• (okunmasının gerekliliğine inandığım önsöz: bu bir forum başlığı değildir. belirtmeliyim ki bu entry yaklaşık 6 yıllık bir çalışmanın ürünüdür. üstünde 1999'un sonlarında çalışmaya başladığım bu yazıyı yıllar geçtikçe geliştirdim. hedefim bunu bir müzik dergisinde yayımlatabilmekti, fakat microsoft word'de yaklaşık 70 sayfa tutan böyle bir belgenin bu tip bir yayın organında -kırpılmadan, katledilmeden- basılabilmesinin ancak hayal olabileceğini farkettiğimde de ekşi sözlük koştu yardımıma. ilk olarak aramaya inandım ve bu yazı için yeni bir başlık açmanın daha uygun olduğuna karar verdim. bir sonraki paragraftan itibaren okuyacaklarınız, hevesli dinleyicilere (ve sabırlı okuyuculara) doksanlara damgasını vuran 200 albümün sıralanmasından ibarettir. neden 200? bilmiyorum, geçiniz. öncelikle doksanlı yılların müziği hakkında birtakım ipuçları veren -belki de gereğinden uzun- bir girizgâh okuyacak, ardından bu 200 albümle ilgili bölüme geçeceksiniz. entry'yi sözlüğe yazmadan önce yaptığım yaklaşık bir ay süren bir araştırma ile, bu 200 albümle ilgili sözlükte önceden yazılmış harika entry'ler bulunduğunu keşfettim. bu yüzden bazı albümlerde, o albümü şahsi yorumlarımdan çok daha iyi anlatan entry'lere bkz vermeyi tercih ettim, bu entry'lerin yazarlarını da belirttim. hepsine teşekkür ederim. bazı albümlerde ise kendi entry'lerime bkz vermeyi uygun gördüm. lafı daha fazla uzatmak istemiyorum, buyrun.)

    doksanlı yıllar, 'decade' (10 yıllık zaman dilimi) olarak ele alındığında, müziğin evrimleşme sürecinin son hıza ulaştığı bir dönem. seksenlere pek benzemiyor, yetmişlerle arasındaki fark ise laurel ile hardy'nin kilo farkından az değil. peki altmışlar? en uzak olduğu zaman dilimi kuşkusuz; belki de ortak tek noktaları bob dylan. ancak yine de doksanları, önceki yıllardan tamamen ayrı bir zaman dilimiymiş gibi düşünmek de büyük bir yanılgı olur. doksanların ilk yarısını kasıp kavuran grunge müziği ele alalım: bu türün en popüler iki temsilcisinden biri olan nirvana, pixies'e, breeders'a ve hatta sex pistols'a ve pil'e çok şey borçlu. bir diğer önemli grunge grubu olan pearl jam ise kendilerine en çok ilham veren müzisyenin neil young olduğunu her zaman söyleyegelmiştir. doksanlarda dünyaya hakim olan bir başka müzik türü, brit-pop: her şey blur ve oasis'le başlamadı tabii ki, onlardan önce stone roses vardı. ilk piyasaya çıktığında çok şey vaat eden oasis ne yazık ki yeteneklerini gerektiği gibi kullanamayıp, iki çok iyi albümden sonra hep vasatın altında çalışmalara imza atarak büyük bir hayal kırıklığına dönüştü. blur ise 'brit-pop is dead' tribiyle bambaşka ufuklara yelken açtı. doksanların başında ortaya çıkan ve öncülüğünü massive attack'in yaptığı trip hop içinse yepyeni bir tür demek tam olarak doğru olmayacaktır; trip hop en kabaca deyimiyle hip hop'un görece olarak daha yetkin olan tarafının bir koludur. doksanlı yıllarda popülerleşen bir başka müzik türü olan ambient ise, brian eno'nun discreet music ve music for airports ile david bowie'nin berlin üçlemesi albümlerinden*** etkilenerek doğmuş olarak kabul edilebilir (kuşkusuz bunlardan önce de ambient çalışmalar olmuştur müzik tarihinde, ancak illa ki bir milad vermek gerekirse, etkisi çok güçlü olan bu albümler örnek olarak gösterilebilir). yani görüyoruz ki doksanlı yıllar boyunca hiçbir şey öyle pat diye ortaya çıkmamış, hepsinin ardında uzun yılların birikimi varmış.

    belki de fazla ileri giderek iddia ediyorum ki doksanlı yıllar, en çok başyapıtın müzik dünyasına verildiği decade oldu. popüler müzik tarihinin miladı olarak kabul edilegelen bob dylan'ın 1965 tarihli albümü bringing it all back home'dan bu yana müzik tarihinde pek çok kırılma noktası yaşandı, bunlardan en önemlileri şu şekilde özetlenebilir:
    * beatles ile 'pop' müziğin tüm dünyada kabul görmesi.
    * 1966'da, bir pop grubu olan beach boys'un saykodelik bir albüm olan pet sounds'ı yayımlaması.
    * 1967'de velvet underground'un ilk alternatif albüm olarak kabul edilebilecek olan the velvet underground and nico'yu piyasaya sürmesi ve sürpriz olmayan bir şekilde, hiç satamaması (albümün satışı hala 1 milyonu bulmamıştır), ancak ileri görüşlü pek çok müzisyen adayını etkilemesi ve onları müzik yapmaya itmesi.
    * 1977'de punk müziğinin clash ile alev alıp sex pistols'la patlaması ve kısa bir süre içinde ardında derin bir boşluk bırakarak ortadan kaybolması.
    * ve 1988'de public enemy'nin, hala yapılmış en iyi rap albümü olan it takes a nation of millions to hold us back ile punk'ın bıraktığı yerden öfkeyi belki de daha da güçlü bir şekilde sürüklemeye devam etmesi.

    doksanlı yıllarda ise bu kadar önemli kırılma noktaları yaşanmadı, ancak doksanlarda aktif müzik yapan toplulukların büyük bir çoğunluğu, az önce bahsettiğim akımlardan birinin içine girerek geçmişteki grupların kabataslak çizdiği resimleri daha da belirginleştirmeye ve boyamaya çalıştılar. ve onlar yetmişlerdeki herhangi bir gruptan daha şanslıydılar, çünkü önlerinde birçok seçenek vardı. artık müzik türleri çok çeşitli ve bunlar birbirinin içine öyle karıştı ki, kimse sınıflandırma yapmaya veya kolay kolay bu iyi olmuş bu kötü olmuş demeye cesaret edemiyor. çünkü neye göre iyi, neye göre kötü? artık asıl sorun şu: kalıcı olabiliyor ve başka sanatçılara ilham verebiliyor musunuz? ve beni de bunları yazmaya iten gerekçe bu oldu. içinde güzel şarkılar olan pek çok albüm en iyi 200 listesine giremedi, çünkü kalıcı olduklarına, daha önce söylenmemiş şeyler söylediklerine veya bunları geliştirdiklerine inanmıyordum.

    listeyi tamamen objektif bir bakış açısı ile hazırladım, hiçbir gruba veya sanatçıya torpil yapmadım. bu yüzden üstüne basarak belirtme ihtiyacı hissediyorum: bu liste benim favori albümlerimden oluşmuyor, doksanların en güzel albümlerinden oluşuyor. ayrıca eğer müziğin her türüne yakın olabilen bir kişi değilseniz, listedeki bazı albümlere burun kıvırma ihtimalinizin yüksek olduğu konusunda uyarmak istiyorum sizleri: çünkü rock'tan rap'e, folk'tan trip hop'a, elektroniğe ve ambient'a kadar pek çok türden albüm yer alıyor içinde.

    objektif olduğumu söyledim ve iddiam şunu da içeriyor: grupları/sanatçıları milliyetlerine göre değerlendirme lüksüne sahip değilim. bundan bahsetmemin sebebi şu: doksanlı yılların ortalarında bir ingiliz müzik dergisine göz attınız mı hiç? eğer böyle bir dergiyi** inceleme fırsatı bulmış iseniz, şu muhtemelen dikkatinizi çekmiştir: blur aşağı oasis yukarı, pulp aşağı supergrass yukarı... hemen hemen sadece ingiliz gruplardan bahsederler ve gelenekselleşen yıl sonu listelerinde de ya blur'u ya da oasis'i en tepeye koyarlar. olabilir, öyle takdir etmişlerdir. ancak o yıl güzel şeyler kaydetmiş hiç mi amerikan sanatçı yoktur? hoş, aynı şey amerikan radyoları için de geçerli; onlar da ağırlığı rap'e ve r&b'ye verirler, ve o aralar ingiltere'yi kasıp kavuran brit-pop'u görmezden gelirler, ki bu da yanlıştır. demek istediğim şu: ben ne ingiliz'im, ne de amerikalı. bu yüzden de değerlendirme konusunda milliyetçi davranan dergilerden daha objektif olduğumu iddia etmekteyim, hatta bundan eminim.

    bazı arkadaşlar "neden şu-şu grubun şu albümü listede yer almıyor" diye tepki verebilirler; kendilerince haklıdırlar da (aklıma hemen gelen birkaç örnek: alice in chains - dirt, morcheeba - who can you trust, divine comedy - promenade, hum - downward is heavenward, oasis - definitely maybe, vs... ). muhtemelen o albüm ilk 200'e girememiştir, hepsi bu. listede yer almamış olması, çok iyi bir albüm olmadığı anlamına gelmez.

    bir albümü listeye alırken hangi kriterleri göz önünde bulundurdun diye soracak olursanız, cevaplayayım: aşağıdaki kriterlerden herhangi birini yerine getiren bir albüm listeye girebilir. ama bunları yerine getiren her albüm listeye girecek diye bir kaide de yok, sonuçta 'ilk 200' şeklinde bir sınırlama getirmiş bulunduk.
    * ilk dinleyişte insanı çarpması.
    * her dinleyişte insana keşfedecek yeni güzellikler sunması.
    * basit, sade ve içten olması.
    * karmaşık ve zor anlaşılır olması (ama adamı baymaması); karmaşıklığı sayesinde insanda daha çok dinleme isteği uyandırması.
    * süre olarak kısalığından utanmaması ve 45 dakikayı doldurmak için ekstradan ilave edilmiş gereksiz parçalarla vakit geçirtmeye çalışıyor olmaması. veya çok uzun bir albüm ise, içinde gereksiz vokal/ses oyunları bulundurmaması.
    * zorlayıcı, sınırlar arası takılıp kalmayan, sınırları geliştirmek için çabalayan, yenilikçi bir mizaca sahip olması.
    * güzel ve zarif olması.
    * samimi olması.

    listedeki albümler bu şekilde övülebilecek durumda olsa da, hepsi başyapıt olarak anılacak değiller. sonuç olarak, 10 yıllık bir zaman diliminde piyasaya sürülen en iyi 200 albüm listesi bu; her yıla yaklaşık 20 albüm düşüyor. yani rastladığınız bir albüm piyasaya çıktığı yılın en iyi 20. albümü falan olabilir. ama yılın en iyi 20. albümü de hakikaten iyidir, emin olunuz.

    listeyi ilk başta alfabetik olarak hazırlamıştım, ancak asıl zor kısım bunu hallettikten sonra geldi; işin beni en çok zorlayan tarafı sıralamayı yapmak oldu. ince eleyip sık dokudum, bir albüme bir diğerinin bir sıra üstünde yer verirken uzun uzun düşündüm (evet, deliyim). bu noktada, ilk başta aklımı kurcalayan, ancak daha sonra çözdüğüm bir soru işareti oluşmuştu kafamda, onu da sizlerle paylaşmak istiyorum: bu listeye girmiş kalitede bir albüm aynı zamanda yepyeni bir müzik tarzı yaratmış olabilir (aklıma gelen örnek massive attack'in blue lines'ı), fakat bu, o albümün o türde yapılmış en üstün eser olacağını garanti etmez. daha sonraları o tarzda güzellik açısından o albümü gölgede bırakan yapıtlar çıkabilir. hal böyle olunca da, öncüsü olan albümden daha üst sırada yer alması gerekir. "blue lines" gibi devrim yaratan bir albümün ilk 50'de yer almamasının sebebi bu olmalı. yapılan her trip hop albümü "blue lines"a çok şey borçlu, ancak ben sıralama yaparken albümlerin güzelliğini göz önünde bulundurdum, müzikal önemini değil.

    uzun lafın kısası, listedeki albümler taklitten uzak, büyük çoğunluğu piyasaya dönük olan ama müzik dünyasına insanların çoğunluğunun istediğini değil, müziğin ihtiyacı olan şeyleri veren, yenilikçi albümlerdir.

    teşekkürler.

    200. fiona apple - "when the pawn", 1999
    1996 tarihli ilk albümü tidal'ın ardından gelen bu yapıtıyla fiona apple artık daha olgun bir sanatçı portresi çiziyor. bir röportajında şöyle demişti: "beni popüler yapan şey, bundan gurur duymuyor olmamdı. bu, kendimi aptal gibi hissetmemi sağlıyor. popüler olmaktan hoşnut değilim."
    (bkz: #1021495) - aritmi

    199. beck - "midnite vultures", 1999
    beck "midnite vultures" ile çok enerjik, ancak hala duygusal olmayı başarıyor.
    (bkz: #1072893) - sissyneck

    198. missy "misdemeanor" elliott - "supa dupa fly", 1997
    missy elliott'ın hip hop'ı yeniden tanımlayan albümü. onun günümüzün en heyecan verici bayan şarkıcılarından biri olma yolundaki en önemli adımı. timbaland, aaliyah, busta rhymes ve lil' kim gibi konuk müzisyenlerin yardımıyla mükemmel bir iş çıkarmış missy elliott.

    197. placebo - "without you i'm nothing", 1998
    solist brian molko kusursuz olmayan sesini optimum kullanıyor ve pure morning ve every you, every me'de dinleyicisini coştururken, the crawl ve "without you i'm nothing" ile de bunalıma sokmasını çok iyi biliyor. albümün en iyi parçası ise, en güzel cure şarkılarını aratmayacak seviyedeki you don't care about us.

    196. oasis - "what's the story morning glory?", 1995
    evet, bu resmen bir beatles albümü! eh, zaten kimse oasis'in orijinal bir grup olduğunu iddia etmemişti, ancak "...morning glory"nin çoğu şarkısı beatles'ın en iyi albümlerine girebilecek seviyede.
    "...morning glory" brit-pop'un kilometretaşlarından biri ve kim ne derse desin grubun ilk albümü definitely maybe'den birkaç gömlek daha üstün. wonderwall ve some might say çok sıkı rock şarkılarıdır. finaldeki champagne supernova da sersemletici güzellikte bir bestedir. ancak hiçbiri john lennon'ın imagine'ından aldığı girişe rağmen o şarkının yanında ezilmeyen don't look back in anger'ın yerini tutamaz. kanımca bu, ilk brit pop albümündeki* herhangi bir parçadan bu yana yapılmış en güzel brit-pop şarkısıdır.
    (bkz: #5981422) - ck

    195. tindersticks - "curtains", 1997
    grubun şimdilik son harika albümü. ballad of tindersticks'te bob dylan'vari bir hikaye anlatıcılığa soyunur solist stuart staples. let's pretend kemanın ne kadar güzel bir enstrüman olduğunu bir kez daha anımsatır bizlere. dicks slow song ise çok içtendir:
    "it doesn't matter what you see, you're beautiful to me.
    it doesn't matter what they say, i want you anyway."

    194. a tribe called quest - "the love movement", 1998
    grup, rap'in sadece eğlenip coşmaktan ibaret olmadığının ve diğer sanatçılara laf atıp da ortamı germeye çalışmayıp, sadece işine bakan ve müziğini yapan rap gruplarının da olduğunun nadide kanıtlarından biri olmuş ve bu albümle çoğu rockseveri de yakalamayı başarmıştır.

    193. björk - "debut", 1993
    76'da başladığı müzik kariyerinde punk'tan opera'ya, heavy metal'den tekno'ya kadar pek çok uç noktada müzik türünde eser verdikten sonra, tam sugarcubes ile mayayı tutturdu derken bu sefer de solo takılmaya karar verdi björk. ve ilk solo björk albümü "debut" o kadar iyiydi ki, bundan sonra ne yaparsa yapsın bunu aşamayacağından emin oldu eleştirmenler. (tabii ki yanıldılar)
    (bkz: #6138730) - verde

    192. pixies - "trompe le monde", 1991
    pixies kariyerinin altın çağı kuşkusuz 80 sonlarıdır, ancak grup üyeleri bu dönemden sonra bile üretkenliklerinden bir şey kaybetmemiş ve hem pixies adı altında, hem de başka projelerle yeteneklerini sergilemeye devam etmişlerdir.
    "trompe le monde" pixies'in en ilginç albümüdür ve daha önceki surfer rosa, doolittle ve bossanova'dan daha farklı bir çizgide durur. evet, herkes "surfer rosa"yı ve "doolittle"ı tercih eder, ama "trompe le monde" de çok güzel. adı geçen iki albüm gibi bir hit makinası değil belki ama, zaten pixies'den beklenen çok fazla satıp listelerin tepesine oynamaları olmamıştır hiçbir zaman.
    (bkz: #3234356) - velouria

    191. shellac - "at action park", 1994
    shellac çoğu insanın yalnızca prodüktör kimliği ile tanıdığı, ama müzisyenliği de en az prodüktörlüğü kadar iyi olan steve albini'nin big black ve rapeman'dan sonraki üçüncü grubu. ve "at action park" doksanların en iyi (ve en agresif) post-rock albümlerinden biri.

