ve bufallo'dan avcı uçağı olarak da, yakın destek uçağı olarak da daha gelişmiş ve başarılı bir uçaktı, hem de savaş sırasında da daha büyük sayılarda üretilecekti. ancak corsair abd'nin pasifik'de mesken tuttuğu topraklardaki hava alanlarından kalkıyordu, kasım 1944'e kadar uçak gemisi tabanlı bir uçak olarak kullanımına giremeyecekti. kamikaze saldırıları ekim 1944'de başlamıştı zira hava üstünlüğü artık japonların akıllarının ucundan bile geçirebilecekleri bir şey değildi.
    çünkü grumman f6f hellcat 1943'de sahneye çıkmıştı. hellcat tek başına amerikan donanma uçaklarının pasifik savaşında düşürdüğü tüm uçakların yüzde yetmiş beşinden sorumluydu.
    f6f hellcat toplam 5,223 uçak imha etti, avrupa'da 9081 uçak düşüren p-51 mustang'den sonra tüm müttefik uçakları arasında en başarılı olanıydı. kill ratio'su 19'a 1'di.

    bufallo uçakları aichi d3a pike bombardıman uçaklarına eskortluk eden mitsubishi zero'lara av olmuşlardı. amerikalılar pasifik'de hava üstünlüğünü elde ettikçe grumman tfb avenger, douglas sdb dauntless sb2c helldriver gibi amerikan uçak gemisi tabanlı pike bombardıman uçaklarının sorti sayısı, sıklığı dolayısıyla ölümcüllüğü artmıştı.

    abd japon donanmasını hem denizin üzerinde, hem deniz yüzeyinde hem de denizin altında doğraya doğraya japonya ana karasına dayandığında gerçekleşen muharebeler fiziksel olarak amerikan topraklarına uzaklaştığından amfibi çıkarma harekatlarını destekleyecek üslere ihtiyaç vardı.

    deniz piyadeleri 16 eylül 1944'de deniz piyadeleri peleliu'ya çıktıktan 8 gün sonra 81. piyade tümeni japonların birkaç ay önce terk ettiği bir mercan adası olan ulithi'ye çıktı. guam ve palau arasında denebilecek bir lokasyonda bulunuyordu.

    amerika, tek bir iskelenin bile bulunmadığı ulithi'yi dünya yüzeyinde bulunan en aktif donanma üssü haline getirecekti.

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    japonya adaya birçok saldırı düzenlemeye çalıştı. 20 kasım 1944'de japonların en manyak icatlarından biri olan ''insanlı torpido'' türlerinden biri olan kaiten torpidosuyla yapılan bir intihar saldırısı uss uss missisinewa'yı batırıp 63 mürettabatı öldürecekti.

    elbette ki japonların hepsi hastalık seviyesinde fanatizm mentalitesine sahip değildi. okinawa 11,250 japon silahlı kuvvetler personeli teslim olmuştu. yazının başında amerikalıların ve ingilizlerinin yaptığı mutilasyondan bahsettim. bunun dışında japon esirleri vurmak amerikalılar ve ingilizlerin yanında avustralyalı askerler için de yaygın bir durumdu. abd avrupa ve kuzey afrika'da esir aldığı alman askerleri için bütün amerika boyunca uzanan çalışma kampları kurmuştu. toplam 700 kampta 425,000 alman yaşıyordu. bununla birlikte bu kamplarda italyanlarda bulunuyordu. bununla birlikte 1,881 italyan da tutuklandı ve 300 kadarı kamplarda kaldı. paerl harbor'dan sonra japon amerikalılar 120,000 japonu toplama kamplarına kapatacaktı. (bkz: 1942 japonların abd'de hapsedilmesi)

    ancak abd alman esirlerin çalışma kampları ve japon kökenli insanların bulunduğu kamplarda insan haklarına uygun davrandı. esir almanlar amerikalı bir erin, üçte ikisi-yarısı kadar ödeme alıyordu, gıda ve su ihtiyacı karşılanıyordu.

    ancak yine yazının başında belirttiğim gibi japonlar savaş hukukunu hiçbir halükarda hiç kimseye karşı uygulamadılar.
    batılı esirlerin japon kamplarında gördüğü muamele sovyet esirlerin alman kamplarında gördüklerinde muameleden farksızdı.

    görsel

    görsel

    esir alınan 27,000 amerikalının yüzde kırkı öldü.
    amerikalı esirler sovyet esirlerin aksine büyük çoğunlukla açlıktan değil japon askerleri tarafından birinci elden öldürüldü. japonlar etnik köken farketmeksizin esirleri keyfi olarak işkence yaptı, tecavüz etti, birbirlerini işkence ve tecavüz etmeye zorladı ve infaz ettiler.

