• ozunde basittir aslinda ama marx'in iliskisel/diyalektik dusunce tarzini kavramak ve icsellestirmek kolay olmadigindan, aslinda oldugundan daha karisik algilanir, ve bolca da yanlis anlasilir.

    kapital'in ilk cildine marx icinde bulundugumuz hayat bir metalar dunyasi gibi gorunur diyerek baslar. dolayisiyla kapitalizmi anlamaya da meta'dan baslar. her kapitalist sistemde metanin iki tip degeri vardir: ilki kullanim degeridir. bardagin sivi tuketimini kolaylastirmasi, testerenin ahsap kesmeye yaramasi bu iki metanin kullanim degeridir. bu bardagi sus olarak kullandiginizda da kullanim degerini gerceklestirmis olursunuz. dolayisiyla marx'a yoneltildigine bir cok kere sahit oldugum, kullanim'i marx'in dar ve aracsal tanimladigini iddia eden elestiriye katilmiyorum. isinize yarayan bir meta'yi ongoruldugu gibi kullansaniz da, affedersiniz gotunuze sokmayi da tercih etseniz, kullanim degerini hayata geciriyorsunuz demektir. burda kilit olan, onu bir sekilde kullanmaya deger bulmanizdir. kullanim degerinde belirleyici olan metanin niteligidir. testere ile bardak ayri sekillerde isinize yararlar.

    bu aldiginiz metayi herhangi bir sekilde kullanmayip yeniden satarsaniz da degisim degerinden faydalanmis olursunuz. bir metayi ya kullanirsiniz (kullanim degeri), ya da satarsiniz (degisim degeri). yani aralarinda bir celiski vardir, kullanirken satamaz, satarken kullanamazsiniz. burda genelde yanlis anlasilan sey su: aralarinda celiski olmasi bu iki deger turunun arasinda diyalektik bir iliski oldugu gercegini yadsimaz. eger satacaginiz meta kimsenin isine yaramiyorsa, yani kullanim degeri yoksa, degisim degerini de gerceklestiremez. baska biri icin kullanim degeri olmasi, sizin icin degisim degeri olmasinin on kosuludur. kullanim degerinde belirleyici olan nitelik iken, degisim degerinde belirleyici olan niceliktir. kalem yazmaya yarar (niteliksel kullanim degeri), 2 liradir (niceliksel degisim degeri)

    peki, turlu turlu nitelige sahip sayisiz meta nasil olur da piyasa da degisip tokusulabilir? ekmek bir lira ayakkabi 50 liradir. islevleri de nitelikleri de birbirinden farklidir. ama 50 ekmek parasina bir ayakkabiyi alabilir, bunlari degisip tokusabilirisiniz. her ne islevi olursa olsun birbirinden cok farkli metalarin ortak ozelligi nedir ki biz bunlari piyasada degisim degerleri uzerinden aynilastirabiliyoruz? marx'in buna cevabi, ricardo ve smith'i takiben, her metanin icinde emek gucu olmasidir. bu butun metalarin ortak ozelligidir. bu da deger kavramiyla aciklanir. degerin olcusu --burda marx oncullerinden ayrilir-- toplumsal olarak gerekli emek zamanidir. ortalama bir isci, ortalama kosullarda bir isi ne kadar surede bitirebiliyor sorusunun cevabidir toplumsal olarak gerekli emek zamani. bu da degerin olcusudur. el aleti ile 3 gunde dikilen bir gomlek, makinasi icad edilince 3 saatte dikiliyorsa, icinde nesnelesen emek gucu azalir ve onu uretmek icin toplumsal olarak gerekli emek zamani da kisalir. yani fiyati ucuzlar.