    190. mercury rev - "yerself is steam", 1991
    eski the flaming lips üyesi jonathan donahue tarafından kurulan indie grubu mercury rev'in amerikalı bir grup olduğuna inanamayabilirsiniz, çünkü yaptıkları müzik tam brit işi ve sadece avrupa'da dinleniyor. ilk albümleri olan "yerself is steam" grubun son dönem yapıtlarından biraz farklı bir çizgide dursa da, yine de mercury rev'e ait olduğunu hissettiriyor.
    (bkz: #3816605) - velouria

    189. david gray - "white ladder", 1998
    müzik eleştirmenlerince bile geç keşfedilen bir albüm. çoğu müzik dergisi bu albüm hakkındaki yorumunu ancak 2000 yılında yapmıştı; q dergisi bu albümdeki babylon'ı yılın şarkısı seçmişti.
    david gray van morrison olmaya çalışan bir insan. sesi, müziği ve bu ikisinin birleşiminden ortaya çıkan atmosfer; her şey van morrison'ı andırıyor. "white ladder" gray'in, kendisinden ustam diye bahsettiği ve öve öve bitiremediği (ki hiç de abartmamıştır) van morrison'a bir nevi saygı duruşu niteliğinde. gray, morrison'ın en iyi albümü olan "astral weeks"in (bkz: astral weeks/#6245651) havasını yakalamaya çalışmış "white ladder"da. bunda zaman zaman başarılı da olmuş ve bu anlar çok özel ve etkileyici. ancak van morrison havası vermeyen şarkıları bile* çok iyi ve "white ladder" her dinlenişinde insanın içini tarifsiz hislerle dolduran bir albüm.
    gerçi yumuşak sese sahip romantik ruhlu erkeklerin müziklerini kendime pek yakın bulmadığımı söylemeliyim, ama "white ladder" herkese yaklaşabilen bir albüm. gerçekten.

    188. beck - "mutations", 1998
    beck'in en sakin ve rahat albümü. duygusallığın kontrolsüz ve samimi bir şekilde dışavurumu. cold brains, nobodys fault but my own ve o maria sanatçının en harika şarkılarından.

    187. karate - "karate", 1996
    trophy ve bad tattoo gibi şarkılarda shellac'vari bir punk tınısı yakalamak mümkün, ancak karate'yi dönemin diğer post-rock gruplarından ayıran en önemli fark, caz altyapısına sahip bir müziklerinin olması. albümün en iyisi, ismi olmayan, "untitled" olarak geçen 5. şarkı.

    186. underworld - "second toughest in the infants", 1995
    grubun en zor albümüdür; içine girebilmek için bayağı bir sayıda dinlemek gerekir, emek ister. pearls girl ve confusion the waitress melodik şarkılar olarak dikkat çekerler.
    grup ne yazık ki albümle aynı günlerde kaydettiği, bütün zamanların en iyi dans şarkılarından biri (şahsi düşüncem, birincisi) olan trainspotting'in unutulmaz born slippy'sini albüme almamış ve parçayı daha sonradan bir mini albümde yayımlamakla yetinmiştir.
    (bkz: #7478054) - ventolin

    185. paul simon - "the rhythm of the saints", 1990
    paul simon'dan bir klasik.
    (bkz: #6614762) - kimi raikkonen

    184. black box recorder - "england made me", 1998
    jamc ve the auteurs bir proje grubu için biraraya geldiler ve bir proje grubunun yapabileceği en iyi albümlerden biri olan "england made me"yi kaydettiler. müzik tarihinin en etkileyici şarkılarından biri, child psychology de burada ve sadece onun varlığı bile albümü edinmek için yeterli: "life is unfair; kill yourself or get over it."

    183. depeche mode - "violator", 1990
    seksenler deyince ilk akla gelen gruplardan biri olan depeche mode'un en güzel albümünün, grubun seksenlerin havasından uzaklaşmaya başlayıp müziğine gitar unsurları kattığı "violator" olması bir ironi bence. policy of truth, enjoy the silence, world in my eyes, personal jesus; daha hangi birini sayalım?
    (bkz: #5338922) - gaye topbas

    182. u2 - "zooropa", 1993
    ilk çıktığında hem grubun hayranları hem de eleştirmenler tarafından genelde küçümsenmiş olan bu albüm, u2'nun en zorlayıcı albümü olmasının yanı sıra, içinde değişik müzikal tarzlardan 10 çok iyi şarkı bulunduran nefis bir yapıttır ve alternatif müzikte bir dönüm noktasıdır. lemon yapılmış en garip ve en güzel şarkılardan biridir. stay ise bir sözlük yazsaydım rock şarkısı tanımının karşısına koymaktan çekinmeyeceğim bir parçadır.

    181. the chemical brothers - "surrender", 1999
    bir önceki, zorlayıcı başyapıt dig your own hole'a oranla çok daha kolay dinlenen bir albüm "surrender", ama sadece hey boy hey girl'ü dinlemiş olsanız bile, yine de bir pop albümü beklemiyorsunuz herhalde? new order solisti bernard sumner'ın vokal yaptığı out of control, new order'ın blue monday'ine kafa tutacak kalitede. peki ya under the influence, ya orange wedge? hepsi çok iyi.
    (bkz: #2204289) - willy van der kerkhoff

    180. sonic youth - "dirty", 1992
    deneysel müzik ile punk arasındaki -belki de asla bulunmamış olması gereken- o bağlantıyı ilk ortaya çıkaran isim sonic youth değil, the fall'du aslında, ancak sonic youth underground camiada belki de the fall'dan bile daha kültürlü müzik dinleyicisine sahip olan tek grup. ve "dirty" de, hemen her sonic youth albümü gibi çok başarılı bir yapıt. bir daydream nation veya evol değil belki ama, yine de çok iyi. albümün sivrilen parçaları sugar kane ve theresa's sound-world.

    179. tricky - "pre-millennium tension", 1996
    tricky bu albümle delirmeye başlıyor.
    (bkz: #6142385) - kimi raikkonen

    178. beastie boys - "ill communication", 1994
    ülkemizde de büyük sükse yapmıştı bu albüm. tough guy ve heart attack man gibi punk şarkıları, grubun ilk ep'si polly wog stew (1982) zamanlarını andırıyor. "ill commumication"ın en iyi parçası ise süper klibiyle sabotage, ki belki de fight for your right'tan bu yana yaptıkları en vurucu beste.

    177. soundgarden - "badmotorfinger", 1991
    grunge tarihinin en sert ve en iyi albümlerinden biri. mind riot, drawing flies, jesus christ pose, face pollution, room a thousand years wide gibi şarkıları barındırıyor içinde. ve hayır, black hole sun burada değil, şayet onu istiyorsanız sizi şuraya alalım (bkz: superunknown).
    (bkz: #3760573) - albertinesimonet

    176. jay-z - "reasonable doubt", 1996
    east-coast'un günümüzdeki en popüler rapçisi jay-z'nin çıkış albümü olan "reasonable doubt" 2pac'ın ölümüyle birlikte güçlenen doğu kanadının medar-ı iftiharlarından biri. 2001 tarihli, asıl şaheseri olan the blueprint kadar görkemli değil belki ama, hala her rapseverin başucu albümlerinden biri olmayı başaracak güçte.

    175. fatboy slim - "you've come a long way baby", 1998
    bu kadar eğlenceli bir şey olabilir mi? (bkz: the rockafella skank) hayır, eğlendirirken düşündüren bir albüm değil bu; dinleyin coşun işte abi, nedir yani? diğer göze çarpan parçalar right here, right now, fucking in heaven, gangsta trippin' ve praise you.

    174. the fugees - "the score", 1995
    lauryn hill'in tüm dünyaca tanınmasına vesile olan "the score" fugees'i de dünya çapında bir grup yaptı. unutulmaz reggae klasiği no woman no cry'a getirdikleri yorum, bob marley'in stüdyo yorumundan çok daha iyi ve neredeyse konser performansıyla boy ölçüşecek kapasitede. bunun yanı sıra how many mics, killing me softly, ready or not ve harika fugee-la var burada, daha ne olsun?

    173. the orb - "u.f.orb", 1992
    orb'un yaptığı bir albümün adında u.f.o. kelimesinin geçmesi kadar normal bir şey olamazdı herhalde. adventures beyond the ultraworld'deki uzay havası ve imgeleri bu albümde de var, uçuk bir şey bu.
    (bkz: #1550178) - aritmi

    172. jamiroquai - "emergency on planet earth", 1993
    grup dans müziğini soul, r&b, funk ve dub gibi pek çok türle birleştiriyor ve böylece ortaya ancak jamiroquai sound'u diye tanımlayabileceğimiz bir şey çıkıyor.
    bu, grubun ilk albümü. when you gonna learn digeridoo ile açılıyor; too young to die, if i like it i do it, blow your mind gibi şarkılarla sizi mest ederken, finale doğru gelen dub şaheseri revolution 1993 ile de tek kelimeyle sersemletiyor. grubun daha sonra yapacağı virtual insanity, canned heat, deeper underground, cosmic girl gibi güçlü singlelar içermiyor, ancak 10 şarkısı da birbirinden güzel olan bir albüm olarak bir dans klasiği yorumunu ve grubun (the return of the space cowboy'a rağmen) hala en iyi albümü olarak gösterilmeyi hak ediyor.

    171. cocteau twins - "heaven or las vegas", 1990
    seksenlerde treasure ve blue bell knoll gibi farklı ve güzel albümlere imza atan cocteau twins'in en değerli eseri.

    170. the jesus lizard - "liar", 1992
    hem bir grunge albümü, hem de post-rock'tan esintiler taşıyan bir yapıt.

    169. public enemy - "apocalypse 91... the enemy strikes black", 1991
    public enemy gelmiş geçmiş en iyi rap grubu, hatta belki de son 20 yılda ortaya çıkan en önemli müzik grubu. björk, grubun solisti chuck d'nin how to kill a radio consultant'daki performansı hakkında şöyle konuşuyor:
    - onun çok ayrı, çok özel bir sesi var; onu dinlediğinizde kendinizi güvende hissediyorsunuz.
    (bkz: #1282377) - aritmi

    168. dave matthews band - "under the table and dreaming", 1994
    amerika'nın en sevilen yerel grubunun amerika dışında pek tanınmaması sizce kimin suçu? "under the table and dreaming" bir rock şaheseri ve satellite dinlediğim en hoş şarkılardan biri.
    dave matthews band, sayıları giderek azalan ve artık günümüzde ne yazık ki çok az kalan 'gerçek' rock gruplarından biri. ne hip hop'a, ne tekno'ya, ne deneysel müziğe, ne de başka bir şeye bulaşıyorlar: onlar cidden rock yapıyorlar.

    167. prefab sprout - "jordan the comeback", 1990
    zamanının ilerisinde olan, elektronik bir rock albümü.

    166. sunny day real estate - "diary", 1994
    doksanların en ilham verici emo grubu olan sunny day real estate hakkında size söyleyebileceğim en güçlü şey, şu ana dek yaptıkları her albümün çok iyi olduğudur. ilk çalışmaları olan "diary" emoseverleri kendisine hayran bırakacak kadar güzel bir albüm. in circles ve seven harika rock şarkıları.

    165. beck - "mellow gold", 1994
    yapılmış en garip folk albümü. içinde hangi tür yok ki? hip hop, rock, dans, country: hepsinden bir parça bulmak mümkün. en iyi besteler blackhole, fucking with my head (mountain dew rock) ve tabii ki doksanlı yıllara damgasını vuran şarkılardan loser.

    164. suede - "dog man star", 1994
    suede, seksenli yılların en etkileyici ingiliz grubu olan the smiths'i biraz andırıyor(du). hatta solist brett anderson'ın smiths'in solisti morrissey'e benzeyen bir sesi olması ve üstüne üstlük bir de aynı morrissey gibi gay olması (aslında anderson biseksüel olduğunu söylemişti), uzun süredir smiths gibi bir grubun yokluğunun sıkıntısını çeken ingiliz medyasınca, suede'in 'yeni smiths' olarak nitelendirilmesine yol açmıştı. grup smiths'in boşluğunu dolduramadı gerçi ama bu onların suçu değil: smiths'in boşluğu zaten dolmaması gereken bir boşluktur. ve suede en azından "dog man star" ile smiths'in kalitesine yaklaşmayı başarmıştır ki, bu da her babayiğidin harcı değildir.

    163. billy bragg & wilco - "mermaid avenue", 1998
    "mermaid avenue" wilco'nun 3. ve en geleneksel tarzdaki albümü. grup bu albümü billy bragg ile birlikte, kendilerini en çok etkileyen müzisyen olan woody guthrie'nin anısına kaydetmiştir (guthrie aynı zamanda bob dylan'ın da ilham perisidir). albümü guthrie'nin şiirleri üzerine doğaçlama yaparak geliştirip şarkılara bu şekilde ulaşmışlardır.

    162. pearl jam - "yield", 1998
    grubun hayranları tarafından genelde çok sevilmeyen "yield", pavement - eski u2 karışımı bir rock tınısına sahiptir ve pearl jam'in olgunluk çağı ürünüdür. grup "vitalogy" ile, tek özelliklerinin gitar çalıp enerji yaymak olmadığını, artık daha aydın ve geniş bir müziği hedeflediklerinin sinyalini vermişti. "yield", vitalogy ve no code'un ekolündendir ve dikkatle dinlendiğinde, bunun neden grup üyelerinin en sevdikleri albümleri olduğunu anlamak hiç de zor değildir. gitarlar zaman zaman eskisi kadar güçlüdür ama grubun artık grunge ile pek bir alakası kalmamıştır (belki do the evolution'ı bu tanımın dışında tutabiliriz). in hiding, low light ve wishlist çok güzeldirler, ancak ten fetişisti dinleyiciler tarafından pek tutulmazlar. given to fly ise grubun kariyeri boyunca yazdığı en güzel sözlere sahiptir.
    bir grunge fanatiğiyseniz "yield"ı sevmeniz pek mümkün değildir, ancak daha önce pek pearl jam dinlemediyseniz ve grupla tanışmak istiyorsanız, pearl jam hakkında duyduğunuz her şeyi unutun ve "yield"a kulak verin: bu gerçekten de harika bir albümüdür.

    161. built to spill - "keep it like a secret", 1999
    1997 tarihli başyapıtı perfect from now on'da sınırları sonuna kadar zorlamış olan grup "keep it like a secret" ile, istediğinde ne kadar melodik ve akılda kalıcı şarkılara imza atabildiğini kanıtlıyor. broken chairs, the plan ve carry the zero en etkileyici besteleri albümün.

    160. guided by voices - "alien lanes", 1995
    asıl mesleği ilkokul öğretmenliği olan robert pollard, bu lo-fi grubunun beyni, şarkılarını evindeki 4-track demo'da kaydediyor. acayip bir şey bu ve bu 28 şarkının hepsi çok iyi.

    159. gene - "drawn to the deep end", 1997
    ingilizlerin en kendini beğenmiş grubu gene'in vasat olmayan tek albümü olan "drawn to the deep end" hakkını vermek gerekir ki, gerçekten nefis bir çalışma. çıktığı sene ülkemiz gazetelerinden milliyet'te bile başyapıt, süper, müper diye anılmıştı.
    new amusements, sub-rosa, the accidental, speak to me someone ilk göze batan parçaları albümün.
    (bkz: #7122891) - the beatles

    158. sonic youth - "goo", 1990
    daydream nation ile seksenlerin en önemli albümlerinden birine imza atan sonic youth'un yaratıcılığının sonunun olmadığının kanıtlarından biri.
    (bkz: #1778980) - velouria

    157. modest mouse - this is a long drive with nothing to think about, 1996
    tarzlarını tanımlamaya çekindiğim grupların başında geliyor modest mouse. ve inanın bu, çok acayip bir albüm. breakthrough ve might gibi hızlı ve punk altyapılı parçaların yanısıra, ohio ve beach side property gibi deneysel besteler de var. içinde bir tane bile "bunu mutlaka dinleyin, sizi çok etkiler" diyebileceğim şarkı yok, ancak bütün parçalar ilginç ve güzel (yine de açılıştaki dramamine'in şahsi favorim olduğunu belirtmeliyim).
    "this is a long drive for someone with nothing to think about" ilk çıktığında pek çok insanca gözardı edilmiş bir albümdü, ama yıllar geçtikçe değeri arttı ve artık bir klasik olarak kabul ediliyor.
    (bkz: #5440089) - archaea

    156. neil young and the crazy horse - "ragged glory", 1990
    ağır abimiz neil young'ı tanımıyor musunuz? söyleyebileceğim en etkili kelime 'yazık' olacaktır sanırım. şöyle bir insandır kendisi: bir kere gitar virtüözü falan değildir, iyi gitar çalar ama bu konuda bir jimi hendrix değildir. sesi yumuşacıktır, yaşı başı bayaa oldu ama hala genç bir oğlan çocuğu gibi çıkar sesi ve çok ayrıksı da değildir, hatta ortalama tanımını kullanabiliriz sesi için.
    ve neil young solo rock 'n' roll tarihinde (1 numarayı bob dylan'a bıraktıktan sonra) 2 numara için en güçlü adaylardan biridir. bu, bestelerinin güzelliği ve sanatçının samimiyetinden kaynaklanıyor olsa gerek. hem country'nin en önemli müzisyeni olarak anılıp, hem de grunge'ın öncüsü olmak az şey mi?
    seksenlerde kariyenin en zayıf albümlerine imza atan neil young, 1989'da freedom ile bu evreyi atlatmış ve belki de bu sayede müzik dünyasına pearl jam gibi bir grup kazandırmıştı. onun ardından gelen "ragged glory" ise, neil young'ın, crazy horse ile birlikte kaydettiği en klas albümlerden biri. özellikle "f*!#in' up" çok ilginç bir şarkıdır.

    155. bruce springsteen - "the ghost of tom joad", 1995
    patronun en iyi çalışmalarından biri. albümün büyük bölümü sadece akustik gitar ve arkada hafif klavye ezgileri eşliğinde kaydedilmiş. arada mızıka, davul ve bas gitar de duyuluyor ama akustik gitar ve springsteen'in sesi hepsinin önünde. böylece bu, patronun en minimalist albümü olmuş. finaldeki, iki dakika süren, ama bu süre içinde yapacağını yapan my best was never good enough arıza yaratmaya müsait bünyelerde derin yaralar açacaktır.
    sevgiliden ayrıldıktan sonra dinlenmesi tehlikeli olan albümlerden biridir.
    (bkz: #8452719) - hebenneka

    154. ol' dirty bastard - "nigga please", 1999
    merhum odb'den bir rap bombası. pabuç gibi dili olan bir albüm.
    (bkz: #5941238) - kimi raikkonen

    153. van morrison - "hymns to the silence", 1991
    van morrison'ın biz dinleyicilerini şaşırtma yeteneğini asla kaybetmeyeceğini gösteren harikulade bir eser. morrison, 1990 tarihli enlightenment'ın ardından bu double formatlı yapıtla çıkagelince, "acaba" demiş olmalı dinleyiciler, "bu kadar kısa zamanda bu kadar çok sayıda 'iyi' şarkıyı biraraya getirmek mümkün mü?"
    cevaplarını almışlardır herhalde.