    ancak pasifik'de en büyük can kaybını verenler batılılar yada japonlar değil asyalı sivillerdi. japonya çin'i işgal ettiğinde sivilleri gelişigüzel öldürdüler, bütün şehirleri katlettiler, esirlere insanlık dışı muamele ettiler ve sayısız kadını ve küçük kızı fuhuşa zorladılar.
    japon yönetimi altında 5,400,000 koreli iş gücü olarak alındı, kore yarımadası ve mançurya'daki fabrikalarda çalıştırıldılar, 670,000 koreli japonya'ya götürüldü. kimisi direkt olarak orduya alındı kimisi savaş bölgelerinde işçi olarak çalıştırıldılar. tarawa'da 1200 koreli'den sadece 129'u kurtulacaktı. sadece kore ve mançurya'da 270,000-800,000 arası koreli öldü. japon ordusunda koreli binbaşılar, albaylar hatta 7 general görev yaptı.
    japonya 500,000 çinli, koreli, ve filipinli kadını fuhuşa zorladı. büyük çoğunuluğu yirmili yaşlardaydı, 12-17 yaş aralığında olanlar da vardı ve her gün 30, 40 defa tecavüze uğradılar. bu kadınlar dayak yiyip işkence de gördüler, vücutlarına elektrik verildi, bıçaklandılar. hastalık ve enfeksiyonlara karşı kendilerini ilkelce tedavi etmeye çalıştılar. bu kadınlar arasında vietnamlı, malezyalı, taylandlı, tayvanlı yeni gineli hollandalı ve avustralyalı olanlar da vardı. japonya bu kadınlara dair resmi kayıtları yok etmişti.

    japonya çin'i işgal ettiğinde nanjing'de yüz binlerce sivili öldürdü, buna nanjing katliamıyla birlikte nanjing tecavüzü de deniyor çünkü katliam kadar tecavüz de yaygındı. 300,000 kiş öldürüldü, 20,000 ila 80,000 arasında kadına ve kıza tecavüz edildi.
    19 yaşında altı buçuk aylık hamile olan bir kız tecavüze direndiği için bıçaklanmış, suratında 19, bacaklarında 8, karnında ise 2 kesik var. fotoğraf mülteci bölgesindeki bir amerikan okul binasında çekilmiş.

    5 defa süngülenerek öldürülmüş 7 yaşında bir erkek çocuğu. japonlar ilk kimin 100 kişinin kafasını kesebileceklerini dair bir yarışma yaptılar.
    bebekleri süngülediler, canlı sivilleri toplu halde gömdüler, sadece singapur'un içinde on binden fazla çinli öldürdüler, bunun yanında orada 150,000 tamil, ve burma ile tayland'da 90,000 sivil öldürecekti. çinlilerin dışında ölenlerin bir çoğu da ''ölüm demiryolu''ndan ölecekti. burma'daki bu demiryolu inşaatında 250,000 güney asyalı sivil ve 60,000 müttefik esir çalıştırılmıştı, 90,000 sivil ve 12,000 müttefik askeri öldü.

    japon ordusu 4 milyon çinli sivil öldürdü, çarpışmalarda ölenler, hastalıklar ve açlık bu sayısı 10 milyona ulaştırıyordu. bunların dışında henan kıtlığında bir milyondan fazla insan öldü, yine 1943 bengal kıtlığında milyonlarca hintli öldü. japonya çin işgali esnasında kimyasal silahları yaygın bir biçimde kullandı. japonların lewisite, hardal gazı etc kimyasal gazları kullandığı 2000 binden fazla kayıt vardı.
    japonya savaşta 7,500 ton kimyasal gaz üretirken abd 140,000 ürettiği için hidrojen siyanür yüklü el bombalarının kullandılığı bir iki vaka dışında müttefiklere karşı asla kimyasal gaz kullanmazken kimyasal silah üretmekten aciz çin'e karşı yaygın bir biçimde kullandı.

    japonya geniş çaplı bir biyoljik silah programı da yürütüyordu. veba taşıyan pirelerle dolu haznelerden oluşan bombaları çin'e birden fazla defa yağdırdı. japonlar kolera, tifüs, şarbon gibi birçok hasalığı silah olarak kaullanıp yüz binlerce insan öldürdüler. binlerce japon askeri de yine japon ordusunun yaydığı hastalıkları kaparak öldü.

    japonların başta veba olmak üzere çeşitli hastalıkları abd topraklarına taşıyarak amerika'da salgınlar başlatma planlardı vardı.

    ancak gerçekleşmedi. japonya'nın abd ana karasına yaptığı saldırıların en ilginci kanımca yangın çıkarıcı balon saldırılarıydı. 3 kasım 1944'de hokkaido adasından başlayan bu saldırılar 12 ocak 1945'de farkedilecekti. abd, kanada ve alaska'da birkaç orman yangını başlatan yangın çıkarıcı balonlardan abd'ye binlerce yollanacak ve sadece birkaç kişi öldürecekti.

    amerikan uçakları balonları vururken

    ancak 10 mart 1945'de balonlardan biri washington, hanford'da manhattan projesi için plütonyum üreten tesise isabet edecek ve güç kesintisine neden olacaktı. manhattan projesi hakkında (bkz: #145555253)

    japon imparatorluğunun biyoljik silahları geliştirdikleri tesislerden en ünlüsü mançurya'daki birim 731di. burada insanların canlı canlı yemek boruları kesilip çıkarıldı, anneler ve çocuklarına beraber tecavüz edilip sifiliz bulaştırıldı, anestezi olmadan ameliyatlar yapıldı, insanlar -40 derecede bırakıldı, hamile kadınlar doğurduktan sonra bebekleri de tecavüzden kangren deneylerine hepsine tabi tutuldu. ölenlerin en büyük çoğunlupu çinliydi, birçok rus da bu tesiste öldü. koreli, moğol
    , amerikalı, ingiliz, fransız bir denek bile hayatta kalmadı. canlı canlı karaciğerleri ve beyinleri çıkarılan b-29 mürettebatı.