    bu noktada bir diger yanlis anlama cok yaygin. deger ile fiyat arasindaki iliskiyi zor anliyoruz bir sekilde. babaerenler de yukarida guzelce izah etmis, ben de baska bir yonunden aciklayayim. fiyat degerin para-adidir. ayri sistemler degillerdir. harcanan toplumsal olarak gerekli emek zamani degisim degerinin olusmasinda belirleyicidir. fakat bu, arz-talep iliskisinin tam dengede oldugu durum varsayilarak yapilan bir argumandir. yani belirleyici olan emek ise de piyasadaki hareketlenmeler fiyat uzerinde surekli oynama yaparlar. uyduruyorum kitlik basgosterdi. 50 ekmek ile bir ayakkabi alirken onceden, simdi bir ekmek ile bir ayakkabi alabilirsiniz. asiri talep fiyati arttirir. bu icindeki degerin degismesi anlamina gelmez, mevcut kosullarda degerin para ifadesi degismistir yanlizca.

    dedigim gibi, bu uc kavram (kullanim degeri, degisim degeri, deger) arasindaki diyalektigi sindirmek onemli. zira aralarinda diyalektik gerilimler mevcuttur. deger yani toplumsal olarak gerekli emek zamani ne kadar belirleyici gorunurse gorunsun, yani istersen en kalifiye is gucu ile en super teknoloji ile harika bir meta uret, biryerlerde birilerinin isini gormuyorsa bu mal, yani kullanim degeri yoksa, meta bunyesinde nesnelesmis emek gucunun hic bir degeri de yoktur.

    ozunde basit diyip, meseleyi karmasiklastiran giciklardan oldum galiba ama idare ediverin.
  • sadece emek harcanan surenin belirleyiciliginin marx'in mudehalesiyle asildigi kuram.

    adam smith ve ricardo'nun emek deger teorilerinde bir metanin uretiminde ne kadar emek harcanirsa o meta o kadar degerlidir seklinde bir varsayim mevcuttur. marx buna hasindan bir ayar vererek soyle sorar: bir isci bir isi ortalama olarak 3 gunde bitiriyorsa ve tembel ve angut bir digeri ayni isi 6 gunde bitiriyorsa angut olanin urettigi meta daha mi degerli olacak?

    bu kritik bir sorudur, cevabi da cok kolay degildir. marx bu durumu asmak icin socially necessary labor time kavramini one surmustur. ustadin ne kast ettigi kapital 1 yutulsa da cok bariz degildir. ancak, socially necessarry labor time toplumsal olarak belirlenir ve hakim uretim iliskilerine tabidir. yani hakim urtetim iliskilerini degistirmeyi planlayan her toplumsal hareket socially necessarry labor time ne demek cevaplamak zorundadir. isin ozune inersek: proleter devrim gerceklestiginde kollektif olarak guzellik kremi uretecekmiyiz, oje yapmaya gerek varmi sorularinin cevaplanmasi da gerekecek. (orneklere bak!! feministler hakli olarak kafami ucaracak benim) piyasa bu sorularin sorulmasi probleminin ustunden atlar kendi dinamikleri sayesinde ama socially necessarry labor time nedir bu cevaplanmak zorundadir her uretim biciminde. emek deger probleminin anahtar noktasi da bu sorudur aslinda
  • labor theory of value olarak da bilinir. özünde üretilen her malın değerinin gerçek emek ve ölü emek (bu sermaye oluyor) cinsinden yazılması esasına dayanır. buna göre bir malın değeri o mal için harcanan emekle açıklanabilir. bütün klasik iktisatçılar (adam smith,david ricardo, karl marx vb) bu değer kuramını kullanmışlardır. belirtmek gerekir ki değer kuramınız olmadan "iktisat" yapamazsınız.
  • yahya sezai tezel hocadan alıntıdır:
    "emek değer teorisi meselesi