    152. nick cave and the bad seeds - "let love in", 1994
    nick cave: romantik, cool, serseri ve delikanlı insan, hatta belki de avustralya'dan çıkan tek adamakıllı müzisyen. "let love in" adamımızın en güzel albümü. gerçi sinyali 1992 çıkışlı henry's dream ile vermişti ama "let love in" onu da aşıyor ve üstadın kariyerinin zirvesi oluyor. neler yok ki içinde? red right hand, ain't gonna rain anymore, loverman gibi unutulmaz anlar.
    nick cave'in bir şarkıya yazdığı en iyi giriş hangisidir diye bir anket yapılsa, başı bu albümün bomba şarkıları do you love me ve i let love in çekerdi herhalde.

    151. portishead - "portishead", 1997
    kendilerine o kadar çok güveniyorlar ki, albüme isim koymaya gerek bile görmemişler. undenied, over, humming ve western eyes ile aklımızı başımızdan aldılar yine.

    150. the fugees - "blunted on reality", 1994
    türkiye'de yaşayan hemen herkes gibi the score ile tanıdığım fugees'in bu ilk albümü de en az "the score" kadar iyi. bee gees'in staying alive'ını andıran blunted, refugees on the mic, living like there ain't no tomorrow, how hard is it ve boof baf harika rap şarkıları.

    149. the cure - "wish", 1992
    hey, burda bir dakika duralım ve bu albümü yaptığı için robert smith'e teşekkür edelim. "wish"e kadar 10 stüdyo albümüne imza atmış olan grup, bu albüme kadar, bu kadar güzel sözleri ve bu kadar iyi melodileri, her albümünde en fazla birkaç şarkıda biraraya getirebilmişti (pornography ve disintegration istisna elbette), "wish"te ise bu mükemmellik, albümün tamamına yayılmış durumda.
    "all i wish is gone away" diyor smith to wish impossible things'de. grubun en başarılı iki singleı high ve friday i'm in love da bu albümde. en güzel bestelerse "we used to be so close together / i thought this love would last forever" dizeleriyle insanı vuran apart ve doing the unstuck.
    (bkz: #6013531) - coffeenicotine

    148. cypress hill - "cypress hill", 1991
    latinlerin hip hop ve rock 'n' roll saldırısı. pigs, how i could just kill a man, the phunky feel one gibi enfes şarkılarıyla bu debut hala en güzel cypress hill albümü.

    147. pulp - "different class", 1995
    pitchforkmedia "different class" ile ilgili ironik bir yorum yapmıştı:
    - 1995 yılında ingiltere ikiye bölünmüş durumdaydı. insanlar bir konu hakkında tartışıyor, hatta kavga ediyorlardı. soru şuydu: hangisi daha iyi? blur mu oasis mi? doğru cevapsa şuydu: pulp.
    "different class" müthiş şarkılar common people, i spy, underwear ve bar italia'yı içeriyor.
    (bkz: #138315) - ari

    146. the roots - "do you want more?!!!??! ", 1994
    rap dünyasının en saygı duyulan gruplarından biri olan roots'un bu klasiği orijinal ve harika bir eserdir. mellow my man roots ile tanışmak isteyenlere verebileceğim en iyi tüyo.

    145. roger waters - "amused to death", 1992
    roger waters 1986'da tüm dünyaya pink floyd'dan ayrıldığını açıkladığında, grubu işi bitmiş bir yaratıcılık dönemi olarak nitelemiş ve ardından grupla ilgili ipe sapa gelmez şeyler söyleyip nefretimizi kazanmıştı. pink floyd yola onsuz devam etti ve 20 yılda sadece 2 stüdyo albümü yapabildi. ikisi de kesinlikle kötü albümler değildi (özellikle the division bell), ancak waters'ın açıklaması bugünden bakıldığında çok da yanlış gözükmüyor artık bize.
    waters seksenlerde yaptığı iki albümden** sonra kariyerinin en iyi solo çalışması olan "amused to death" ile adeta düşman çatlattı. "amused to death" çok derin, duygusal ve konsept bir albüm. ve waters'ın, pink floyd'un her şeyi olmasa bile, pek çok şeyi olduğunun en güzel kanıtı.

    144. cat power - "moon pix", 1998
    sad-core deniyor buna. şarkılar gerçekten çok iyi ve bu tek kişilik grubun yegane üyesi olan chan marshall'ın sesi o kadar güzel (ve hatta seksi) ki "moon pix", portishead'in dummy'si havasında ve kalitesinde bir albüm olmuş. albümün zirveleri cross bones style, colors and the kids ve moonshiner.

    143. pixies - "bossanova", 1990
    pixies'in yanlış bir şey yapması mümkün mü? sanırım hayır; ilk iki efsanevi albümleri surfer rosa ve doolittle'ın ardından gelen "bossanova" bunu açık bir şekilde kanıtlıyor. velouria, ana ve the happening bu unutulmaz albümün en çok öne çıkan şarkıları.

    142. super furry animals - "radiator", 1997
    gallerli grup fuzzy logic'in ardından yine mükemmel bir albümle karşımızda. şamata sürüyor, ama biraz büyümüşler, bu belli.

    141. swervedriver - "mezcal head", 1993
    zaman zaman gereğinden fazla gürültülü olmasına rağmen genel olarak indie, hatta shoegazer olarak adlandırılabilir "mezcal head". özellikle finaldeki, 10 dakikadan fazla süren never lose that feeling, never learn müthiş gitar riffleriyle doksanların en güzel şarkılarından biri.

    140. pulp - "separations", 1992
    belki de en güzel pulp albümü. baştan sona eşsiz orkestrasyonlarla süslü, ve jarvis cocker'ın büyülü vokalinin de etkisiyle, zaman zaman joy division, zaman zaman da depeche mode kokuyor. down by the river, separations, my legendary girlfriend, death 2, countdown; bütün albümü sayabilirdim!

    139. frank black - "teenager of the year", 1994
    pixies vokalisti black francis'ten harika bir solo albüm. kasedini aldıktan bir ay sonra kaybetmiş olmam beni derin bir üzüntüye garketmişti.

    138. elliott smith - "xo", 1998
    bağımsız plak şirketi kill rock stars'dan yayımlanan bir önceki albümü either/or'un kazandığı başarının ardından büyük bir plak şirketine geçen elliott smith, buna rağmen bestelerindeki amatör ruhu kaybetmemeyi başarmış. "waltz 2 (xo)" kariyerinin en güzel şarkısı.
    ülkemizin güzide ve başarılı dergilerinden roll'da, elliott smith hakkında, yakında piyasa olacağı, yaptığı müziğin tek amacının para kazanmak olduğu, vs. vs.. tadında eleştiriler okumuştuk zamanında. bu bizleri pek üzdü tabii, i didn't understand gibi bir şarkıyı besteleyen bir adam nasıl olur da müziği ruhunda hissediyor olamaz?
    2003'de intihar ederek hayatına son veren elliott smith'i saygıyla anıyoruz.

    137. tortoise - "tortoise", 1994
    genel hatlarıyla post-rock olarak adlandırılan müziğiyle tortoise enstrümantal şarkılar besteliyor. grubun müziği ambient, rock ve acid caz'ın karışımıdır ve şarkıları gerçekten çok iyidir. tortoise (adını hatırlayamadığım bir müzik eleştirmeninin bir zamanlar dediği gibi) bizlere gitar solosu atmadan da gitar müziği yapılabileceğini göstermiştir.
    ry cooder, spiderwebbed veya night air grupla ilk kez tanışacak olanlar için iyi bir seçim olabilir.

    136. jeff buckley - "sketches for my sweetheart the drunk", 1998
    buckley, ölümünden dolayı tamamlayamadığı ve annesi, arkadaşları ve (her zaman en büyük jeff buckley hayranı olduğunu belirtmiş olan) soundgarden solisti chris cornell'ın çabalarıyla tamamlanan bu 2. ve son stüdyo albümünü (kendi başına) bitirebilseymiş, belki de grace'den bile daha güzel bir şey çıkaracakmış ortaya. ölümü jimi hendrix veya kurt cobain kadar büyük bir kayıp olmuştur. albümün en güzel şarkısı morning theft'tir.
    (bkz: #6118897) - gaye topbas

    135. the microphones - "don't wake me up", 1999
    insan kulağının sesleri nasıl algıladığını inceleyen bir bilim dalı olan psychoacoustics'i bir müzik türü olarak ele alan öncü albüm. geçmişte bazı sanatçılar tarafından denenmiş benzer ambient müziklerin hiçbiri bunun kadar cesur ve yaratıcı olamamıştı, bu yüzden "don't wake me up" için ilk psychoacoustics albümü tanımını kullanmak sanırım yanlış olmayacaktır. phil elvrum'un* dünyasında seslerden başka hiçbir şeye yer yok (belki de her şeye yer var, bilemiyorum). bu sesler karmaşası dinleyicisini olağanüstü bir serüvene çıkarıyor. öylesine orijinal ve kişisel bir eser ki "don't wake me up", 21. yüzyılın müziği bu albümle şekillenmeye başlamış olabilir.

    134. wagon christ - "throbbing pouch", 1994
    tüyler ürpertici bir trip hop yolculuğu. idm'in start noktalarından biri. reedin, down under, floot ve scrapes'e özellikle dikkat.

    133. green day - "dookie", 1994
    weezer'ın mavi kapaklı albümünü bir istisna kabul edersek "dookie" doksanların en iyi araba albümü olarak kabul edilebilir. aman trafik canavarı olmayın! basket case ve when i come around burada. ama o gazı verebilecek başka şarkılar da var: she ve welcome to paradise gibi.

    132. leftfield - "leftism", 1995
    hayır, bu hip hop değil. evet, bu tekno, ama hip hop'tan çok da farklı değil. kilo fazlanız olduğunu düşünüyorsanız, evinize bir kondisyon aleti alın; space shanty, afro-left ve open up bu fazla kilolardan kurtulmanız için size yardımcı olacaktır.
    (bkz: #7741602) - zad

    131. blur - "parklife", 1994
    doksanların ortasında ingiltere'de esen brit-pop fırtınası ülkemize de sıçramış ve blur ile oasis arasındaki kavga türk medyasınca da gündeme getirilmişti. bize empoze edildiği kadarıyla oasis harbi bir rock grubuyken, blur daha pop idi. ancak "parklife" ve ardından gelen diğer albümleri, hem 'ruhu daha rock olan' hem de müzik tarihinde kuşkusuz daha kalıcı olan grubun blur olduğunu gösteriyordu bizlere.
    damon albarn'ın unique vokali ve graham coxon'un gitarı ile "parklife" brit-pop'un zirvelerinden biridir. girls and boys müthiş bir şarkıdır, keza end of a century ve this is a low da öyle.

    130. morphine - "cure for pain", 1993
    solist ve asıl adam mark sandman'in şok ölümüyle, daha fazla albüm çıkarması teorik olarak imkansız hale gelen morphine'in 2. ve en iyi albümü. (not: adam öldükten sonra bir sürü albümü çıktı grubun, hey be?)
    buena ve in spite of me en etkileyici parçalar.
    (bkz: #6034319) - insomniac

    129. fugazi - "repeater", 1990
    seksenlerin en önemli punk gruplarından biri olan minor threat'in küllerinden doğan fugazi'yi yakından tanıyalım: ne grubun solisti bono gibi bir yetenek, ne gitaristleri mark knopfler kapasitesinde, ne de davulcuları phil collins klasında. yani klasik bir punk grubu onlar. ve her özel punk grubunda olduğu gibi, hepsi biraraya geldiklerinde voltron misali fugazi'yi oluşturuyorlar sanki, müziklerindeki o gürültü ve karmaşa aslında son derece rahatlatıcı ve huzur verici.
    "repeater" yapılmış en iyi hardcore albümlerinden biri. bazılarına göre boktan bir vokal ve gümbürtüden başka bir şey değil, ancak "repeater" can kulağıyla dinlendiğinde hala çok etkili bir tınıya sahip. şarkı ayırmak zor ama blueprint ve turnover daha önce fugazi dinlememiş olanlarda iyi bir etki bırakması en muhtemel parçalar.

    128. shudder to think - "pony express record", 1993
    gruba ilk olarak velvet goldmine filminin müziğinde yer alan hot one şarkısı ile rastlamış ve tek kelimeyle bayılmıştım. hala her dinleyişimde 3 dakika boyunca beni iptal etme etkisine sahip bir parça "hot one". ardından da "pony express record"u dinledim. açık olmak gerekirse gruptan ümitliydim, ama bu kadarını da beklemiyordum doğrusu.
    eğer bir sevgiliniz varsa "pony express record"u onunla birlikte dinleyin: ilişkinize çok şey katacak ve onu daha çok sevmenizi sağlayacaktır.
    eğer yalnızsanız "pony express record"u dinleyin: yalnızlığın çok da kötü bir şey olmadığını farketmenize yardımcı olacaktır.
    daha ne söyleyebilirim?

    127. disposable heroes of hiphoprisy - "hypocrisy is the greatest luxury", 1992
    müzik tarihinin en politik ve agresif albümlerinden biri. television, the drug of the nation, language of violence ve dehşetengiz dead kennedys coverı california über alles bu 13 şarkılık rap klasiğinin öne çıkan şarkıları. "hypocrisy is the greatest luxury" müziği, sözleri ve sosyolojik kimliği ile public enemy ve n.w.a gibi baba grupları andıran the disposable heroes of hiphoprisy'nin tek albümü, ancak sadece bu bile onları önemli bir isim yapmaya yetmişti rap camiasında.

    126. sunny day real estate - "how it feels to be something on", 1999
    grup, ikinci albümleri lp2 ile dinlenebilirliğin sınırlarını zorlamış ve kimilerince çok da başarılı olmuştu. bu, ona göre daha az deneysel bir yapıt ve grubun kariyerinin en başarılı albümü. pillars, the shark's own private fuck ve roses in water nefes kesici besteler. emo dinleyicileri bu albüme çok dikkat etmeliler.

    125. death in vegas - "the contino sessions", 1999
    vokallerine jamc, primal scream gibi grupların solistlerinin katkıda bulunduğu bir albümün kötü çıkması zaten sürpriz olurdu.
    "the contino sessions" çok iyi bir dans albümü. iggy pop'un vokaliyle aisha nefis. bir aralar bir kot reklamında duyduğumuz dirge hipnotize edici. ama en güzeli primal scream solisti bobby gillespie'nin vokal yaptığı soul auctioneer.
    (bkz: #3810544) - velouria

    124. yo la tengo - "painful", 1994
    yo la tengo'nun büyük parlayışı. bu 11 harika şarkı lo-fi ve indie'nin en güzel birlikteliklerinden.

    123. tom waits - "mule variations", 1999
    1993 çıkışlı, yine çok iyi bir albüm olan the black rider'ın ardından uzun süre sesi soluğu çıkmayan waits, "mule variations" ile biz sevenlerine "eh, bu kadar beklediğimize değmiş" dedirtmesini biliyor.
    değişen pek bir şey yok tom waits'in dünyasında: hırıltılı, gırtlaktan gelen bir ses ve hiçbir rock şarkıcısının kullanmaya cesaret edemediği kadar çok enstrümanlı bir müzik. picture in a frame, come on up to the house ve big in japan (hayır, alphaville coverı falan değil!) en çarpıcı şarkıları "mule variations"ın.
    kariyeri boyunca 20'ye yakın albüm yapmış olan waits'in, bir-iki çalışması dışında yayımladığı bütün albümleri hakkında 'en iyi albümü' yorumu yapılabilir. yani müzik markete gidip bir tom waits albümü satın aldığınız takdirde, sanatçının en iyi albümünü almış olma olasılığınız %90 civarındadır. bu çok ciddi bir şey.

    122. daft punk - "homework", 1997
    hocalar hep böyle ev ödevleri verseydi inanın hiç üzülmezdim. üşengeç djler için bir mola gibi "homework"; tak cd'yi dönsün dursun, maksat millet coşsun. around the world, da funk ve revolution 909'a dikkat.
    (bkz: #7894990) - zad

    121. prodigy - "music for the jilted generation", 1994
    80 dakikalık bu tekno şaheseri, prodigy'nin açık ara en güzel albümü. "music for the jilted generation" dans müziğine çok şeyler kazandırmış klas ve nitelikli bir yapıt.
    (bkz: #4672680) - amelie

    120. blur - "modern life is rubbish", 1993
    grubun belki de en az bilinen yapıtı; ilk dönemlerinin anti-blur albümü. belli bir hikayesi olan ve konsept yapısıyla öne çıkan "modern life is rubbish"i, blur'un hep brit-pop yapmayacağının ilk sinyali olarak adlandırmak mümkün. sizi yakalarsa kalbinizde derin yaralar açması çok muhtemeledir.
    oily water deneysel bir besteyken, pop scene ve advert gerçek rock 'n' roll şarkıları. ancak özellikle blue jeans'e ve açılıştaki for tomorrow'a dikkat.
    (bkz: #7873897) - lunatic d bulletproof

    119. basement jaxx - "remedy", 1999
    zamanlaması mükemmel olan harika bir pop/dans albümü. en önemli şarkılar bingo bango, red alert ve rap tınısıyla jump n shout.
    (bkz: #3612282) - jamie madrox

    118. pearl jam - "no code", 1996
    vitalogy ile artık bir grunge grubu olma sevdasından vazgeçmeye başlayan pearl jam'in bu kararının ne kadar doğru olduğunun kanıtı olan "no code", doksanlarda en az satan albümleri olmasına karşın (1,5 milyon), hala yaptıkları en güzel şeydir.
    off he goes resmen bir country şarkısı ve işin ilginç tarafı kariyerleri boyunca yaptıkları en iyi beste (black bir istisna kabul edilebilir tabii).
    (bkz: #7049414) - pissed

    117. aphex twin - "selected ambient works 85-92", 1992
    ambient'ın en yetkin isimlerinden aphex twin, evinde kaydettiği bu parçalardan bazılarını 15 yaşında bestelemiş. olağanüstü.
    (bkz: #7901114) - zad

    116. the jon spencer blues explosion! - "orange", 1994
    jon spencer blues explosion, eski pussy galore gitaristi jon spencer'ın, grup dağıldıktan sonra davulcu russel simins ve ikinci gitarist judah bauer ile kurduğu kendi grubu. müzik teröristleri olarak da adlandırabileceğimiz üçlünün 4. albümü olan "orange" çok ilginç bir eser. beastie boys'un gerçekten -ama gerçekten- bir rock 'n' roll grubu olduğunu düşünün: işte size jon spencer blues explosion!
    "orange" harika bir rock-fusion-caz-saykodelik-funk-blues albümü. garip bir tanım olduğunun farkındayım, ama inanın jon spencer'ın müziğini tek bir kelimeyle açıklamak mümkün değil. birkaç şarkı ismi vermek gerekirse, başta sweat olmak üzere bellbottoms, flavor ve brenda ilk aklıma gelenler.