    4-10,000,000 arasında endonezyalı japonlar tarafından zorunlu iş gücü olarak alındı. japon işgalinde 4 milyon endonezyalı öldü, bu 4 milyonun haricinde javada kıtlıktan 2,400,000 milyon endonezyalı daha öldü.

    japonya'nın yürüttüğü tarım faaliyetleri sadece vietnam'da 2,000,000 insan öldürdü.

    pasifik savaşıyla ilgili en çok tartışılan şey atom bombaları olmuştur.
    dünyada birçok kişi bunun hiçbir şekilde kabul edilemez bir insanlık suçu olduğunu söylerken birçok kişi de eğer abd planladığı operation downfall adlı japonya ana karasını işgal harekatını gerçekleştirseydi, japonya tamamen elen geçirilene kadar japonlarca japonun daha öldürülmesini gerekecekti iki yüz bin ölü ahlaki olarak iki milyon iki yüz bin ölüden daha iyidir demektedir.

    evet, bu harekat düzenlense amerikalıların ağırlığını oluşturduğu müttefik güçleri ve hokkaidoya saldıracak sovyet güçleri japonya'yı ele geçirene kadar akılalmaz kayıplar verilecek ve beş milyondan fazla japon ölecekti.

    bu doğru, ancak insanlar bundan bahsederken sanki yine de atom bombaları kullanılmayacak gibi konuşuyor.

    abd'nin japonya'yı işgal planı da atom bombaları içeriyordu. bombalar yalnızca stratejik hedeflere değil, japon tümenlerinin tuttuğu kilit noktalar gibi yerlere atılıp taktiksel olarak da kullanılacaktı.

    savaşta 3.1 milyon japon öldü. bunun 2.1 milyondan fazlası askerdi.

    truman,

    "almanya'nın savaşı kazandığını görürsek, rusya'ya yardım etmeliyiz; ve eğer rusya kazanıyorsa, almanya'ya yardım etmeliyiz bu şekilde birbirlerinden mümkün olduğunca çok kişiyi öldürmelerine izin vermeliyiz." demiş bir adamdı ve curtis lemayin japonya'yı nükleer silahlarla yer kabuğundan kazımasını engellemeyecekti.

    abd 3,000,000 japon daha öldürmesi gerekse de, 30,000,000 japon daha öldürmesi gerekse de japonya'yı alacaktı.

    robert mcnamara, fog of war belgeselinde amerikan hava kuvvetlerinin yaptığı napalm bombardımanlarında yüz binlerce japonun canlı canlı yakılmasını anlatırken ''the us japanese war was one of the most brutal wars in all of human history'' diyor.
    brutal, brutality bu kelimeler pasifik savaşını araştırırken en çok gördüğünüz kelimler arasında oluyor.

    zira aslında ikinci dünya savaşının pasifik cephesini tek bir kelimeyle özetlemek mümkün :

    vahşet.
  • üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen rudolf franz ferdinand höss'ün anılarına bakınca özellikle çocuklar için hala üzülüyor insan. zira auschwitz, majdanek, treblinka gibi, çalışma kampları olarak da kullanılmış toplama kamplarına ait hikayeler gerçekten çok trajik ve yıpratıcı.

    tren vagonlarına doldurularak balık istifi gibi toplama kamplarına götürülen insanlardan yetişkin olanları neyse de, yolculuğun ne kadar süreceği hesaba katılmadan her vagona sadece üç varil su konulmuş olması bir çocuk için zaten başlı başına bir işkence mesela. üç varil ilk bakışta yeterli gibi görünebilir. ancak susuzluğun tam olarak giderilmesini önlemek için su dolu varillerin içine tuz da atmış almanlar. susuzluğa dayanamayıp içtikçe daha çok susuyor ve acı çekiyorsun, akıl alır şey değil.

    yaşça büyük olanlar henüz yolculuğun başında başlayan bu işkenceye dayanmışlar ama bebekler ve ilkokul çağındaki çocukların çoğu yolcuğun henüz başında ölmüş zaten. işin trajik yanı; koku, hastalık ve büyük oranda çaresizlik yüzünden de cesetleri kendi aileleri tarafından vagondan atılmış, atılmak zorunda bırakılmış. aratıp bulamadığım bir detay var ki, tren vagonlarının üstüne banditen yazılması.

    banditen ''haydutlar'' anlamına geliyor. yani tren, yolculuğu boyunca uğradığı her yerde dışarıdan saldırıya uğruyor, taşlanıyor, hatta bazı yerlerde vagonlara ateş ediliyor. durulan ilk birkaç istasyonda yardım çığlığı atan insanların umutlarını taşlarla kırmışlar senin anlayacağın. bir müddet sonra da tren durduğunda bağıra çağıra yardım istemek yerine sessiz kalarak dikkat çekmemeye çalışmışlar zaten.

    yardım çığlıkları ile ilgili rudolf franz ferdinan höss'ün notlarında ilginç bir detay daha var.
    ''önce bir kadının sağır edici bağırışı ve sonra tüm kadınların çığlıkları ağlayan çocukların hıçkırıklarıyla karışıyordu. çığlıklar kabus gibiydi. birden, kadınların çığlıklarına birçok kazın bağırtısı karışıyordu. sonrasında yaklaşık üç yüz kazın bahçede çığlık ve ağlama seslerini baskılasın diye tutulduğunu öğrendim.''

    yazdıklarına göre özellikle auschwitz'te çocukların kampta çok uzun süre yaşamasının imkanı yoktu. hatta çalışamayacak kadar küçük kampa gelir gelmez öldürülüyordu. çalışabilecek olan çocuklar için de kriter boylarıydı. auschwitz'te barakaların içindeki duvarlarda yerden bir metre yirmi santim yükseğe çakışmış çiviler vardı. bir komutan barakaya girer, çocukları barakanın duvarına dizer, saçları çiviye temas etmeyenleri oracıkta öldürürdü.

    konuyla alakalı yine aynı kamptan sağ kurtulmuş birinin yazdığı not var.
    ''durumun ciddiyetini kavrayan küçük çocuklar, boylarını ölçemeye yarayacak duvardaki çivilere yaklaştıklarında boyları alt sınıra karşılık gelebilsin diye parmak uçlarında duruyorlardı.''

    insan nasıl bu kadar kötü olabiliyor inanılır gibi değil.
  • tarihin en büyük savaşı. savaşın gaddarlığını sscb propaganda posterlerinden kronolojik olarak takip etmek de farklı bir bakış açısı sunacaktır.

    1941

    * "anavatan çağırıyor!"
    görsel

    * "düşmanı acımadan yen ve yok et!"
    görsel

    * "düşmanı ezmek için çelikten bir çığ!"
    görsel

    * "hepsi 'g' ile."
    görsel

    * "faşizm'e ölüm!"
    görsel

    * "halk ve ordu yenilmezdir!"
    görsel

    * "iyi savaşıyoruz, umutsuzca savaşıyoruz - suvorov'un torunları, chapaev'in çocukları!"
    görsel

    * "konuşma!"
    görsel

    * "anavatan için!"
    görsel

    * "partizanlar, düşmanı acımadan yenin!"
    görsel

    * "işçi rublemizle halkın savunma fonunu güçlendirelim!"
    görsel

    * "koçbaşı, kahramanların silahıdır!" *
    görsel

    * "vazgeçmeyeceğiz!"
    görsel

    * "moskova'yı savundu!"
    görsel

    * "kış... donmuş nazi haydutları..."
    görsel

    * "sovyetler birliği vatandaşları, kızıl ordu için sıcak tutacak giysiler bağışlayın!"
    görsel

    1942

    * "...geri çekiliyor, ağlıyor."
    görsel

    * "alman işgalcilere ölüm!"
    görsel

    * "büyük atalarımızın cesur görüntüsü bu savaşta size ilham versin!"
    görsel

    * "düşman uçaklarını ateş yağmuru ile karşılayın!"
    görsel

    * "tarladaki bir traktör, savaştaki bir tank gibidir!"
    görsel

    * "karısının onuru, çocuklarının hayatı için."
    görsel

    * "intikam!"
    görsel

    * "haydut faşisti öldürün!"
    görsel

    1943

    * "almanlar'ın dönüşümü!"
    görsel

    * "düşmanı yeneceğime yemin ederim!"
    görsel

    * "sovyet çocuklarını, almanlardan kurtaralım!"
    görsel

    * "sevgili oğlum! ne kadar acı çektiğimizi kelimelerle anlatamam."
    görsel

    * "savaşçı, ukrayna seni bekliyor!"
    görsel

    * "...dinyeper'in suyunu içmek..."
    görsel

    * "alman canavarlarını yen!"
    görsel

    * "bize, hayatlarımızı geri verdin!"
    görsel

    1944

    * "aferin sana!"
    görsel

    * "alman katillere ölüm!"
    görsel

    * "bizim için hiçbir engel yok!"
    görsel

    * "nazi işgalcilerine ölüm!"
    görsel

    * "1944'te yüksek bir hasat elde edin!"
    görsel

    * "faşist canavar için de öyle olacak!"
    görsel

    * "avrupa özgür olacak!"
    görsel

    1945

    * "savaşçı, günler ve geceler seni bekliyor!"
    görsel

    * "ben de seni bekliyordum, savaşçı-kurtarıcı!"
    görsel

    * "kahramanlara selam olsun!"
    görsel

    * "öyle olacak!" *
    görsel

    * "naziler kaçmazsa, düşmanı ininde öldüreceğim!"
    görsel

    * "düşman sinsidir - tetikte olun!"
    görsel

    * "galiplere selam olsun!"
    görsel

    * "muzaffer savaşçının şerefine!"
    görsel

    kaynak: savaş ve zafer posterleri 1941-1945; derleyenler shklyaruk a.f., snopkov p.a., snopkov a.e.
  • hakkında yığınla yalan yanlış bilgi dolanan savaş.

    sözlükteki en popüler yanlış bilgi de şöyle: "almanlar berlin'e rus tankları girene dek sovyetleri işgal ettiklerini sanıyordu çünkü gazeteler böyle yazıyordu."

    işin doğrusu ise elbette bu değil.