    115. ben harper - "fight for your mind", 1995
    ben harper'ın en iyi albümü. o da aynı beck gibi folk, rock ve hiphop'ı karıştırıp bir şeyler çıkarıyor ortaya. aralarındaki fark ise, harper kesinlikle rock'a daha yakın duruyor. örnek: excuse me, mr., ground on down.
    another lonely day'in yağmurlu günlerde, hele bir de evde yalnızsanız, dinlenmesi çok sakıncalıdır.

    114. uncle tupelo - "anodyne", 1993
    alt. country'nin yaratıcısı uncle tupelo'nun üçüncü ve son stüdyo albümü. içinde ne ilk albümleri no depression'ın isim şarkısı kadar, ne de bir önceki albümleri still feel gone'daki gun kadar güçlü bir radyo hiti vardır, ama besteleri mükemmeldir ve "anodyne" kimilerince "no depression"dan bile daha iyi bir albüm olarak gösterilmektedir.

    113. elliott smith - "either/or", 1997
    jeff buckley'in yakışıklı olmadığını düşünün. yaptığı bestelerin daha akustik, daha karmaşık ve zor anlaşılır şeyler olmasını, ama kulağa hala güzel gelmesini sağlayın. sesinin güzelliğini azaltın, sesi zaman zaman detone olsun ama bu sizi hiç rahatsız etmesin. evet, sanırım elliott smith'e ulaştınız.
    hayata şairane bir bakış ve etkileyici bir müzisyenlik: sanırım "either/or"u bundan daha iyi tanımlayacak bir cümle yok.

    112. tortoise - "millions now living will never die", 1996
    basit bir ambient albümü olan "millions now living will never die"ın a-yüzünün tamamını kaplayan djed ve glass museum çok tatlı minimalist bestelerdir. finaldeki along the banks of rivers da bir ambient şaheseridir.

    111. spiritualized - "lazer guided melodies", 1992
    pink floyd / primal scream karışımı havasıyla "lazer guided melodies" yapılmış en iyi saykodelik albümlerden biri. 4 ana şarkı kendi içlerinde de ayrılmış durumda ve albümü her dinleyişinizde daha da çok seviyorsunuz bu grubu.
    (bkz: #444823) - amandine

    110. arrested development - "3 years, 5 months and 2 days in the life of...", 1992
    harika bir rap albümü, her evde mutlaka bulunmalı. fishin' 4 religion ve mama's always on stage çok sıkı. sly and the family stone coverı everyday people da harika.

    109. the breeders - "pod", 1990
    pixies üyesi kim deal önderliğindeki the breeders'ın müziği grunge'a -en azından pixies'e oranla- daha çok benziyor. kurt cobain bir röportajında "pod"un kendisini nevermind'ı yapmaya iten albüm olduğunu söylemişti. bu, yeterli bir referans olmalı. gerçekten de 30 dakikalık bir albüm ancak bu kadar iyi olabilir! doe, fortunately gone, glorious, oh! ve dehşetengiz beatles coverı happiness is a warm gun'a özellikle dikkat.

    108. stereo mcs - "connected", 1992
    stereo mc's'den bir hip hop, funk ve dans şaheseri. albümün isim şarkısının yanı sıra step it up, creation, pressure ve all night long da muazzam şarkılar.

    107. low - "i could live in hope", 1994
    insanı resmen bunaltıyor. sıkıcı değil, aşırı sakin ve boğucu. "i could live in hope" adına bakmayın, çok tatlı bir şey olan sea'yi ve eski bir country şarkısının* harikulade yeniden yorumu sunshine'ı bir kenara bırakırsak, albümün geri kalanı boyunca aklınızı meşgul eden soru, "bugün ölsem mi acaba?" oluyor. lazy, words ve lullaby korkunç besteler.

    106. ice cube - "amerikkkas most wanted", 1990
    n.w.a adamlarından ice cube, hakikaten de amerikan hükümeti tarafından en çok aranan adam olmak için elinden gelen her şeyi yapmış "amerikkka's most wanted"ta. chuck d düeti "endangered species (tales from the darkside)"a dikkat.
    (bkz: #1204577) - willy van der kerkhoff

    105. manic street preachers - "everything must go", 1996
    grubun en önemli adamı olan richey james ortadan kayboldu (muhtemelen ölmüştür artık) ve manicler hiç beklenmedik bir şekilde, hala yaptıkları en güzel albüm olan "everything must go" ile bomba gibi döndüler. a design for life, no surface all feeling, enola/alone, kevin carter; hepsi burada.
    rock dinlemek isteyenler için.
    (bkz: #952473) - ari

    104. fugazi - "steady diet of nothing", 1991
    bir fugazi klasiği daha.
    (bkz: #6108146) - kimi raikkonen

    103. idlewild - "hope is important", 1998
    nirvana'nın nevermind'ını çok grup taklit etmeye çalıştı, ama o ruha kimse idlewild'ın bu ilk albümünde yaklaştığı kadar yaklaşamadı. ve yaptığı müzik grunge'dan ziyade post-grunge olan idlewild'ın nirvana'yı taklit etmek gibi bir niyetinin olmadığı da açık.
    when i argue i see shapes, everyone says you're so fragile, low light ve a film for the future 12 çok iyi parça arasından ilk aklıma gelenler.

    102. neil young - "harvest moon", 1992
    multi-milyonlar satan harvest ve after the goldrush halen üstadın kariyerinin zirveleri olarak kabul edilir, ancak şahsi fikrim "harvest moon"un, öncüsü "harvest"tan hiçbir eksiğinin olmadığı yönünde. çok özel bir albüm bu; özellikle unknown legend ve albümün isim şarkısı her derde deva besteler.

    101. cranes - "loved", 1994
    çocuksu, çok ayrıksı, hatta zaman zaman insanı irrite eden dişi bir vokal + punk ritmleri + cat power'ın veya portishead'in dinginliği: işte size cranes.
    "where am i?" diyor vokalist alison shaw lilies'de. gerçekten farklı bir müzik cranes'in yaptığı. ve bir o kadar da etkileyici; insan kendini kaybediveriyor.
    "loved", cocteau twins, ride, my bloody valentine gibi grupların dinleyicilerinin es geçmemesi gereken bir çalışma.

    100. massive attack - "mezzanine", 1998
    velvet underground ve the cure sampleları kullanan trip hop grubu da olur muymuş canım demeyin, oluyor işte!
    angel'ı dinleyince diyorsunuz ki, bundan sonra bu adamların yaptığı her albümü almazsam olmaz. inertia creeps etnik havasıyla sersemletici. risingson ise kariyerleri boyunca yaptıkları en sert ve aykırı parça, insanın tüylerini diken diken ediyor adeta.
    (bkz: #7981588) - eticin

    99. uncle tupelo - "no depression", 1990
    doksanların en önemli gruplarından uncle tupelo'nun bu ilk albümü yepyeni bir tarz yaratmıştır. bugün dinlendiğinde tarzı rock'a yakın duran grup, köklerini ilk başta country'den ve punk'tan alır; yarattıkları tarz içinse alternatif country gibi garip bir söylem kullanılmaktadır. hem rock hem de country dinleyicileri aradıklarını fazlasıyla bulabilirler uncle tupelo'da.
    albümün isim şarkısı iki buçuk dakikalık muhteşem bir bestedir. life worth livin' de onun gibi basit bir akustik gitar şarkısıdır. graveyard shift ve factory belt ise punk kokan çalışmalardır.

    98. teenage fanclub - "bandwagonesque", 1991
    hem pop, hem de neredeyse shoegazer rock.
    (bkz: #5941202) - kimi raikkonen

    97. tori amos - "little earthquakes", 1991
    under the pink de sağlam bir yapıttı, boys for pele de; ancak "little earthquakes" hala tori amos'un kariyerinin en önemli parçası. piyanoyu joni mitchell gibi, sesini ise kate bush gibi kullanıyor tori. ve inanın "little earthquakes" ne joni mitchell'in court and spark'ını, ne de kate bush'un the kick inside'ını aratıyor.
    kendisine haklı bir ün sağlayan silent all these years ile artık kabuğundan dışarı çıkıyor genç tori. me and a gun'da ise çocukken uğradığı tecavüzü anlatıyor.
    (bkz: #7970736) - jamie lee

    96. olivia tremor control - "dusk at cubist castle", 1996
    minimalist bir grup olan olivia tremor control'un yaptığı müziğe saykodelik diyebiliriz sanırım. arayışları, beatles'ın sgt. pepper's lonely hearts club band ve pink floyd'un the piper at the gates of dawn ile geldiği noktanın ötesine geçebilmek. 27 şarkıdan oluşan bu sürreal debut ile bunu kendi çaplarında başardıklarını kabul etmek lazım.

    95. the klf - "the white room", 1991
    bir dans/chill-out klasiği. zaman zaman tekno, zaman zamansa soul tadında gidiyor. sadece justified and ancient'tan oluşmuyor tabii ki; özellikle no more tears olağanüstü bir şarkı.
    (bkz: #1941983) - willy van der kerkhoff

    94. the verve - "urban hymns", 1997
    the verve'ün görkemli vedası.
    "urban hymns"in içerdiği her parça çok güzeldir ve hatta en iyi şarkıyı seçmek ciddi bir çaba ister. açılıştaki bitter sweet symphony'nin yanı sıra sonnet, weeping willow ve velvet morning diğerlerinden bir adım öne çıkan şarkılardır.
    (bkz: #905846) - blixa

    93. air - "moon safari", 1998
    fransız ikili air, klavye ağırlıklı new wave besteler yapıyor. kelly, watch the stars, la femme d'argent gibi ambient parçaların yanı sıra all i need, sexy boy, you make it easy gibi pop dinleyicilerini de yakalayayabilen şarkılar içeriyor "moon safari".
    (bkz: #6803754) - iwillshowyouwhatitmeans

    92. orbital - "in sides", 1996
    bir tekno klasiği. albümde duyulan tek insan sesi "i remember the last thing i do" diyor, finaldeki 25 dakikalık out there somewhere?'de. açılış şarkısı the girl with the sun in her head grubu tanımayanlar için en iyi başlangıç noktası olmalı.
    (bkz: #8267529) - gregory rasputin

    91. squarepusher - "music is rotted one note", 1999
    drum n bass sanatçısı squarepusher'ın hazmedilmesi en zor şarkıları; ancak bunları dinlemeyi denemek bile yeterince keyifli.
    (bkz: #6467548) - kimi raikkonen

    90. sugar - "copper blue", 1992
    sugar'ın solisti bob mould, seksenlerin kaliteli gruplarından hüsker dü'nün de frontmaniydi aynı zamanda. ve "copper blue" hüsker dü sevenlerini çok çok mutlu edecektir, çünkü hüsker dü'nün hiçbir albümünü aratmayan nitelikte bir yapıt bu. hüsker dü'yü bilmeyenler için bir dipnot ekleyeyim: grubun en bilinen şarkısı, therapy tarafından da coverlanmış olan diane'dir.

    89. the breeders - "last splash", 1993
    pod kadar iyi, hatta ondan daha üstün ve daha etkileyici. i just wanna get along, roi, drivin' on 9 gibi şarkılar, besteci kimliği zaten breeders macerasından önce de bilinen kim deal'ın, pixies olmadan da yaşayabileceğinin en güzel kanıtları oldular.

    88. rage against the machine - "rage against the machine", 1992
    hala bu türde yapılmış en iyi albüm. kendileri bile bundan sonra yaptıkları hiçbir albümde bunun seviyesine yaklaşamadı. bullet in the head, killing in the name, freedom, know your enemy, bombtrack; daha ne olabilir ki?

    87. sleater-kinney - "dig me out", 1997
    türünün ayakta kalan son temsilcilerinden sleater-kinney'nin bu albümü bir punk rock klasiğidir ve belki de hole'un live through this'inden sonra yapılmış en iyi riotgrrl albümüdür. isim şarkısı, smells like teen spirit gibi bir bombadır.

    86. moby - "play", 1999
    ve moby dans müziğini yeniden yarattı! natural blues, porcelain, find my baby, south side; bu albüm ne kadar da güzel böyle?

    85. a tribe called quest - "midnight marauders", 1993
    1991'de the low end theory ile rap'e yepyeni açılımlar getirmişti a tribe called quest. "midnight marauders" ise bize onların tek atımlık bir grup olmadığını gösterip grubu unutulmazlar arasına taşıdı.

    84. nas - "illmatic", 1994
    rap'i beastie boys ve run-dmc popüler hale getirdi, ama rap'in şu anda amerika'nın en çok satan müziği olmasında en büyük pay sahibi albümlerden biri budur. "illmatic" nas'ın daha sonra yaptığı i am veya it was written kadar satmamıştır, ancak geçen zamanla değeri şarap gibi artmıştır ve artık rap tarihinin en önemli albümlerinden biri sayılmaktadır. it ain't hard to tell, one love ve represent öyle böyle şarkılar değillerdir hani!

    83. goldie - "timeless", 1995
    altın adam goldie'nin "timeless"ı drum n bass'ın zirvelerinden biri.

    82. smashing pumpkins - "mellon collie and the infinite sadness", 1995
    pink floyd'un the wall'u ve beatles'ın isimsiz albümünden* sonra müzik tarihinin en çok satan double albümü olan "mellon collie..." içindeki birbirinden güzel şarkılarla, aynı grubun bir önceki albümü siamese dream gibi bir rock şaheseridir. 1979 ve tonight, tonight ile harika rock 'n' roll bestelerine imza atan grup, 9 dakikalık porcelina of the vast oceans ile hayranlarına eşsiz bir müzik ziyafeti sunar. gruba en iyi hard rock performansı dalında grammy ödülü getirmiş olan bullet with butterfly wings ise belki de son gerçek grunge şarkısıdır.
    albümdeki şahsi favorim galapogos. bu parçada vokalist billy corgan'ı (ki kendisi müzik piyasasındaki en megaloman insanlardan biridir) "will you leave me too?" derken dinlemek ve etkilenmemek mümkün değildir.
    (bkz: #4774585) - darcy

    81. stereolab - "emperor tomato ketchup", 1996
    iç karartmayan alternatif gruplardan stereolab'ın "emperor tomato ketchup"ı türünün en rahat ve tatlı albümlerinden biridir. elektronika, pop ve caz içiçe.

    80. the jesus lizard - "goat", 1991
    müzik tarihinin en küçümsenmiş grunge grubu olan jesus lizard'ın bu kısacık albümü, prodüktörlüğünü steve albini'nin yaptığı, post-rock ile kesişen bir şaheser; yani muhtemelen grunge tarihinin en ilginç albümü. grup nub, then comes dudley, rodeo in juliet gibi harika bestelere imza atmış gerçekten de, ancak pek tekin olmayan bir müzik yaptıkları için çoğu müzikseverce keşfedilemediler.

    79. thievery corporation - "sounds from the thievery hi-fi", 1998
    çalıntı bir müzik ancak bu kadar orijinal gözükebilir! reggae ve dub tandanslı müziğinde pek çok sample'a yer veren ikilinin işbu başyapıtı en güzel trip hop albümlerinden biri.

    78. mogwai - "young team", 1997
    bu, öncülüğünü big black'in yaptığı ve doruk noktasına slint'in spiderland'i ile ulaşan post-rock akımından bir albüm ve kuşkusuz bu türde yapılmış en üstün sanat eserlerinden biri.
    manic street preachers'ın doksanlı yıllardaki favori grubunun mogwai olduğunu öğrendiğim gün grubu yakın takibe almıştım. mogwai'nin müziği like herod, yes, i am a long way from home gibi şarkılarda slint'e oldukça yaklaşıyor. arab strap havasındaki r u still in 2 it'in yanı sıra, atmosferik tracy, a cheery wave from stranded youngsters gibi parçalar, "young team"i asla eskimeyecek bir şaheser yapıyor. pavement solisti stephen malkmus, mogwai'nin 21. yüzyılın en büyük grubu olacağını iddia etmişti. açıkçası abarttığını düşünüyorum, ama grupta gerçekten büyük bir potansiyel olduğu da ortada. özellikle finaldeki 16 dakikalık mogwai fear satan mogwai'nin daha kariyerinin henüz başındayken bile ne kadar ilham verici olduğunu tek başına kanıtlayacak kapasitede destansı bir şarkı.

    77. aphex twin - "selected ambient works, vol. 2", 1994
    150 dakikalık bir ambient şaheseri. içerdiği şarkılar selected ambient works 85-92'ninkilere göre daha zorlayıcı, ancak ilginç bir şekilde daha da melodik.

    76. tom waits - "bone machine", 1992
    biranın yanında en iyi ne gider? sigara mı, tom waits mi? inanın karar vermek zor.
    yaptığı en güzel şeyler bile hayranları tarafından tam olarak anlaşılamayan bir insan tom waits. müzik tarihinin en aykırı seslerinden birine sahip; ölümüne içilen viskiler ve hiç ara vermeden yakılan sigaralar sonucu bu hale gelmiş olmalı. waits'i kimseyle kıyaslamak mümkün değil; ne bob dylan'la, ne leonard cohen'le, ne scott walker'la, ne de nick cave'le. o hepsinden ayrı bir yerde duruyor. daha yukarıda olduğunu iddia etmiyorum; ayrı bir yerde, tek başına duruyor. adamda inanılmaz bir ses var, o gerçekten müthiş bir yetenek.

    75. ride - "nowhere", 1990
    shoegazer'ların mutlaka kulak vermesi gereken bir eser; the cure, my bloody valentine ve u2'yu aynı noktada buluşturuyor. dreams burn down, in a different place, harika davullarıyla seagull ve elbette vapour trail öne çıkan şarkılar.
    (bkz: #6305643) - albertinesimonet

    74. aphex twin - "richard d. james album", 1996
    mozart'ın reenkarnasyonu aphex twin'in sonunda kendini bulduğu albüm. her şey yerli yerinde artık, hatta öylesine başarılı bir prodüksiyon ki, albümden klibi çekilen şarkılar mtv'de bile gösterilmişti. kilit şarkılar girl / boy song ve logan rock witch.

    73. wilco - "being there", 1996
    ikinci wilco albümü, bir rock 'n' roll şaheseri.
    (bkz: #6808803) - kimi raikkonen

    72. 2pac - "me against the world", 1995
    bir yerde 2pac hakkında şöyle bir yazı okumuştum, bence onu çok iyi açıklıyor:
    - tupac shakur'un kişiliğini ve karıştığı olayları eleştirebilirsiniz. ama bilmeniz gereken bir şey var: doksanlı yıllarda rock müzik için kurt cobain ne idiyse, rap için de 2pac oydu.
    "me against the world" sanatçının en güzel albümü ve dear mama, so many tears, me against the world gibi eşsiz rap klasikleri içeriyor. açılıştaki if i die 2nite ise belki de 2pac'ın tüm kariyeri boyunca yaptığı en iyi şarkı.

    71. guided by voices - "bee thousand", 1994
    bono'yu düşünün: grubu u2 ile iyi müzik yapıyor ve o bir rock star.
    thom yorke'u düşünün: grubu radiohead ile iyi müzik yapıyor ve o bir rock star.
    michael stipe'ı düşünün: grubu r.e.m. ile iyi müzik yapıyor ve o bir rock star.
    ve robert pollard'ı düşünün: grubu guided by voices ile iyi müzik yapıyor ama o bir rock star değil, sizin benim gibi normal bir insan.
    "bee thousand" 20 şarkılık, 37 dakikalık bir lo-fi şaheseri. guided by voices ile tanışmak isteyenler için en iyi seçim bu albümdeki echoes myron olacaktır.

    70. james - "laid", 1993
    tek kötü yanı kapağı olan bir rock şaheseri. sırf tüm zamanların en iyi rock şarkılarından biri olan laid için bile alınabilir, ama o kalitede iki parça daha bile var albümde. skindiving ve harikulade sözleriyle sometimes lester piggott: "sometimes when i look deep in your eyes, i swear i could see your soul."
    (bkz: #8943969) - poseydon

    69. the beta band - "the three ep's", 1998
    grubun daha önce bağımsız bir plak şirketinden yayımladığı üç adet ep'nin toplu halde yeniden piyasaya sürülmüş hali olan "the three ep's" rock ile ambient ve psychedelia'yı o kadar akıcı ve güzel bir şekilde birleştiriyor ki, albümün adına dikkat etmediğiniz takdirde bunun bütünlüğe sahip 'yeni' bir albüm olmadığını fark etmeniz mümkün değil. "the three ep's" gerçek bir klasik ve inner meet me, dry the rain, she's the one ve şok edici monolith gibi şarkıları içeriyor.

    68. scott walker - "tilt", 1995
    200 albümlük bu listede, dinleyicilere kendini sevdirme olasılığı en az olan albüm budur sanırım. korkunç bir yapıt. o kadar şaşırtıcı ki, artık şaşıramamaya başlıyorsunuz bir süre sonra.
    (bkz: #6080538) - kimi raikkonen

    67. super furry animals - "fuzzy logic", 1996
    şirin kıllı hayvanların debutu.
    (bkz: #7243170) - kimi raikkonen

    66. pj harvey - "rid of me", 1993
    üstün müzisyen polly jean harvey bambaşka ufuklara yelken açıyor. bob dylan'ın highway 61 revisited'ını yorumlaması acaba bir erken olgunlaşma belirtisi olabilir mi? geçin bu ayakları; rid of me hala rock tarihinin en sinirli (ve en güzel) şarkılarından biri!
    şizofren ve paranoyak bir insanın günlüğünden farksız "rid of me"; rahatsız edici ve kesinlikle çok etkileyici.

    65. mos def - "black on both sides", 1999
    radikal ve muhteşem bir rap albümü.
    bazı şeyleri direkt dinlemek lazım, anlatınca olmuyor. yine de birkaç tüyo verelim: black star'dan arkadaşı talib kweli ile düet yaptığı know that, sanatçının arrested development dönemini andıran havasıyla nefis bir parça. umi says rap'ten çok soul tadında bir şarkı; bunu dinlerken marvin gaye dinliyormuş gibi hissedebilirseniz, parçadan alacağınız keyif daha da artacaktır. rock n roll'da ise "elvis presley'de rock 'n' roll ruhu yok" diyor mos def, üstüne bir de rolling stones'a laf sokuyor, ama ona kızamıyorsunuz, çünkü ne söylemek istediğini gerçekten iyi biliyor.

    64. weezer - "weezer", 1994
    punk, alternatif rock ve brit-pop birleşimi bir müzik yapan weezer bu albümdeki buddy holly ile ünlü olmuştu. albümdeki 10 şarkı da birbirinden iyidir; insanı hemen yakalayan parçalar ise in the garage, holiday ve say it ain't so'dur. ancak en güzel şarkılarını henüz yapmamışlardır (dinleyin: tired of sex).

    63. portishead - "dummy", 1994
    hala yapılmış en iyi trip hop albümlerinden biri. içerdiği en güzel üç şarkının adını verelim; zikredeceğimiz bu şarkılardan herhangi biri kalitesinde bir şey kaydetmek bile olağanüstü sayılabilir, ancak bu elbette portishead için geçerli değil! başta tabii ki, doom metal grubu my dying bride'ın bile coverladığı roads.
    işte size sözlüğe adını veren sour times: "nobody loves me, it's true, not like you do."
    glory box'ın sözlerini hangi erkek hazmedebilir: "give me a reason to love you."

    62. björk - "homogenic", 1997
    harikulade bir vokal ve nefes kesici besteler; ortaya çıkan da 10 şarkılık mükemmel bir albüm daha.
    (bkz: #8520847) - dorduncu boyut

    61. fugazi - "red medicine", 1995
    doksanlarda ortaya çıkan gruplara bakıyorum ve size şu soruyu sormak istiyorum: her albümüyle ileri bir adım atmayı başaran kaç grup var sizce? illa ki her albümü bir öncekinden daha iyi olan gruplar değil kastettiğim, ileriye adımdan kastım şu: müziğini geliştirmek.
    ve sorunun cevabı radiohead, wilco, pearl jam ve fugazi ile sınırlıymış gibi geliyor bana.
    "red medicine" günümüzde grubun en üstün albümü olarak anılmakta. ben şahsen steady diet of nothing veya in on the kill taker'ı tercih ederim, ama şurası da açık: "red medicine" grubun en oturmuş albümü.

    60. mercury rev - "deserters songs", 1998
    kaotik grup mercury rev'in en fevkalade çalışması.
    (bkz: #6160546) - kimi raikkonen

    59. notorious b.i.g. - "ready to die", 1994
    east-coast'un en etkin isimlerinden, şişko ve rahmetli kişi the notorious b.i.g.'nin (aka biggie smalls) ilk ve en iyi albümü. kendisi şahsen gıcık kaptığım bir insandı, ancak "ready to die" es geçilemeyecek derecede üstün bir rap şaheseri. juicy, ready to die ve things done changed'e özellikle dikkat.
    finaldeki suicidal thoughts çok etkileyici bir şarkı:
    "when i die, i want to go to hell
    'cause i'm a piece of shit, it ain't hard to fuckin' tell."
    (bkz: doğru söze ne denir)

    58. massive attack - "blue lines", 1991
    unutulmaz safe from harm ile açılan bu ilk trip hop albümü, bu tarzda yapılmış en etkili şarkı olan unfinished sympathy ile resmen içinizde patlıyor. "blue lines" gerçek bir devrimdi müzikte.
    (bkz: #1112334) - willy van der kerkhoff

    57. dr. dre - "the chronic", 1992
    eski n.w.a üyesi dr. dre'yi eminem vesilesiyle tanıyan arkadaşlara bir tavsiyem olacak: rap tarihinin en klas albümlerinden biri olan "the chronic"i mutlaka edinin. "the chronic" müzik tarihinin multi-milyonlar satan ilk saf rap albümü ve sadece bu açıdan bakıldığında bile, bu müziğin popülerleşmesindeki en önemli yapıtlardan biri olduğu gözükmekte.

    56. built to spill - "there's nothing wrong with love", 1994
    albümün adı o kadar basit ve güzel ki, benim yazdıklarım bunun yanında çok etkisiz kalacak. dinlenmesi şart olan şarkılar: big dipper, some, cleo, reasons, distopian dream girl.

    55. roni size and reprazent - "new forms", 1997
    roni size reprazent'in club, ambient, dans gibi türleri kusursuz bir biçimde birleştirdiği double formatlı şaheseri.
    (bkz: #5941343) - kimi raikkonen

    54. de la soul - "de la soul is dead", 1991
    no, they are not! modern bir rap başyapıtı. zaten bu türün en iyi birkaç albümünden biri olan bir önceki 3 feet high and rising'lerini (1989) hala dinliyoruz ve başka hiçbir şey yapmamış olsalar bile o albüm bize yeterdi. içinde bir me myself and i yok ama inanın onu aratmıyor "de la soul is dead". a roller skating jam named "saturdays", let, let me in, rap de rap show, ring ring ring (ha ha hey) ve olağanüstü güzellikteki bob marley sampleı* ile keepin' the faith bu zamansız rap klasiğinin ilk göze çarpan şarkıları. de la soul üyeleri "...is dead"in rapseverlerce bile anlaşılamayacağını kendileri de biliyorlarmış; aradaki konuşma bölümlerinde ironik bir dille kendileriyle dalga geçiyor olmaları bunu gösteriyor.
    (bkz: #7118967) - secret omen

    53. yo la tengo - "i can hear the heart beating as one", 1997
    grubun en rock ve en güzel albümü.
    sugarcube ve little honda'da gitarlar my bloody valentine'ın loveless günlerini andırır. green arrow'u ise (belki de kuş cıvıltıları sebebiyle) pink floyd'un grantchester meadows veya cirrus minor'ına benzetmek mümkündür. stockholm syndrome her zaman karamsar tempoda müzik yapmış olan yo la tengo'nun hiç de kasvetli olmayan bir şarkısıdır ve hatta radyolarda çalındığı takdirde hit olabilecek derecede melodiktir de. albüm my little corner of the world ile çok hoş bir havada biter.
    (bkz: #2967003) - velouria

    52. wu-tang clan - "enter the wu-tang 36 chambers", 1993
    rap'i göreceli olarak düşük iq'lu dinleyicilerin müziği olarak düşünen insanlar çoğunluktadır, ancak rap, yetenekli sanatçılar tarafından icra edildiğinde en az rock kadar etkili olabilmektedir, bunu da dikkate almak lazım. ve wu-tang clan de, rap'in kaliteli yapıldığında ne kadar sarsıcı ve vurucu olabildiğini çok iyi göstermiştir bizlere. bu müziği lütfen puff daddy ve 50 cent gibi piyasa şişirmesi vasat rapçiler yüzünden aşağılamayalım.
    dokuz çok yetenekli mc'den oluşuyor(du) wu-tang clan: rza, raekwon, gza, merhum ol' dirty bastard, ghostface, u-god, method man, inspectah deck ve master killa. grubun bu debutunun başarısındaki en büyük pay wu-tang'ın beyni olan rza'ya aittir. grubu tanımak isteyenler c.r.e.a.m.'ye kulak verebilirler.
    (bkz: #6757388) - lunatic d bulletproof

    51. the orb - "the orb's adventures beyond the ultraworld", 1991
    pink floyd'a gönderme yapıp back side of the moon diye şarkı yapmış the orb ve pink floyd bu mesajı alıp gruba şarkılarına remiks yapma izni verdi.
    muhtemelen müzik tarihinin en uzun debut'u olan "the orb's adventures beyond the ultraworld" neredeyse 2 saat sürüyor. bu da grubun kendine ne kadar güvendiğinin göstergesi olmalı; hangi babayiğit ilk albümünü double formatlı yayımlayabilir günümüzde?
    (bkz: #1335605) - willy van der kerkhoff

    50. godspeed you black emperor! - "f a infinity", 1998
    atmosferik, dingin, kaotik ve ölümcül.
    günümüzün en heyecan verici post-rock grubu olan gybe!'ın ilk uzunçaları "f# a# infinity" hala her dinlenişinde insanı oturduğu yere mıhlamayı başaran gizemli bir yapıt. bol enstrümanlı, karmaşık ama aynı zamanda sade bir müzik, ortalama 20 dakika uzunlukta şarkılar ve çok çarpıcı varyasyonlar. zaten üç şarkıdan oluşan "f# a# infinity"nin açılışını yapan the dead flag blues ve finaldeki providence hala grubun en iyi bestelerinden. ortadaki şarkı east hastings'i atladığımı sanmayın, o da nefis bir slow-core eseri.

    49. happy mondays - "pills 'n' thrills and bellyaches", 1990
    manchester sound'ın en önemli gruplarından happy mondays'ın başyapıtı. aynı anda rock ve dans müziğini onlardan başka hiçbir grup bu kadar başarılı bir şekilde kullanamadı (primal scream'i tenzih ederim).
    (bkz: #1537030) - willy van der kerkhoff

    48. boards of canada - "music has the right to children", 1998
    kısa kesicem: bir ambient/idm şaheseri. bu müzik size birazcık bile yakınsa, "music has the right to children" başucu albümlerinizden biri olacak.
    boards of canada'nın yaptığı müzik türün öncülerinden orb'unki kadar kompleks ve kafa karıştırıcı değil, daha dinlenebilir seviyede.
    (bkz: #1749904) - willy van der kerkhoff

    47. modest mouse - "the lonesome crowded west", 1997
    grup bu albüm ile "long drive..."ı bile aşmış. "the lonesome crowded west" doksanların en güzel lo-fi albümlerinden biri.
    doin' the cockroach en az ohio kadar harika bir beste. shit luck ise resmen bir punk şarkısı.

    46. lauryn hill - "the miseducation of lauryn hill", 1998
    doksanların en güzel soul albümü. marvin gaye'in what's going on'u kadar olmasa da, let's get it on'u ayarında. hem ortalama müzik dinleyicisini, hem de eleştirmenleri yakalamayı başaran ender yapıtlardan.
    to zion, ex-factor, i used to love him; daha ne söylenebilir ki?
    (bkz: #896192) - caponsever

    45. outkast - "aquemini", 1998
    günümüzün en popüler hip hop grubu outkast'ın belki de hala en güzel albümü budur (ancak stankonia mucizesini de unutmamak lazım).
    (bkz: #4422408) - kimi raikkonen

    44. radiohead - "the bends", 1995
    radiohead solisti thom yorke'un bono veya freddie mercury gibi allah vergisi muhteşem bir sesi yok, diğer grup üyeleri de enstrüman virtüözü sayılmazlar; ancak radiohead limitleri sonuna kadar zorluyor ve gerçekten de yapılabileceğin en iyisini yapmayı başarıyor.
    grubun ikinci albümü olan "the bends" ilk çıktığı zaman bu kadar etkileyici değildi ama zamanla kendini daha fazla dinletmeye başladı. yıllardır hiç bıkmadan dinliyorum bu albümü ve bıkacağımı da hiç zannetmiyorum.
    bob dylan'ın bringing it all back home albümündeki "it's alright ma (i'm not bleeding)" şarkısına yaptığı gönderme ile aklımı başımdan alan klibiyle -ki hala izlediğim en hoş kliplerden biridir- just, black star ve my iron lung insanı çabucak yakalayıveren şarkılar. ancak fake plastic trees, street spirit fade out ve thom yorke'un terkedilme korkusu ile ilgili olan high and dry gibi şarkılar zaman geçtikçe sizi daha çok sarıp etkiliyor.

    43. pj harvey - "dry", 1992
    taş gibi bir rock albümü. köylü kızı polly jean harvey bir anda rock starı mı oluyor, hadi bakalım! water, plants and rags, victory ve sheela-na-gig adamı çarpıyor.
    müzik tarihinin en iyi debutlarından biri.

    42. built to spill - "perfect from now on", 1997
    biraz country alın, alternatif rockın üstüne serpiştirin: işte size built to spill. ve gerçekten ilginç şarkılarıyla "perfect from now on" belki de grubun en iyi albümü. çoğu şarkıda nakarat yok, ama o kadar güçlü besteler ki, gruba saygı duymamak elde değil. untrustable / part 2 about someone else ve velvet waltz birkaç dinleyişten sonra akılda kalması en muhtemel şarkılar.