    almanlar savaşın gidişatı konusunda iki ana bilgi kaynağına sahiptir. birinci kaynak resmi açıklamalardır. yani nazi iktidarı güdümünde olan gazeteler, resmi devlet yayınları (signal dergisi gibi) ve devlet radyosu bu kaynağı oluşturur. ikinci kaynak ise doğrudan cepheden gelen asker mektupları veya değişim/nekahat/dinlenme vb. nedenlerle ülkeye geri dönen askerlerin kendilerinin aktardığı bilgilerdir. kısmen üçüncü bir kaynak olarak da da yabancı radyolar sayılabilir ama hem alman halkında bu radyo yayınlarını alabilecek cihazların fazla sayıda olmaması hem elektronik karıştırmalar neticesi bu yayınları alamama hem de bu yayınların dinlenmesi ve bahsedilmesinin cezası ölüm olan bozgunculuk veya casusluk suçu sayılması nedeniyle bu kaynağa çok kısıtlı sayıda insan ulaşabilir.

    bu durumda savaşın gidişatı konusunda öncelikli "en güvenilir" bilgi kaynağı cepheden gelen askerler ve cephede olanların yolladıkları mektuplardır. cepheden gelen ve ailelerini ziyaret eden askerler zaten durumun boktanlığını bir şekilde insanlara aktarıyordu. burada tek dikkat edilmesi gereken şey aileniz harici kişilere çok fazla bundan bahsetmemekti çünkü gestapo'nun kurduğu muhbir şebekesi neredeyse her alman sokağında birkaç adet muhbir vatandaş barındırıyordu ve bu muhbirler kulaklarına çalınan her türlü bilgiyi veya uygunsuz gördükleri durumu gestapo'ya rapor ediyordu. muhbir raporları nazi iktidarında dikkate alınan bir bilgi kaynağı olduğundan ailesini ziyarete gelen bir askerin gidip de savaşın berbatlığını ailesi dışındaki birine olanca çıplaklığı ile anlatması zaten büyük bir risk alması demekti.

    cepheden gelen veya oraya giden mektuplara herşey yazılabiliyor muydu peki ? veya şöyle soralım cepheden gelen mektuplara ve cepheye gönderilen mektuplara ne tür sansür geliyordu? bu önemli çünkü hem diktatörlük yönetiminde bu önemli iletişim kanalının denetlenmesi gayet normaldi hem de mektupların incelenmesiyle ortaya çıkarılacak potansiyel "bozgunculuk" suçları ve bu suçun cezalandırılması ile toplumun savaşma azmi güdülenebilirdi.

    bu konuda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta mektuplarda açıkça şikayet etmemekti çünkü açıkça şikayet etmenin hayırlı sonuçları olmazdı. mesela stalingrad'da savaşırken yaralanıp bir şekilde uzaktaki bir sahra hastanesine kapağı atmış bir er iseniz tutup da evdeki annenize: "anne merhaba ben yaralandım. taburum tamamen imha oldu. rusların ucu bucağı belli değil, sürekli takviye alıyorlar. stalingrad'da mahvolduk." şeklinde bir mektup yazamazdınız çünkü tüm asker mektupları askeri sansürden geçiyordu ve bu tip bir mektup yazmak kolayca casuslukla suçlanmanıza neden olabilirdi. aynı şekilde almanya'daki aileniz size: "buradaki durumlar fena, en son çikolatayı 5 ay önce aldık. bizler taş kemirirken nazi partisinden olanlara fazla fazla yiyecek veriliyor" yazamıyordu çünkü gestapo postaya verilen mektuplardan random seçilen örnekleri okuyor, böylece hem halkın ne düşündüğünü net olarak öğrenebiliyor hem de arada fazlaca şikayet edenleri kıstırıp ibreti alem olsun diye cezalandırıyordu. bunun yerine daha hafif ifadelerle ya da ailelerin kendilerince oluşturduğu ufak tefek şifreli laflarla çekilen zorluklar anlatılıyor, işlerin iyi gitmediği vurgulanıyordu. önemli olan nokta şuydu; çizgiyi çok aşmadan, hafif sesle söylenmeniz serbestti. ufak tefek şikayetler olabilirdi ama işlerin toptan mahvolduğunu açıkça yazamazdınız. ayrıca açık açık hitler'i sevmediğinizi, tüm bunların sorumlusunun o olduğunu da yazamazdınız. ilginç olan şu ki bazı durumlarda mektuplarda çok sert ifadelerle yazılan şikayetlerin olması gözardı edilirken özellikle hitler'den olumsuz bir şekilde sözetmek, ne kadar hafifçe yazılırsa yazılsın, kesinlikle affedilir bir durum olmamıştır. bununla birlikte enteresan bir şekilde çoğu mektup açılıp okunmasına rağmen nispeten çok az şikayet eden cezalandırılıyordu çünkü bu mektupların halkın gerçekten ne düşündüğü konusunda gerçek zamanlı bir haber kaynağı olduğu varsayılmaktaydı ve naziler bu değerli kaynağa çok fazla müdahale edip kesilmesini istemiyordu.

    netice olarak almanlar cephede işlerin yolunda gitmediğini resmi bildiriler ve nazi güdümündeki gazete ve radyodan hariç olarak kolayca öğrenebiliyordu. fakat bunu alenen yaymak mümkün değildi. ayrıca günlük iaşelerin giderek azalması, hemen her büyük savaştan sonra erkeklerin olduğu fabrika, işyerleri, okullar vb yerlerin taranarak burada olan erkeklerden uygun olanların askere alınması gibi durumlar işlerin kötü gittiğinin diğer bir belirtisi idi.