    41. nirvana - "in utero", 1993
    nevermind gibi rock tarihinin en güçlü albümlerinden birini yaptıktan sonra ne yapabilirsiniz ki? bence yapacağınız hiçbir şey "in utero"dan daha güzel olamazdı. scentless apprentice'deki davul kullanımına dikkat edin, gerçekten olağanüstü. nirvana bir grup olarak formunun zirvesine bu albüm ile ulaşmış hakikaten. belki "nevermind" kadar etkili değil, ancak bu haliyle bile muhteşem ve hala ilham verici.
    (bkz: #7246326) - yutan eleman

    40. hole - "live through this", 1994
    nirvanaseverler tarafından en nazik deyimiyle 'pek sevilmeyen' courtney love'ın grubu hole'un işbu ikinci albümü bir grunge klasiği, hatta "nevermind"dan sonra yapılmış en iyi grunge albümü. doll parts ve violet'i dinlemeli insanlar.
    (bkz: #7924214) - glass sealed

    39. the chemical brothers - "dig your own hole", 1997
    albümün a-yüzü hoplayıp zıplamak için, b-yüzü ise evde oturup 'iyi' tribe girmek için yapılmış. elektrobank insanı şöyle silkeleyen bir şarkı. pink floyd'un let there be more light'ını andıran girişiyle block rockin' beats ve hala her dinleyişte büyük keyif veren setting sun albümün zirveleri. beth orton'ın huzurlu vokaliyle where do i begin ise finale doğru yorulanlar olabilir diye verilmiş bir mola gibi.
    (bkz: #2745079) - willy van der kerkhoff

    38. bob dylan - "time out of mind", 1997
    yaşlandıkça, şarap gibi değer kazanıyor dylan. "yesterday everything was goin' too fast, today it's movin' too slow" diyor standing in the doorway'de, şairliğini konuşturarak.
    nefis bir çalışma olmuş, ağzına sağlık bob amca, yalnız aman kalbe dikkat, bu yaşta aşk-meşk işleri bir kalp krizi daha getirmesin bünyeye diyoruz ve hemen bir sonraki albümümüze geçiyoruz.
    (bkz: #1028863) - eowyn

    37. spiritualized - "ladies and gentlemen we are floating in space", 1997
    açılıştaki isim şarkısı o kadar güzel ki, uzun süre etkisinden kurtulmanıza izin vermiyor. i think i'm in love ise, the gunners dream ve high hopes'u bir kenara bırakırsak, the wall albümünden bu yana yapılmış en iyi pink floyd şarkısı!
    nme, çıktığı sene "ladies..."i yılın albümü seçmişti. kanımca, aynı yıl yayımlanan radiohead'in ok computer'ını gölgede bırakan bir albüm değil "ladies...", ancak neredeyse onun kadar güzel; eh, zaten nme'in bu iddiası albümün kalitesi hakkında size bir fikir vermiş olmalı.
    (bkz: #7204229) - edved

    36. wilco - "summerteeth", 1999
    wilco'nun alt. country kimliğinden kurtulduğu nefis albümü.
    (bkz: #5140052) - kimi raikkonen

    35. pj harvey - "to bring you my love", 1995
    i think i'm a mother diyen pj artık büyüdüğünü kabul ediyor. c'mon billy yaptığı en catchy şarkı. peki long snake moan'a ne demeli? ah, olağanüstü bir beste, evet. ama ya finaldeki the dancer? söz konusu vokal olduğunda, björk'le bile yarışırım demeye getiriyor herhalde.
    (bkz: #8398367) - dorduncu boyut

    34. talk talk - "laughing stock", 1991
    talk talk seksenler deyince ilk akla gelen gruplardan biri değil, ancak biraz düşündükten sonra akla gelmesi gereken gruplardan. "laughing stock" grubun en iyi albümü ve nefis bir ambient / post-rock eseri.
    sessiz, sakin, ıssız, depresif ve çok lezzetli bir yapıt "laughing stock". ascension day ve özellikle new grass insanı çok acayip bir şekilde etkiliyor. ve bu albümü dinleyince şöyle bir karara varıyorsunuz: tortoise'un çıkış noktası bu olmalı!

    33. the dismemberment plan - "emergency and i", 1999
    "emergency & i"a amerikan müzik dergileri 1999'un en iyi albümleri arasında hep üst sıralarda yer verince, bu dergilerin grubun bir önceki albümü the dismemberment plan is terrified'ın güzelliğinden etkilenerek "emergency & i"ı şişirmiş olabileceğini düşünmüştüm. ancak açılıştaki a life of possibilities'i ilk dinleyişimde daha esnek olma gereği hissettim.
    grupla ilgili en etkili yorumu alternative press yapmıştır:
    - dismemberment plan'in kötü şarkı yapması imkansız.

    32. belle and sebastian - "if you're feeling sinister", 1997
    bob dylan eğer brit-pop yapıyor olsaydı, sanırım kaydettiği şarkılar belle and sebastian'ınkilere benzeyecekti.
    aynen albümün isminde dediği gibi, "eğer kendinizi kötü hissediyorsunuz" bu albümü dinleyin, sizi rahatlatacaktır. basit ama etkili şarkılar; dylan in the movies, the boy done wrong again, the fox in the snow gibi. get me away from here, i'm dying ise doksanların en iyi pop şarkılarından biri ve hala ilk çıktığı zamanki kadar güzel.
    etkisini hiç kaybetmeyen bir albüm "if you're feeling sinister".
    (bkz: #7592622) - johnnypanic

    31. jane's addiction - "ritual de lo habitual", 1990
    jane's addiction 1988'de nothing's shocking ile rockseverleri şok etmişti. mükemmel bir albümdü ve çok da görkemli bir kapağa sahipti. ardından gelen bu eserleri ise ondan bile daha güzeldir, hatta kapağı ile de ona kafa tutabilir. doksanların başına kadar amerika'nın en sevilen yerel rock grubu olan jane's addiction bu albümde gerçekten çok ilginç şeyler yapmıştır. ancak 2003'e kadar aradan geçen 13 yılda hiç albüm yapmamış olmaları üzücüdür (2003'te yeni bir albümle* bize sürpriz yaptılar, ancak bu elbette ki biraz geç kalmış bir hamleydi). gerçi solist perry farrel yine boş durmamış, birkaç arkadaşıyla birlikte porno for pyros adı altında takılmıştır, ama bu seviyede bir şey daha yapamamıştır.
    albüme gelince: 11 dakikalık three days dinlediğim en etkileyici bas melodilerinden birine sahip.
    been caught stealing hırsızlık üstüne yapılmış en iyi şarkıdır, sözleri insanı çalıp çırpmaya teşvik eder:
    "well, it's just a simple fact:
    when i want something, man, i don't wanna pay for it!"
    ain't no right ise red hot chili peppers'ın yıllardır yapmak için uğraştığı şarkıdır, hatta bunun için jane's addiction gitaristi dave navarro'yu bile transfer etmişlerdir gruba!
    uzun lafın kısası, "ritual de lo habitual" her rockseverin evinde mutlaka bulunması gereken albümlerin başında gelir.
    (bkz: #7814396) - sekizbucuk

    30. bonnie 'prince' billy - "i see a darkness", 1999
    bakın pj harvey, kimlerin okuması için şarkı yazmak istersiniz sorusuna nasıl bir cevap vermiş:
    - mesela johnny cash için yazmak isterim... madonna da benim şarkılarımı sevdiğini söyler durur, onun için de yazmak isterim. bir de will oldham için şarkı yazmak isterim. onunla birlikte epeydir country düetlerinden oluşan bir albüm yapmak istiyoruz. ama çok garip bir adam. tam bir çingene. bir türlü biraraya gelemiyoruz. ne zaman nerede olacağı hiç belli değil. (roll, 2001 mart)
    asıl adı will oldham olan bonnie "prince" billy, bu takma ad altında yayımladığı ilk albüm olan "i see a darkness" ile folk tarihinin en önemli eserlerinden birine imza atıyor. kimdir will oldham? açıkçası bu albümü dinleyinceye kadar ben de kendisi hakkında bir şey bilmiyordum. kendisi ilk eserlerini, eski slint üyeleri ile birlikte palace brothers adı altında vermiş. daha sonra grubun adı palace songs; palace; ve son kez de palace music olarak değişmiş. ardından will oldham adı altında iki albüm yayımlamış ve bundan sonra da "i see a darkness" ile bonnie "prince" billy kimliğine bürünmüş. bu adla bir albüm daha kaydettikten sonra tekrar will oldham adıyla ortaya çıkmış ve üç albüm daha yayımlamış. son albümündeyse adı yeniden bonnie "prince" billy oldu. kafanız karıştı, değil mi?
    kendisi bu durumu les inrockuptibles dergisine şöyle açıklıyor:
    - hep aynı isim altında albüm çıkarmak çok saçma; bu, kariyer fikrini kabul etmek anlamına geliyor. her albüm başka bir isimle çıkmalı. her seferinde insanın kendisini sonuna kadar sorgulamasının tek yolu bu. insanların benim albümlerimi sadakat ya da alışkanlıkla almalarından nefret ederim. sürekli isim değiştirmek, insanlara bu şarkıların belli birinin hayatını anlatmadığını göstermenin de bir yolu. şarkılar kesinlikle benim mahrem dünyam, günlüğüm değil.
    evet, kendisi hakikaten marjinal bir insan. hiçbir şarkısına klip çekmiyor, veya single yayımlamıyor. ve "i see a darkness" nefis, harikulade bir albüm; gelecekte bu yapıttan bir folk (ya da anti-folk) şaheseri olarak söz edileceğinden emin olabilirsiniz.

    29. nine inch nails - "the downward spiral", 1994
    olağanüstü nin albümlerinden*** sadece biri. ancak elbette en önemlisi.
    (bkz: #7740593) - kimi raikkonen

    28. a tribe called quest - "the low end theory", 1991
    a tribe called quest, caz ve hip hop gibi iki farklı kutuptaki müzik türünü çok etkileyici bir biçimde harmanladığı "the low end theory" ile rap tarihinin en orijinal albümlerinden birine imza atmıştı. ilk bakışta dikkat çeken parçalar, "back in the days when i was a teenager..." diye giren excursions, show business, the infamous date rape ve check the rhime.

    27. the dismemberment plan - "the dismemberment plan is terrified", 1997
    dismemberment plan'in yaptığı müzik zaman zaman emo havası veren nitelikli ska-punk. gerçi müziklerini 'punk' olarak tanımlamak çok etkisiz kalacak, ayrıca 'nitelikli' tabirini kullanmamın sebebi de şu: şu ana kadar dinlediğim çok az punk albümü müzikalite olarak "...is terrified" kadar yetkin. ve bu albüm neredeyse remain in light* tadı veriyor.
    the ice of boston duygusal açıdan çok yoğun bir parça ve belki de ska tarihinin en güzel şarkısı. one too many blows to the head çok eğlenceli bir şey olarak nazar-ı dikkatimizi cezbediyor. respect is due ise çok uzun ama çok güzel.

    26. liz phair - "exile in guyville", 1993
    folk/alternatif rock karışımı bir müzik yapan liz phair, şarkılarında anlattığı ayıp(!) şeyler sebebiyle janis joplin damgası yemişti. ancak "exile in guyville" janis joplin'in asla yapamadığı kadar güzel bir albüm. fuck and run onu en iyi anlatan şarkı.
    "exile in guyville" lo-fi olarak adlandırılan müzik türünün kısıtlı bir dinleyici kitlesinden kurtulup daha geniş bir çevrede dinlenmeye başlamasını sağlamıştır.
    (bkz: #1725088) - velouria

    25. beastie boys - "check your head", 1992
    bu adamlarda bir şey var, bana inanın. ilk albümleri licensed to ill rap ile punk arasındaki kayıp bağlantıyı bulmasıyla gruba dünya çapında bir ün kazandırmıştı ve beastie boys sadece bu buluşuyla bile rahatlıkla çok güzel para yapabilirdi kendine. ancak onlar daha zor, ama müzikal açıdan kuşkusuz daha yapıcı olan yolu seçtiler ve ardından gelen pauls boutique ile müzik tarihinin en önemli albümlerinden birine imza attılar. "paul's boutique" resmen deneysel bir rap albümüydü.
    evet, buna kadar yaptıkları iki albüm de yapılmış en aykırı rap albümüydü. ama bu ikisinden de farklı olmayı başarıyor. aman kafaya dikkat*! albümün bombası, her an patlamaya hazır gibi duran so whatcha want.
    (bkz: #5848592) - secret omen

    24. primal scream - "screamadelica", 1991
    ingilizlerin medar-ı iftiharı primal scream'in "screamadelica"sı -klişe bir tabir olacak ama- rock ile dansı aynı potada eriten bir albüm. movin' on up ile giriş yaptığınızda gospel vokaller kullanan bir rock grubu bekliyorsunuz ama inner flight'ı, don't fight it, feel it'i, slip inside this house'u dinleyince anlıyorsunuz ki, primal scream'de işler o kadar basit değil. loaded çok eğlenceli bir şarkı: "we wanna get loaded, and we wanna have some fun". come together şahsi favorim. higher than the sun ise albümün en özel şarkısı.
    (bkz: #4749958) - velouria

    23. the flaming lips - "the soft bulletin", 1999
    lo-fi hiç bu kadar kolay dinlenebilir ve melodik (ve hatta profesyonel) olmamıştı.
    waitin' for a superman bir brit-pop şarkısı olmamasına rağmen, brit-pop tarihinin en iyi şarkılarından biri. the spark that bled, feeling yourself disintegrate, race for the prize; hepsi nefis parçalar. "the soft bulletin" doksanların pet sounds'ı belki de.
    (bkz: #1305458) - sissyneck

    22. tindersticks - "tindersticks", 1993
    grubun büyüsünü başlatan çalışma. her'de "scared of my shadow, afraid of myself" diyor bariton sesli vokalist stuart staples. yaylıları en iyi kullanan rock grubu olarak anılan tindersticks çoğu insanca kırık kalplerin grubu olarak bilinir ama kendileri bunu kabul etmiyorlar. ancak the not knowing'i ve "don't tell me for certain that our love has gone away" diyen dizelerini duyunca, bu konuda gruba katılmıyorsunuz!
    (bkz: #174965) - yok

    21. the magnetic fields - "69 love songs", 1999
    stephin merritt'in grubundan 3 cd'lik bir indie klasiği.
    (bkz: #7915419) - kimi raikkonen

    20. r.e.m. - "automatic for the people", 1992
    r.e.m. 1991'de losing my religion ile bir anda dünyanın her yerinde ünlü oluvermişti. bahsi geçen parçayı da içeren out of time adlı albümleri de aynı yıl yayımlanmış ve büyük başarı kazanmıştı. klas ve nitelikli bir yapıttı "out of time".
    grup bir yıl sonra "automatic for the people"ı piyasaya sürdü ve "out of time"ı da geride bıraktı. "automatic..." asıl etkisini gece gösteren albümlerden biridir. everybody hurts ve man on the moon rock şaheserleridir. albümün en iyileriyse karamsar mı iyimser mi olduğu pek anlaşılamayan sözleriyle sweetness follows, açılıştaki muhteşem drive ve nightswimming'dir.
    (bkz: #2100121) - delarue

    19. smashing pumpkins - "siamese dream", 1993
    iyi bir ilk albümden* sonra gelen "siamese dream" doksanların en güzel birkaç rock albümünden biridir. bütün şarkıları muhteşemdir, ama disarm, spaceboy, today, geek usa ve mayonnaise'i bir adım öne çıkarabiliriz.

    18. beck - "odelay", 1996
    adama bakın: utanmadan mellow gold'dan hem daha garip hem de daha güzel bir albüm yapmış. kimileri bu yüzden beck'i bob dylan'la kıyaslamaya başladı bile.
    minus resmen bir punk şarkısı, hem de pennywise veya anti-flag punk'ı bu! peki en iyi parça mı? hımmm, seçim yapmak kolay değil ama benim favorilerim "it's a strange invitation" diyerek albümü tanımlayan jack-ass, where it's at ve novacane.

    17. björk - "post", 1995
    eşsiz bir albüm. güzellikten bahsetmiyorum, rakipsizlikten bahsediyorum. bu vokal nerede var başka? lütfen dinleyin ve şapka çıkarın: it's oh so quiet. i miss you'ya da çok dikkat edin: "i miss you / but i haven't met you yet".
    (bkz: #10369201) - dorduncu boyut

    16. tindersticks - "second album", 1995
    grup, albümlerine isim koyma çabasından çok, yine etkileyici melodiler bulup insanı vuran sözler yazmaya vermiş ağırlığı. my sister bir film olsaydı, ancak david cronenberg tarafından çekilebilirdi, ve herhalde favori filmim olurdu. the walkabouts solisti carla torgerson'ın da vokallerde stuart staples'a eşlik ettiği travelling light dinlediğim en güzel pop şarkılarından biri. tiny tears ise, olağanüstü klibinin de etkisiyle, hayatımı kaydırmıştı açık konuşmak gerekirse. zamansız biten ilişkiler çok az albümde bunda olduğu kadar iyi anlatılabilmiştir.

    15. jeff buckley - "grace", 1994
    last goodbye'ı dinleyin ve bu olağanüstü şarkı için jeff'e teşekkür edin:
    "this is our last goodbye,
    i hate to feel the love between us die, but it's over."
    sence doksanların en güzel şarkısı nedir diye soracak olsaydınız, oyumu gözüm kapalı bu albümdeki lover, you should've come over'a verirdim.
    (bkz: #970658) - native

    14. tricky - "maxinquaye", 1995
    tricky'nin solo kariyerinin müthiş başlangıcı.
    (bkz: #6142222) - kimi raikkonen

    13. tortoise - "tnt", 1998
    nefes kesici orkestrasyonlarla süslü 70 dakikalık bu post-rock şaheserinde tortoise daha önce hiçbir albümünde olmadığı kadar cesur davranmıştır. aslına bakarsanız "tnt" karmaşık olmasına karşın çok rahat dinlenir ve şarkıları zaman zaman birbirine benzetip, arada geçişleri kaçırmanız da olasıdır.
    albümün en melodik şarkısı i set my face to the hillside'dır. bu akustik parça tortoise'un alışageldiğimiz tarzından biraz uzak duran, ama insanı hemen yakalayan melodisi ile alıp bambaşka diyarlara götüren tüyler ürpertici bir şeydir.