    fakat alman propagandasının dönüm noktası stalingrad yenilgisidir. stalingrad yenilgisi öyle büyük ve alman halkında o denli deprem yaratan bir olaydır ki nazi sansür mekanizması ve propaganda makinesi bu olayı halktan gizlemenin kesinlikle mümkün olmadığının farkına hemen varmıştır. o nedenle alman propagandacıları hemen taktik değiştirip topyekün savaş kavramını ortaya attılar ve eğer toplum tümüyle bu savaşa kendini vermezse ulusun tamamen yokolacağı tezi papağan gibi tekrarlanmaya başlandı. tüm nazi propagandası da bir ölüm-kalım savaşı verildiği yönünde halkı iknaya girişti.

    sonuç olarak şunu söyleyeyim almanlar aslında neyin ne olduğunu savaşın sonuna dek bildiler ama konuşamadılar. herhangi bir şekilde nazi partisi harici bir örgütlenme kesinlikle mümkün olmadığından savaşın gidişatı konusunda kimsenin yapacak fazla bir şeyi de yoktu. almanlar cephelerin bir bir çöktüğünü ve ulusça korkunç bir felakete sürüklendiklerini farkediyordu ama nazi iktidarının korkunç uygulamaları bu duruma karşı herhangi bir girişim yapılmasını engelledi.
  • tarihin her zaman galip devletler tarafından yazıldığını ispatlayan en büyük örnek. hava baskınlarında, londra'da, polonya'da, fransa'da, toplama kamplarında (ki son örnek aşikar bir menfaat için savaştan sonra ortaya çıkarılmış gibi davranılmıştır) ölenler insan da; berlin'de, hiroshima'da, nagasaki'de ölenler insan değildir zihniyetinin insanlara empoze edildiği ve bunda başarılı olunduğu; "hitler, mussolini, hirohito faşisttir, katildir, insanlık düşmanıdır, soykırımcıdır, kasaptır; roosvelt-truman, churchil, stalin topraklarını korumuştur ve nefs-i müdafaa yasasından faydalanmıştır." diye bize anlatılmak istenen fakat kimsenin suçsuz olmadığı, insanlık tarihinin en büyük topyekün insanlık suçu...
  • bir sovyet askerinin ikinci dünya savaşı günlükleri

    ilk bölümünü tercüme ettiğim günlüklerin ikinci kısmına ancak vakit ayırabildim. konuyu bilmeyenler şuradan başlayabilirler. (bkz: #117031916) o arada dünyada neler oldu. çin virüsü patladı, kazakistan'da kan gövdeyi götürdü, ruslar ukrayna'ya girdi ve yine milyonlarca insan sebepsiz yere can verdi, vermeye devam ediyor. savaşın çetin günlerinin anlatıldığı bu bölümde son günlerde kulaklarınızın aşina olduğu donbas, harkov gibi bir çok bölgede yaşananlar tarihin bir tekerrürden ibaret olduğunu ıspatlar nitelikte.

    geçen süreçte mesaj atan onlarca yazara sabırları ve gösterdikleri ilgi için teşekkür ederim. kayırjan dedenin torunları da gösterilen ilgiye minnettar, ata yurttan hepinize selamları var. üçüncü bölümü de çok kısa sürede ekleyerek seriyi tamamlayacağım.

    bu bölüme bir de harita ekledim. son bölüme de çizdiği rotanın tam halini ekleyeceğim. böylece güzergahı rahatça görebileceksiniz. savaşın yayıldığı alanın büyüklüğünü idrak etmek için de açıklayıcı olacağını düşündüm.

    birinci bölüm haritası: görsel 1, görsel 2

    ikinci bölüm haritası: görsel 1, görsel 2

    şuraya da günlükten bir kaç sayfanın fotoğrafını koyayım.
    görsel
    görsel
    görsel
    görsel

    günlükte bazı bölümlerde çok kısa notlar, anlık karalamalar mevcut. tahmin edersiniz ki roman şeklinde değil bizzat nefes alabildiği kısa aralarda yazdığı için kopuk gelebilecek paragraflar var. ben olabildiğince bazılarını diğerlerine eklemleyerek ve açıklamalar yazarak toparlamaya çalıştım. anlayamadığınız kısımlar olursa mesaj atmaktan çekinmeyin.

    ikinci bölüm - savaşın göbeğinde

    1942 yılbaşı günü almanlar üzerimize gelerek birliklerimizi yarmayı başardılar. biz bir çiftlikteydik. askerler arasında birden panik başladı. bazıları kaçmaya çalıştı. bizim için pek hayırlı bir yılbaşı olmamıştı.

    nisan ayında voronej üretimi 4 adet zenit uçaksavarı teslim aldık. bizim hiç kullanmadığımız bir silah olduğu için çok zorlandık. her şeyi tekrar baştan tatbik ve test ederek kullanmayı öğrendik. sonrasında bizi trenle harkov şehrine yakın bir yere getirdiler. herkes bir araya geldikten sonra bizi ön cepheye gönderdiler. kuzeyde donetsk nehrinin bir yakasında almanlar diğer tarafında ise biz vardık. yanımızda köy milisleri vardı. bize ise tecrübeliler birliği diyorlardı. bir miktar ilerlemeyi başarmıştık. almanlar kontrollü şekilde geri çekildi fakat bir hafta olmadan mühimmatımız azaldı ve ilerlemeyi durdurmak zorunda kaldık. sonrasında eldeki bütün mühimmat ile defansa çekildik. uçak vurmamız gerekirken tank karşısına dahi çıktık. kış ortası olduğu için soğuktan çok etkilendik. alman uçakları ise sığırcık sürüleri gibi sürekli üzerimizde uçuyordu.