    12. underworld - "dubnobasswithmyheadman", 1993
    dans tarihinin en iyi albümlerinden biri, muhtemelen birincisi. hoplayıp zıplayıp eğlenmek için değildir underworld'ün müziği, çok daha farklı ve derin sulardır grup üyelerinin yüzdükleri. albüm dark and long, mmm skyscraper i love you, dirty epic, river of bass gibi unutulmaz şarkılar barındırır içinde.
    (bkz: #7495891) - velouria

    11. slint - "spiderland", 1991
    6 sarsıcı şarkıdan oluşan ve rock ile ilgili her türlü klişeyi darmadağın etmiş olağanüstü etkileyici bir yapıt. grup üyeleri bu ikinci ve son albümlerini, bir yandan gündüz işleriyle meşgulken, uyku uyumamayı dahi göze alarak 3 hafta sonu boyunca kaydetmiştir. slint üyeleri yıllar sonra yaptıkları açıklamalarda o dönemde ruhsal açıdan son derece sıkıntılı bir dönemden geçmekte olduklarını belirtmişlerdir. gerçi bu açıklamaya çok da gerek yoktu, albümü dinlediğinizde bunu kolayca fark edebilirsiniz: "spiderland" müzik tarihinin en karamsar albümlerinden biridir ve çok rahatsız edicidir. yaptıkları müzik can - sonic youth - big black arası bir şeydir; zaman zaman oldukça gürültülüdür de. melodisi insanın aklında kalabilecek gibi olan şarkılar good morning, captain ve washer'dır.
    kısacası "spiderland" kendisini hala keşfedememiş rahatsız bünyelerin favori albümü olmaya adaydır.
    (bkz: #1549579) - aritmi

    10. pavement - "slanted and enchanted", 1992
    çıktığı sene, şu an adını hatırlayamadığım bir amerikan müzik dergisince rock 'n' roll tarihinin en önemli albümü olarak gösterilmişti. eh, hep ingilizler abartacak değil ya, bazen amerikalılar da ipin ucunu kaçırabiliyor!
    ilk dinlendiğinde lo-fi'ye yakın duran "slanted and enchanted", yanına daha dikkatle yaklaşıldığında harika riffleri ve çok güzel sözleriyle daha 'rock' bir hava yakalıyor. gitarlar zaman zaman my bloody valentine'ı andırıyor: ve bir daha hiç bu kadar gürültülü olmayacaklar. loretta's scars, "summer babe (winter version)", no life singed her, two states süper şarkılar.
    "slanted and enchanted" alışkanlık yapan bir albüm.

    9. dj shadow - "...endtroducing", 1996
    trip hop, drum n bass, ambient, hip hop ve hatta rock müziğini aynı anda duyabileceğiniz bir başyapıt. caz müziğini klasman dışı tutarsak, muhtemelen müzik tarihinin en güzel enstrümantal albümü.
    (bkz: #1571851) - willy van der kerkhoff

    8. pavement - "crooked rain, crooked rain", 1994
    chicago'lu rock grubu pavement'tan bir şaheser daha.
    (bkz: #6080701) - kimi raikkonen

    7. sigur rós - "ágaetis byrjun", 1999
    björk'ü ilk dinlediğimde şöyle bir tepki vermiştim: "hayret, izlanda'dan da müzisyen çıkıyormuş demek ki". sigur rós'a ilk rastladığımdaysa, izlandalı tek yetenekli müzisyenin björk olmadığından emindim artık.
    avrupa'da 2000 yılında yayımlanan "àgætis byrjun"ın sizi rahatsız edecek tek tarafı izlandaca şarkı sözleri olabilir. ve eğer bunu sindirebilirseniz, bu albüm gerçekten hayatınızı değiştirebilir.
    illa bir şeye benzetmek gerekirse, sigur rós'da bir godspeed you black emperor! etkisi yakalamak mümkün. gerçi gybe! kadar karamsar ve ölümcül bir müzik değil yaptıkları, hatta son derece hoş ve insanı rahatlatan bir şey bu, ve insanın aklına kıyamet, ölüm gibi ürkütücü konulardan çok sevgi, mutluluk gibi daha keyifli olanlarını getiriyor. svefn-g-englar, starálfur, flugufrelsarinn, olsen olsen, avalon; hangi birini sayalım? yalnızken dinleyebileceğiniz en güzel albümlerden biri "ágætis byrjun".
    (bkz: #8826941) - kukuletali

    6. public enemy - "fear of a black planet", 1990
    public enemy 1988'de rap tarihinin en iyi albümüne* imza atmıştı. bir sonraki "fear of a black planet" içinse rap tarihinin en iyi 2. albümü denebilir.
    bir grup daha fazla ne yapabilirdi müzik adına?

    5. nirvana - "nevermind", 1991
    ilk nirvana albümü bleach fena bir yapıt değildi, hepsi bu. ancak "nevermind"ın ruhu tüm dünyayı sarmayı başardı. stay away, lithium gibi punk şarkılarının yanı sıra, territorial pissings gibi endüstriyel havada bir parça bile var "nevermind"da. polly'nin başındaki "polly wants a crack ear" dizesi ise public enemy'nin pollywanacracka şarkısına bir gönderme gibi gelmiştir hep bana.
    ya da boşverin bunları, insanlar smells like teen spirit'i vakit geçirmek için dinlemiyorlardı herhalde? bütün rock tarihini araştırın; belki bundan daha iyi şarkılar bulacaksınız, ama daha güçlüsünü bulamazsınız.
    (bkz: #1054931) - augustin

    4. neutral milk hotel - "in the aeroplane over the sea", 1998
    müzik tarihinin en güzel albümlerinden biri. tarzı da akustik/saykodelik lo-fi!
    syd barrett asla bu kadar şahane bir albüm kaydedemedi (bu iddianın the piper at the gates of dawn'u da içerdiği düşünülebilir).
    albümün isim şarkısını mutlaka dinleyin, sözleri de çok güzeldir:
    "one day we will die, and our ashes will fly
    from an aeroplane over the sea."
    (bkz: #4137225) - kumkuat

    3. my bloody valentine - "loveless", 1991
    doksanlarda çıkmış albümler arasında, günümüzün müziğine etkisi en büyük olan albüm budur belki de.
    (bkz: #7248031) - electric warrior

    2. radiohead - "ok computer", 1997
    bu albümle the bends'in de ötesine geçmeyi başaran radiohead çoğu müzikseverin kalbinde taht kurmayı başardı haklı olarak.
    aslında ilk albümleri pablo honey ilk başta creep ile iyi sinyaller vermiş olmasına rağmen genel olarak vasat, hatta yavan bir albümdü ve grup açıkçası o albümle pek de fazla şey vaat edememişti müzikseverlere. ancak 4 yıl içinde (1993-1997) gelmiş oldukları nokta hakikaten çok şaşırtıcı.
    yine bob dylan'ın bringing it all back home albümünün açılış şarkısı subterranean homesick blues'a bir gönderme olan subterranean homesick alien ve the tourist sizi hemen yakalayamayan yegane iki şarkı albümde. ancak "the tourist" zamanla insanın içine nüfuz etmeye başlıyor. paranoid android, karma police, exit music for a film ve let down hiç bıkılmadan dinleniyor ve radiohead'in adını müzik tarihine altın (hatta elmas) harflerle yazdırması için yeterli oluyor.
    bundan sonra değil bir, üç tane daha "pablo honey" yapsalar bile affedilebilirler. ama yapmayacaklar, bu belli.
    (bkz: #10437182) - nosurprises

    1. u2 - "achtung baby", 1991
    "achtung baby" rock 'n' roll'da, blues'dan punk'a denemediği söylem kalmayan u2'nun alternatifleşme çabasının ürünüdür. love is blindness, so cruel ve one gibi balladların yanı sıra, who's gonna ride your wild horses ve "ultra violet (light my way)"* gibi güçlü arena şarkılarından tutun da, mysterious ways, even better than the real thing gibi ortalama müzik dinleyicisini de yakalayabilen hit singlelar ve the fly, until the end of the world ve acrobat'daki gibi kara film atmosferi yaratan besteler içerir albüm.
    aslına bakarsanız listenin üst sıralarındaki albümler birbirine çok yakın kalitededir ve hepsi de 1 numara olmayı hak edecek güzelliktedir. 1 numaranın u2'ya yar olması sanırım şu şekilde açıklanabilir: "achtung baby" karmaşık yapısı, öncülüğü ve özellikle gerçekçiliğiyle rock tarihinde çok ayrı bir yere sahiptir. evet ok computer müzikal gücünün yanı sıra çok iyi sözlere sahiptir, keza crooked rain, crooked rain de. ama "achtung baby"nin sözleri hepsinden daha gerçektir ve hayat ile daha ilgilidir.
    loveless veya spiderland kadar zorlayıcı değildir "achtung baby"; nevermind veya grace gibi daha ilk dinleyişte sizi etkisi altına da almayabilir. hem karmaşıktır, hem basit; hem içtendir, hem ikiyüzlü; hem iyimserdir, hem de karamsar. kısacası başka hiçbir albümün sahip olmadığı kadar çok ikilemi içinde barındırır, ancak bunları eşsiz bir şekilde harmanlar ve diğerlerinin bir adım ötesine, bir numaraya yerleşir.

    son olarak, bu 200 albüm arasında birden fazla albümü bulunan sanatçıların çetelesi:
    beck (4)
    pj harvey, tindersticks, built to spill, tortoise, aphex twin, björk, wilco, fugazi, a tribe called quest (3)
    pavement, radiohead, nirvana, the dismemberment plan, smashing pumpkins, spiritualized, jeff buckley, massive attack, public enemy, yo la tengo, u2, tricky, tom waits, underworld, the breeders, beastie boys, super furry animals, uncle tupelo, portishead, the chemical brothers, the orb, guided by voices, mercury rev, the jesus lizard, elliott smith, blur, neil young, pearl jam, pulp, sunny day real estate, the fugees, pixies, sonic youth (2)
  • (bkz: med cezir)
    (bkz: levent yüksel)
  • tarkan-ölürüm sana.
  • levent yüksel - med-cezir'i es geçmek büyük günahtır, ayıptır.
  • sertab erener - lal'in de aralarında bulunması gereken albümlerdir.
  • efendim,

    bu listedeki 200 albümün hepiciğini last.fm'de aradım, taradım, içlerindeki playable track'leri 1177 şarkılık 6 listeye doluşturdum. 1 numaralı albümden 200'e doğru ilerledim. üzücüdür ki, kimi albümlerde tek bir playable track bile yoktu. kimi albümlerin de tüm parçaları playable idi. dolayısıyla çok homojen olmadı ama idare ediniz.

    doksanların en güzel albümleri 1 [1-200]

    doksanların en güzel albümleri 2 [201-400]

    doksanların en güzel albümleri 3 [401-600]

    doksanların en güzel albümleri 4 [601-800]

    doksanların en güzel albümleri 5 [801-1000]

    doksanların en güzel albümleri 6 [1001-1177]

    listeleri çalabilmek için last.fm subscriber'ı olmak gerekiyor bu arada.
  • dürüst olmak gerekirse top 50 ya da top 100 albümü yazmak çok detaylanacağı ve ince eleyip sık dokumak gerekeceği için çok uzun süreceğini düşündüm, bir başka deyişle üşendim. bu açıdan 90lardan en sevdiğim 20 albümü yazmayı tercih ediyorum. rock müzik ağırlıklı olmak üzere, metalden elektroniğe hiphopa kadar farklı türleri kapsıyor. en az kendinden önceki 10lular kadar (decade'in türkçesini bulup, yaygınlaştırana plaket verecem) kendine has, tür patlamasının yaşandığı, farklı bir dönem olan 90'ları yazmak zevkli olacak.

    20. radiohead - the bends (1995)

    radiohead'in kafaları yakmaya başladığı albümü. bu albüm ok computer'daki deneysel işlere girdikleri bir albüm değil fakat katıksız alternative rock'ın yapıldığı tapılası, hem agresif hem depresif bir yapıda, gitarları en güzel radiohead albümü (bkz: just) (bkz: planet telex). bu albüm için ok computer'a hazırlık aşaması denebilir. mesela my iron lungparanoid android'in prototipi gibi görmüşümdür. the bends'deki üstün müzikaliteyi ok computer'da temel olarak kullanmışlardır. ok computer'da her şeyi bu temel üzerine kurmuşlardır. radiohead sevilecekse kesinlikle bu albüm dinlenerek sevilmelidir. debut albümleri olmasa da radiohead adına her şeyin başlangıcı bana göre bu albümdür. yağmurlu günlerin vazgeçilmezi albümden öne çıkan parçalar: the bends, just, my iron lung, black star

    19. red hot chili peppers - blood sugar sex magik (1991)

    rhcp'nin 17 şarkıdan oluşan 74 dakikalık funk rock başyapıtı. grubun alternative rock'a kayıp ününe ün katmadan önce, ilk sıçramasını yaptığı albüm. en junkie, en funky, en enerjik hali. benim keşke hiç olmasaymış dediğim, "breaking the girl", "under the bridge" gibi arada tempo düşüren, sonraki albümlerinde sıkça karşılaşmış olduğumuz alternative yapıda birkaç şarkının da olduğu albüm. öne çıkan parçalar: if you have to ask", funky monks, blood sugar sex magik, apache rose peacock, sir psycho sexy

    18. morbid angel - covenant (1993)

    death metal'in ağır toplarından. debut albümleri altars of madness'ı bu türde en tepeye koyarım, bu albüm de kesinlikle en tepelerdedir. grup albümlerini alfabetik sıraya göre çıkardığı için bu albüm üçüncü albümleri olmaktadır. altars of madness'daki ipini koparmış kuduz bir köpek gibi, hızlı, sert, saldırgan, çiğ sound; bu albümde "world of shit", "god of emptiness" gibi şarkıların etkisiyle yer yer durulmuş, daha oturaklı bir hal almıştır. albümün geneline hakim, karakteristiği denebilecek gitar tonu, kullanılan efektler başından sonuna uğursuz bir havanın hakim olmasına sebep olmuştur, şarkılar lanetlenmiştir desem yeridir. şarkılar daha vurucu, kayıt daha toktur. davul yine sandoval'ın ellerinde tavizsiz ilerler. öne çıkan parçalar: world of shit, blood in my hands, angel of disease, god of emptiness

    17. godspeed you black emperor - f# a# oo (1997)

    gybe post-rock'ı en deneysel şekilde yapan grupların başında geliyor. daha çok sizi bir mooda sokmaktan ziyade, sanki bir film izletiyormuş havası veriyor. özellikle bu albümde bu hissi veya derinliği çok daha fazla hissediyorum. ambient'in hakimiyetinin de bunda payı var tabi. bir filmde birkaç sahneyi kaçırınca filmden kopar, yakalayamazsınız ya bu albümde de aynı şekilde dinlerken tamamen bağlılık gerekiyor. bir rüyadan uyandıktan sonra, aynı rüyaya devam etmek ne kadar zorsa, bu albümü de dinlerken birkaç dakikalığına uzaklaşsanız, kaldığınız yerden devam etmenin çok mantığı kalmıyor. üç parçadan oluşan albümde öne çıkan parçalar: the dead flag blues, east hastings, providence. (albüm, içindeki parçaların ayrılamayacağı bir bütünlükte ve devamlılıkta olduğu için, öne çıkan figür şarkıdan ziyade albümün kendisi oluyor)

    16. nirvana - in utero (1993)

    hep genel bir kanı vardır ya bir grup bir albümle gerçek anlamda patladıktan sonra genellikle bir sonraki albümün hayal kırıklığı yaratacağı düşünülür. çoğunlukla da bu gerçekleşir. bu hayal kırıklığının sebebi albüm aynı tarzda yapıldıysa bir öncekinin çok altında olmasıdır, albüm çok farklı bir tarza yönelinerek yapıldıysa da bu sefer grubun karakterinden ödün verdiği görülür. bunu başarabilen çok az grup vardır. mesela radiohead kid a de ikinci seçeneği seçmiş ve çok başarılı olmuştur. in utero da tam ilk seçeneğe örnek. nirvana çizgisini hiç bozmadan nevermind ile aynı kalitede ve vuruculukta sadece onun kadar mükemmel olmayan bir albümle devam etmiştir. nirvana'nın popülerliği hiç düşünmeden devam ettiği bu albümde o kadar net ki. steve albini ile çalışmak istemeleri de bunun başka bir göstergesi. bu albüm bleach'e nevermind'ın olduğundan daha yakındır. noise catchy gitarlarıyla, agresif davullarıyla nirvana dinleyicisini sonuna kadar mutlu edecek bir albüm. hatta birçoklarının favori albümüdür. albümden öne çıkan parçalar: serve the servants, heart shaped box, very ape, milk it

    15. dredg - leitmotif (1998)

    ah keşke dredg hep böyle kalsaydı dediğim ilk stüdyo albümleri. alternative, progresif türlerin karışımı. üretkenliğin, yaratıcılığın tavan yaptığı, tüyleri diken diken eden bir müzik. harika çift gitar melodilerin üzerine, müptela olunası ritimlerin döşendiği, vokalin bir başka güzel olduğu, bu kadar teknik olup müzikte ruhun dibini görmüş, agresif ama oldukça hüzün kokan bir albüm. vokal sürekli hep feryat halinde bazen duygusallaşıyor bazen sinirleniyor. özellikle albümdeki movement serisi tek kelimeyle mükemmel. sanırım albümler bu kadar kompleks, teknik, atmosferi yüksek aynı zamanda akılda kalıcı olduğu için, bu adamlar canlı konserlerinde çok iyi performans gösteremiyorlar. suç adamlarda değil bence, müziğin canlı icra edilemeyecek kadar mükemmel olması. öne çıkan parçalar: lechium, traversing through the arctic cold we search for the spirit of yuta, movement iii, movement iv

    14. pixies - bossanova (1990)

    kim deal ile grup arasında problemlerin olduğu ve kim deal'lı son albüm. ama en az ilk iki albüm kadar güzel ve grup içinde sorunların olduğuna dair hiçbir ipucu vermiyor. favori pixies albümü düşündüğümde hiçbir zaman karar verememişimdir, ilk üç albümün hepsine eşit mesafedeyim. ama bir pixies best of çıkarsam en çok şarkı bu albümden olur. nedense bu albüm ilk albümlere göre biraz geri planda kalır, hakkı verilmez. kim deal'ın vokallerini en sevdiğim albümdür aynı zamanda. konu pixies olunca, çok da analiz edecek bir taraf olmuyor, tek yapmak gereken kendini akışa bırakıp, büyüleyici müziğin keyfini çıkarmak. öne çıkan parçalar: velouria, ana, blown away, stormy weather (24 haziran istanbul konserinde umarım çalarlar)

    13. a tribe called quest - midnight marauders (1993)

    normalde çok hiphop/rap taraflarında dolanmam. bunda bu türü 2000lerde tanımanın verdiği yanlış algıda sebep olmuş olabilir. eleştiriden ve köklerinden sıyrılıp iyice gösteriş, para ve kadın üzerinden yürüyen bir tür haline evrildiği bir dönemdi sanırım. sonra bu albümü duydum, nasıl sevebildim böyle diye düşünmeye başladım. kesinlikle çok farklı, garip şekilde çok güzel gelmişti. altyapıda kullanılan beatler, caz müziğe göz kırpan bas ritimleri, arada giren üflemeli ve klavye, değişen vokal kullanımları benim için göz ardı etmek imkansız oldu. ama asıl beatlerden bahsetmek istiyorum. bu gruptan sonra çok hiphop/rap grubu araştırdım o beatleri hiç bir yerde bulamadım. her şarkının kendine has, akılda kalan beatlerine eşlik eden baslar ve havaya sokan sözler. tek kelimeyle kusursuz bir albüm. öne çıkan parçalar: steve biko (stir it up), electric relaxation, oh my god, keep it rollin

    12. mayhem - de mysteriis dom sathanas (1994)

    black metalin manifestosu. yanlış anlaşılmasın, bu adamlar bu albümü yaptı da black metal ortaya çıktı gibi bir durum değil tabiki. ama bana biri black metal ne dese, git bu albümü dinle derim. dönemin metal scene içinde en sansasyonel ismi belki de. 91de intihar eden vokalisti mi dersin 94de bıçaklanarak öldürülen bir başka üyesi mi (bkz: hep vokalistlerin intihar etmesi). her neyse albüme gelecek olursak, genel black metal standartlarından kayıt kalitesi açısından ayrılıyor. dönemine göre çok dinamik, temiz bir kayıt var. temiz kayıtla, o ruhu yakalanabileceğinin en güzel örneği. son derece enerjik, agresif, hırslı. bu albümdeki vokaller genellikle sevilmez ama es geçilmemesi gereken karakteristik noktalarından biri. freezing moon isimli black metal marşı da burda yer alır. çıkış tarihi 94 olsa da aslında kayıtlara 87de başlanmıştır, 91de vokalistin intiharından dolayı albümün çıkışı hayli gecikmiştir. öne çıkan parçalar: freezing moon, life eternal, buried by time and dust.