    26.04.1942 günü bizi harkov’dan geri çektiler. tren ile voronezh’e gönderileceğimiz söylendi fakat yol ortasında başka bir emir geldi ve stalingrad’a yönlendirildik. trenden iner inmez ön cepheye sürüldük. elets şehrine doğru ilerlerdik ve bize doğru gelen almanları durdurmayı başardık. devamındaki üç ay boyunca burada savunma hattı kurarak savaştık. bu süreçte uçaksavar birliğimiz bir alman gözcü uçağını kuyruktan vurarak düşürdü. kumandan bir ateş subayını madalya ile ödüllendirdi.

    ekim ayının başında hepimiz muhafız (gvardeyiskiy) birliği nişanı aldık. ayın ortasına doğru bizi saratov oblastının (eyaletinin) atkhar şehirine gönderdiler. gelir gelmez bizim 100 kişiden oluşan birliğimizi tugaya dahil ederek 1. lenin mekanize kolordusuna dahil edileceğimizi bildirdiler. tugayımız; 3 mekanize birlik, 4 kara alayı, 16 topçu alayı, 5 tank alayı, 1 zenit uçaksavar topçu birliğinden oluşuyordu. özellikle bir araya getirildiğimiz bu şehirde tugaya eklemeler yola çıkana kadar devam etti.

    7 kasımdan sonra trenle rubinsk şehrine geldik. burada yüzlerce askeri techizat vardı. bizimle birlikte gelen tankçılar burada tanklarına kavuştular. herkes donatıldıktan sonra don nehri üzerinden geçerek astakhov çiftliğinin yakınlarında diğer birlikleri bekledik. 16 aralık günü tümgeneral ivan russiyanov taaruz emri verdi. alman savunmasını yıkıp onlar kaçana kadar taaruzun durmayacağını belirtti. üç gün sonra 19 aralıkta almanların direnişini kırdık ve geri çekilmeye zorladık.

    astakhov köyünde kolorduyu alman uçaklarından korurken, sabahın erken saatlerinde 17 alman uçağı belirdi ve bataryayı bombaladılar. saldırıda 2 kişi öldü, 3 kişi yaralandı. topçu arkadaşım, kinash'a cesaretinden dolayı 2. derece vatanseverlik savaşı nişanı verildi.

    --- kısa açıklama notu ---

    vatanseverlik savaşı olarak kısalttığım tanım aslında rusça "velikaya oteçestvennaya voyna" yani büyük vatanseverlik savaşıdır. rusya ve diğer eski sscb ülkelerinde hala böyle kullanılır. 2. dünya savaşı sırasında anavatan topraklarını savundukları savaşı sovyetler böyle adlandırmıştır lakin bu isim doğu cephesi dışındaki alanları kapsamaz.

    --- kısa açıklama notu ---

    kış tahmin ettiğimizin ötesinde soğuk geçiyordu. bozkırlarda ilerlerken sığınacak bir yer bulamadığımız için bir çok gece açık alanlarda uyuduk. soğuktan ölenler, ayak parmakları düşenler oldu. her yanımızı ısıran soğuk ve kıt kaynaklar yüzünden çok zor günler geçirdik.

    26 aralık günü almanları geri çekilmeye zorlamaya devam ederken morozov şehrine 30 km kala çok sayıda alman uçağı birliklerimize bomba yağdırmaya başladı. bugün 17 asker, 3 top ve 3 askeri araç kaybettik. ağır bombardımana rağmen biz karşılık vermeye devam ederek bir kaç uçak düşürmeyi başardık. yanı başımızda patlayan bombalar, savaş çığlıkları ve feryatlar artık kulağımızı tırmalamıyordu fakat ölüm korkusu hepsinden baskın çıkıyordu. fiziksel olmasa bile psikolojik olarak çok zorlanıyorduk. bir çoğumuz çıldırmanın eşiğine gelmiştik.

    üç gün sonra tekrar savaşa devam ettik. benim uçaksavar ekibim bir uçak düşürdü. komutan bizi madalya ile ödüllendirdi. 1943 yılının ocak ayında bizi voroshilov kasabası yakınlarındaki cepheye gönderdiler. gün boyu ilerleyerek tam başka bir birliğe yaklaştığımızda alman keşif uçakları yolumuzu kesti. bizim batarya hızlıca kurularak iki uçağı vurmayı başardı. bu yüzden beni “za otvagu” yani cesaret madalyası ile ödüllendirdiler.

    1943 yılı şubat ayının sonlarına doğru bizim birliğin kumandanı olarak atandım. mart sonuna doğru bazı birlikleri cepheden alıp, svatovo bölgesindeki preobrazhenskaya’da dinlenmeye çektiler. bizim taburu ise yeni kurulan tümene katılmamız için 1. tugaya dahil ederek chuguevka’da cepheye tekrar sürdüler. burada almanları durdurduk ve kuzey donetsk’i geçmelerine izin vermedik.