    11. tortoise - millions now living will never die (1996)

    deneysel, hipnotize edici bir başka enstrümantal tortoise albümü. grup chicago'ludur. (türkiye'de olsa ikinci bir davulcu alana kadar, bir tane vokal alaymış eleştirilerine maruz kalacak gruptur aynı zamanda) tnt ve tortoise albümleri de çok başarılı olsa da bu albüm müzik adına çok daha kafa açıcı bir konumda. djed gibi bir başyapıt her gruba nasip olmaz. ambient'den elektroniğe, post-rockdan caza ve progresive çok farklı türlerden beslendiği için, bu albüm için en uygun kelime bence deneysel olsa da, albüm çıktığı dönemde grup için "amerikan post-rock hareketinin babası" tarzı nitelemelerde bulunulmuş. öne çıkan parçalar: djed, glass museum, the taut tame, gamera, restless waters

    10. pavement - slanted and enchanted (1992)

    pavement'ın debut albümü. bir lo-fi klasiği. çoğunlukla "crooked rain, crooked rain" daha çok sevilir, ben de seçme konusunda çok zorlandım, hangisi daha iyi diye gerçekten çok kafa yordum fakat karar veremedim. yazı tura atmak gibi çok mantık dışı bir şekilde bu albüm daha geride kalmış oldu. çünkü grubun ilk iki albümü birbiriyle kıyaslanamaycak kadar kendine özgü ve muhteşem. "crooked rain, crooked rain" nispeten daha alternative tarzda ve daha güzel olabilir ama bu albümdeki gerginliği, saflığı ve yüzsüz hali hiçbir şeye değişmem. bu sıfatlar kendini albüm kapağında da hissettiriyor. müziğin içeriğini kusursuz yansıtan kapaklardan. bu albüm sabahtan akşama kadar aralıksız dinlenecek albümlerden. öne çıkan parçalar: no life singed her, in the mouth a desert, conduit for sale!, jackals false grails: the lonesome era

    9. the jesus lizard - goat (1991)

    tarihteki en underrated gruplardan, dolayısıyla albümlerden biridir. noise/alternative rock kulvarında en kaliteli ve en şiddet eğilimli işlerden. baslarına hasta olunasıdır. noisy/hastalıklı havanın oluşmasında vokalden sonra en etkili etken kuşkusuz baslar. bu kadar net ve güzel basların olduğu albümler dinlemeyi seviyorum. davul tonu da çok hoşuma gider bu albümde. aksak ritimlerin agresif gittiği şarkılar en farklı taraflarından biri. amerika'da dönemin çoğu noise/post/math rock grubuna prodüktörlük yapan steve albini 'nin eli değmiştir. kurt cobain'in de favorilerindendir bu albüm. kısaca konserde göt baş dağıttıran şarkılardan oluşur goat. öne çıkan parçalar: then comes dudley, seasick, monkey trick, lady shoes

    8. sigur ros - agaetis byrjun (1999)

    kuşkusuz en popüler ve belki de en iyi post-rock albümü. bu nitelemeleri kazanmakta da haksız sayılmaz. sanki bambaşka, bu dünyadan bağımsız bir ortama ışınlıyor insanı. dinginlik bu albümü tek kelimeyle karşılıyor. nedense sigur ros'un diğer albümlerine pek alışamamışımdır fakat bu albüm çok başka bir noktada. flugufrelsarinn 'nin girişi albümdeki favori anımdır. birgün uzaylılar inerse dünyaya, sempatilerini kazanmak için, dünyalıların bu albümü dinletmesi gerektiğini düşünüyorum. diğeri için: (bkz: dark side of the moon), (bkz: fleet foxes). öne çıkan parçalar: svefn-g-englar, flugufrelsarinn, hjarta? hamast (bam bam bam), olsen olsen

    7. slint - spiderland (1991)

    slint'in 91 tarihli albümü. dünyanın en değer görmemiş albümü olabilir. adamlar 23-24 yaşındayken böyle bir albüm çıkartıyorlar ortaya, helal olsun demekten başka laf düşmüyor. ne kadar post-rock'ın atası olsa da - led zeppelin'in metal grubu olmaması ama metalin atalarından sayılma olayı gibi veya aynı mantıkla stooges ile punk arasındaki ilişki gibi - günümüzdeki post-rock dan hayli uzak ve kendi döneminde amerikan alternative akımından türemiş noise rock/lo-fi/grunge gibi türlerin ışığında ortaya çıkmış bir rock albümü. illa bir türe bağlanacaksa bu albüme math-rock en uygun kalıp olur. ama bence kendi döneminden beridir, tür olarak "tanımlanamayan cisim" özelliğine sahiptir bu albüm. good morning, captain nasıl bir parçadır, nasıl bir ruh hali içinde yapılmıştır? bu albüm sanki deli birinden çıkma gibi. aşırı dengesiz, tahminsiz bir hava var albümde. çok sessizken aniden sinir krizi geçirip etrafa saldıran sonra yeniden durgunlaşan, sinir nöbetleri geçiren bir deli bu albüm. brian mcmahan açık ara dahi bir insan. adamlar müzik yapmamışlar, onu yaşamışlar.

    6. pavement - crooked rain crooked rain (1994)

    90'lara damgasını vurmuş bir başka pavement albümü. grubun ilk albümleri, lo-fi klasiği slanted for enchanted'dan sonra biraz durulup alternative'e yöneldiği, iyi de yaptığı tadından yenmez albümü. 90'ların havası, suyu her şeyi sinmiş bu albüme, çıktığı dönemle iç içe geçmiş bir albüm. 90'lar rock nasıldı diye sorulsa bu albümün dinlenmesini tavsiye ederim. fark etmeden sizi bağımlısı yapan bu albüm ilk başta stephen malkmus'un sözleri, vokali ve gitarlarıyla bağlıyo fakat dinledikçe albümün hayat boyu yanınızdan ayırmayacağınız bir özelliğinin olduğunu fark ediyorsunuz. malkmus vaktinde albümden çıkan single için insanlar cut your hair'i değil canonball gibi şarkıları tercih ettiler demiş. o dönem için belki malkmus'un umduğu popülerliğe ulaşamadı fakat uzun vadede en unutulmayacak albümlerden birine imza attı pavement. yaramaz bir naiflikte ilerleyen albümden öne çıkan parçalar: cut your hair, unfair, range life, fillmore jive

    5. neutral milk hotel - in the aeroplane over the sea (1998)

    nostalji ve özlem kokan bir albüm. bu albüme çok zor alıştığımı hatırlıyorum. albümün sizi kabullenmesi çok zor oluyor ama kabul edildikten sonra da bağımlılık yapıyor. geçmişe bir ağıt gibi. vokalin uyumsuz görünen sesi, alıştıktan sonra albümün en güçlü karakterlerinden biri oluyor. güçlü akustik gitar tonu da albümün önemli noktalarından. elektro gitar kullanmak yerine, o gücü vermek için gitarın tellerine son kuvvet vurulduğunu duyuyorsunuz. albümün çok masalsı ve çocuksu bir tarafı var. bunda sebep çok çeşitli enstürmanların -özellikle üflemelilerde - kullanılmış olmasının payı büyük. albümün iniş ve çıkışları çok bol. "the fool" gibi yavaş, hüzünlü, ensturmantal bir şarkıdan sonra, "holland, 1945" gibi tam tersi tempoda yüksek tempo şarkıyla devam edebiliyor. ama hepsi içi ortak bir özellik var, bu albümde hüzün sabit. şarkıların çoğunlukla kime yazıldığını öğrendikten sonra bu hüzün haliyle artıyor: albümü konsept olarak değerlendirmek doğru olmasa da genel olarak hollanda'da bir evin gizli odasında nazilerden saklı halde yaşayan fakat yıllar sonra bulunup, yahudi kampında öldürülen 16 yaşındaki anne frank ile ilgili. bu grubun son stüdyo albümü. geçen sene uzun bir aradan sonra konserlere başladılar diye hatırlıyorum, umarım yeni bir albüm de kaydederler. albümün öne çıkan parçaları: in the aeroplane over the sea, holland 1945, communist daughter, ghost

    4. boards of canada - music has the right to children (1998)

    hani "öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran" başlığı var ya, işte bu albüm de dinlenildiğinde ufku iki katına çıkaran albümler'den. bu albüm müziğe bakış açımı tamamen değiştirmiş, kulaklarıma elektronik/ambient/deneysel her türlü kapıyı açmıştır. albümün tek sevmediğim yanı "the color of the fire" şarkısı. albümden silmek zorunda kaldım o şarkıyı. afedersiniz aniden, loş bir ortamda çalmaya başlayınca adamın altına sıçtırıyor. korku filmlerine karşı hassas bir insan olarak, bu şarkıyı kaldıramıyorum. bu yüzden benim için albüm 18 değil 17 şarkıdan oluşuyor. albüm için bizar (tam karşılık türkçesi yok), paralel evrene hoş geldiniz diyebilirim. şarkı aralarında kullanılan geçişlerin hastasıyım. hayır bir de happy cycling gibi bir şarkıda o müziğin içine, köprü amacıyla martı veya benzeri kuş sesi kullanım nasıl bir dehanın ürünüdür benim aklım almıyor. albümdeki klavyelerden hiç bahsetmiyorum. albümün musicgasm geçirten noktası, ritimden veya efektlerden ziyade kullanılan klavyeler. kısaca bu şarkılar ritmiyle, efektiyle, klavyesiyle beni benden alıyorlar. bu albüm için thom yorke'a kid a'i yaptıran albümdür denir. öne çıkan şarkılar: sixtyten, turquoise hexagon sun, roygbiv, aquarius, smokes quantity, happy cycling

    3. radiohead - ok computer (1997)

    genellikle bu tarz listelerde ok computer tatava yapma bas geç mantığıyla ilk sıraya konur ama benim gönlüm el vermedi, 1. ve 2. sıradakilere haksızlık olacağını düşündüm, o yüzden tatava yapmak durumunda kaldım. her neyse, şimdi bu albüm için ne denir bilemiyorum. sırayla övgü cümleleri dizmek çok da mantıklı gelmiyor artık. adamlar genius yapmışlar, konumundayım. radiohead'in brit-rock dan deneysel işlere geçişinde köprü görevi görmüş albümü de denebilir. belki de bu yüzden en güzel albümleri. çünkü bunda ikisinden de iz var. köprünün her iki yanı da ((bkz: the bends), (bkz: kid a)) muhteşem olunca, köprü bir geçiş noktası olarak kusursuz bir müziğe ulaşmış oluyor. bu albüm çoktan rock klasiklerinin arasında yerini aldı. bugün klasik müzik şaheserlerinden bahsettiğimiz gibi, bundan 500 yıl da sonra en iyi rock albümlerinden bahsedilirken, biliyorum bu albümün ismi ilk bahsedilenlerden olacak. bu tarz fikirler yüzünden, bu albümün overated olduğunu düşünenler var, onlara tavsiyem bir kere daha dinlemeleri olur.
    sabit bir depresiflik içinde çoğunlukla yerlerde sürünüp sonra arada birden kopuşa gelen albümden öne çıkan parçalar: paranoid android, let down, climbing up the walls, the tourist

    2. my bloody valentine - loveless (1991)

    ismi bullet for my valentine adlı gruba benzediği için sırf antipatiden bu gruptan uzak durduğum zamanlara lanet ediyorum. geç olsun güç olmasın diyelim. bu albümü dinlemeye başlayalı bir seneden fazla olmamasına rağmen, şu an 2. sırada, plağı da şu an pikaba takılı dinlenmekte. henüz hiç dinlemediğim 90lara ait, bu kadar etkileyici başka bir albüm kalmış mıdır bilemiyorum ama loveless bambaşka bir albüm. shoegaze adlı bir türü ortaya atıp, o türden çıkan albümlerin, bu albümün kıyısından bile geçememesi, bir tek shoegaze için geçerlidir sanırım çünkü bu tüm türler için geçerlidir ki çoğunlukla bir türün yaratıcısı albümden sonra daha iyisi veya yakın güzellikte olanı her zaman çıkmıştır. ama bu albüm bir maçta yüz sayı atan wilt chamberlain gibi, hiçbir şekilde yaklaşılamıyor. bu albüm, resimdeki empresyonist devrim gibi. onun gibi silinmiş, net değil, ifade değil ama görünüm açısından son derece soyut. sanki bu albümü bir resim kağıdına çok net, belirli çizgilerle kaydetmişler ve sonra da gelip parmaklarıyla bu görüntüleri veya çizgileri yayarak, bozarak bir şaheser ortaya çıkarmışlar. bu grup kesinlikle resmin manet'sidir. ufak bir bilgi olarak, robert smith 'in gelmiş geçmiş favori albümüdür. sırf bu sebepten, adamın kafasına bak diye, the cure'a hali hazırda olan fazlaca sevgim katlanıp, artmıştır. albümden öne çıkan parçalar: only shallow, when you sleep, sometimes, soon

    1. nirvana - nevermind (1991)

    evet 90ların 1 numarası, bir açıdan tatava yapmadığım kabul edilebilir belki. bu albüm bana hep kapatılmış karınca deliğinin açılması sunucu, milyonlarca karıncanın kitleler halinde, dışarı çıkmasına sebebiyet vermek gibi geliyor. bu kadar noisy/sert/agresif bir müziğin istemeden sadece kendisinin değil, komple rock endüstrisinin patlamasına sebep olması bazen sadece şans mı yoksa mükemmeliyet mi diye düşünüyorum. mantıklı olan ikincisi sanırım. bizim normal şartlarda bugun "abi nirvana da çok underrated ya" falan diye konuşmamız gerekirdi. bugün çok daha fazla underrated olması gereken tonla grubun daha az underrated veya overrated olmasının sebebidir bu albüm. bu tarz müzikle gerçek anlamda patlamak harika bir olay. gayet underground scene bir müzik yaparak, mainstream piyasayı sollamak milyonda bir oluyor sanırım. yanlışsam düzeltin, bence sonuncusu nevermind'dı. bu patlamadan sonra in utero'yla bildikleri gibi de yollarına devam ettiler. bu şarkıları bana güzel yapan, tabiki patlama olayı değil. nirvana ünlü olmasa ben yine bir numaraya koyacak ama bu sefer değeri bilinmemiş, underrated gibi kavramlar kullanacaktım. sanki nirvana kurulduğunda, ilahi bir güç gelmiş de aralarında nevermind'a karşılık cobain'in canı diye bir anlaşma yapılmış. albümün öne çıkan parçaları: smells like teen spirit, in bloom, come as you are, territorial pissings, stay away
    bu arada albümle ilgili değişik bir detay: bu albüm sound city adlı 70lerde ticari başarısı yüksek, çok iyi albümlere imza atan, ama 80lerdeki teknolojiye ayak uyduramadığı için batma noktasına gelmiş bir stüdyoda kaydediliyor. bu albüm sayesinde, sound city belini çok güzel doğrultuyor. kaynak: dave grohl'un yönetmenliğini yaptığı sound city adlı film. hatta rage against the machine de ilk albümlerini, nevermind'ın kaydedildiği yer olsun diye burada kaydediyor. devamında da adamların işleri açılıyor yani.

    dönemin öne çıkan diğer albümleri:

    beck - odelay
    modest mouse - the lonesome crowded west
    darkthrone - under a funeral moon
    morphine - like swimming
    air - moon safari
    fugazi - repeater
    buena vista social club - buena vista social club
    alice in chains - dirt
    swans - soundtracks for the blind
    r.e.m. - automatic for the people
    sonic youth - goo
    smashing pumpkins - siamese dream
    built to spill - perfect from now on
    u2 - achtung baby
    tortoise - tnt
    guided by voices - bee thousand
    outkast - aquemini
    rage against the machine - rage against the machine
    the magnetic fields - 69 love songs
    yo la tengo - i can hear the heart beating as one
    jeff buckley - grace
    pearl jam - ten
    portishead - dummy
    a tribe called quest - the low end theory
    soundgarden - superunknown
    metallica - metallica
    wilco - summerteeth
    beastie boys - iii communication
    the verve - urban hymns
    happy mondays - pills 'n' thrills and bellyaches

    (bkz: 60'ların en güzel albümleri/@dunkirk)
    (bkz: 70'lerin en güzel albümleri/@dunkirk)
    (bkz: 80'lerin en güzel albümleri/@dunkirk)
    (bkz: 2000'lerin en iyi albümleri/@dunkirk)
  • (bkz: seyyal taner-alladı pulladı)

    ayrıca ilk aldığım kasettir, canım benim.
  • (bkz: ok computer)
    (bkz: konu kilit)
hesabın var mı? giriş yap