    27 nisan'da emir üzerine preobrazhenskaya köyüne geri döndük ve chuguevka'da 2 uçak düşürdük. yaz başında almanlar (5 haziran) kursk'a saldırdı. ardından 14 haziran'da kolordumuz cepheye yürüdü. 17 haziran günü kuzey donetsk’de almanları iki saat boyunca topçu ateşine tuttuktan sonra almanların takviye hattını kesmeyi başardık. 6-7 saat içinde geçici bir köprü kurarak araçlar ve tankların geçebileceği bir köprü kurduk. bugün bir bataryayı kaybettik. uçaklar teker teker fakat nizami şekilde geliyordu. gün boyu ardı arkası kesilmeden beşer dakika arayla gelerek bombalamaya devam ettiler. yemek için dahi vakit bulamadık.

    atağa kalkan tanklarımızı alman uçaklarından korumamız için emir verildi. iki gün içinde benim birliğim dört uçak düşürmeyi başardı. bugün bir topumuzu ve dört askerimizi kaybettik. beş arkadaşımız ise yaralandı. bataryamız 4 uçağı düşürdüğü için “ı. derece vatanseverlik savaşı nişanı” ile ödüllendirildim. sonra donbas'a geçtik. kolordumuz stalin'den şükran mektubu aldı.

    hızlıca almanların arkasına geçerek birliklerini bölmeyi başardık (arada böyle tarihsiz ve detaysız hızlıca alınmış notlar var. muhtemelen savaşın şiddetinden ötürü her zaman uzun notlar almaya vakti olmamış)

    rossoshi köyünde kaçan birçok alman tankı ve piyadesiyle karşılaştık. bizi görür görmez ateş etmeye başladılar. ateşle birlikte alay düzeni bozarak çevreye dağıldı. benim birliğimden iki asker öldü iki tanesi ise ağır yaralandı. aracımıza ağır makineli tüfek mermileri isabet etti. bazı kurşunlar benzin deposunu vurduğunda yanmaya başladık. şoför ve ben araçtan atlayarak kurtulduk. kurşunların bize nasıl isabet etmediğini, neden ölmediğimizi, hatta nasıl kurtulduğumuzu hatırlamıyorum. belki de biraz geride kaldığımız için şanslıydık.

    sağ kalan bataryaları bir araya toplayarak tekrar cepheye sürdüler. ön cephede bir kaç gün kaldıktan sonra almanlardan kurtarmamız için birliklerimizi zaporozhye şehrine gönderdiler. burada da şiddetli muharebeler devam ediyordu.

    21 eylül 1943 günü almanlar yaklaşık 200 tankın eşlik ettiği bir orduyu üzerimize sürdüler. bugün bizim batarya da piyade desteği ile ön cephede yer alıyordu. henüz savaş yeni başlamıştı ki piyadeler yoğun ateş altında dayanamayıp geri çekilmeye başladılar. emir erim topları alandan çekmek için araca bindiğinde iki tank tarafından arka arkaya vuruldu. oracıkta can verdi. savaş meydanı kan gölüne dönmüştü. bastığımız her yer askerlerin cesetleri veya kopan parçalarıyla doluydu. topları o an kurtaramadık. aklımızı başımıza toplayıp tekrar taaruza geçtiğimiz kısa anlarda ise sırayla 4 topu ve 1 aracı kurtarmayı başardım. bu sebeple “askeri liyakat” madalyası ile ödüllendirildim. çok zor bir gün oldu, çok fazla kayıp verdik fakat savaşı kazandık.

    çok sürmeden zaporozhye şehrini almanlardan temizledik. sonrasında kolordumuz pavlograd şehrini kurtarmak için görevlendirildi. birkaç gün sonra cepheye ulaştık. dinlenmemize izin vermeden ön cepheye sürüldük. almanlar çok sayıda tank ve uçak desteğiyle bizi sıkıştırdılar. petrovo ve soldatskaya adlı iki köye konuşlanarak savunmaya geçtik. zorlu fakat başarılı bir savunma ile almanları geri püskürtmeyi başardık. sonrasında bizi poltava’ya transfer ettiler. 20 kasım günü poltava’ya vardık. sonraki süreçte dinlenme şansımız oldu. kışın ağır günlerini burada yenilenmiş savaş eğitimleri alarak geçirdik. yaz başlarken kolorduya yeni teçhizatlar gelmeye başladı. çok ilginçtir ki hepsi amerikan yapımıydı.

    ikinci bölüm - savaşın göbeğinde

    ilk bölüme çok uzun eleştirileri geldiği için ikinci kısmı biraz kısa tuttum. finalde tabi ki biraz daha uzun olacak fakat bir solukta okuyacağınızdan eminim zira savaşın değişen seyri ile günlükte çok farklı konulara değiniliyor. yakında final bölümü ile görüşmek üzere.

    not: slava ukraini
  • fıkra gibidir.

    bir gün bir faşist* demokratik seçim ile başa geçer ve her yeri işgal etmeye başlar. ardından siksen bir araya gelemeyecek bir kapitalist*, bir emperyalist* ve bir komunist* onu durdurmak için biraraya gelir. ve milyonlarca yaşam son bulur.
hesabın var mı? giriş yap