    emek değer teorisinin temel yanlışı şudur: emek homojen değildir. bir beyin cerrahının emeği ile bir sokak süpürücüsünün emeğini bir saatlik emek girdisi olarak ele alıp buradan bir nıspi fiyatlar sistemi üretemezsiniz. marks ricardo'nun emek değer teorisini almıştır. ricardo da ekonomi tarımsal dır ve ücret de, kar da ve arazi sahiplerine ödenecek arazi kirası da tek tarımsal ürün ki buğdayla ölçülür. ürün yılda bir kez hasat edilir ve pazarlanır. bu üretimi yapmak için işçilerin 12 ay çalışması gerekir. ricardo'nun sermayesi, tarımsal kapitalistin bu bir yıl içinde işçiye ay be ay ya da hafta be hafta ödeyeceği buğday stoğudur. marks ricardo'nun emek değer teorisini aldığında, çok mal ve hizmetin üretildiği karmaşık bir ekonomide, mesela bir beyin cerrahının emeği ile bir sokak süpürücüsünün emeğinin aynı değerde olmadığını kabul etmek, itiraf etmek zorunda kalmıştır. o zaman ekonomideki toplam emek miktarını, yani mesela bir beyin cerrahının 8 saatlik emek kullanması ile bir sokak süpürücüsünün 8 saatlik emek kullanmasını toplayabilmek için bir cerrahın emeği yol süpürücüsünün emeğinin x katıdır demek zorundadır. peki birbirinden farklı değerde emekleri toplayabilmek için her bir değeri farklı emeği nasıl ölçecektir? der ki, toplumsal ortalama olarak bütün farklı emeklerin değerlerinin ortalamasını mesela y birim emek değeri dersek, bütün öteki emekçilerin emeklerinin değerini bu birimin katsayıları ile ifade edebiliriz. bir örnek vereyim. bir sınıfta farklı boylardaki insanların boylarını sınıftakilerin boy ortalamasının katsayısı olarak ifade edebiliriz. de, fark etmediği şudur, farklı uzunluğa sahip insanların boylarını birer birer ölçmüş olmanız gerekir ki, mesela ölçü birimi olarak metreyi kullanarak, sınıftakı boy ortalamasını hesaplayabilesiniz.

    bana inanın. markstan kurtarılabilecek bir iktisat teorisi, bir tarih teorisi çıkmaz. böyle bir şey imkansızdır. mark pozitivisttir. newtongil mekaniğin antropoloi, sosyoloji ve tarihçilikte geçerli olabileceği gibi döneminden birçok başka insanın da yaptığı büyük gafleti yapmıştır. insanın ontolojik statüsü, toplumun, kültürün, tarihin ontolojik statüsü farklı olduğu için insanın, toplumun, kültürün ve tarihin bilgisi fiziki varlık alanının bilgisi gibi üretilemez.

    ben 4 yıl sbf'de iyi kötü iktisat okudum. sonra cambridge'e gittim. orada doktora yapabilmem için benden üç yıllık iktisat lisans programlarının son sınıfını okumamı istediler. o zaman eleme usulü öyleydi. dediler ki kendi mezunlarımızdan doktoraya kabul için aradığımız ortalamayı tutturursan sen de doktora yapabilirsin. ucu ucuna tutturdum. ve doktoraya kabulüm bıçak sırtında gerçekleşti.

    on and off, 5 buçuk yılım cambridge de öğrenci ve misafir araştırmacı olarak, 2 buçuk yılım harvard'da misafir bilim adamı olarak geçti. size şunu ölümü yaşından ötürü yakınında hisseden bir insanın samimiyeti ile söylüyorum. said i nursi'nin risaleleri ne kadar bilimsel ise marks'ın külliyatı da o kadar bilimseldir. antropolojisi yanlıştır. ontolojisi yanlıştır. ontolojisi yanlış olduğu için epistemolojisi de yanlıştır.

    siz şevket pamuk gibi prens gibi yarı aristokrat ailelerde büyümüş sonra robert kolej'i bitirip amerikanın en iyi üniversitelerinde okumuş ve doktora yapmış değerli arkadaşlarımızın marksist olmalarına bakıp yanılmayın. belki burada zafer toprak gibi, korkut gibi, pırıl pırıl karekterli bir sürü arkadaşımı da örnek olarak ekleyebilirim. bunların türkie'de islamcı ya da etnik milliyetçiliğin bittiği sınırın solunu 50 yıldır domine etmelerinin sebebi siyasidir ve kültüreldir. sabancılar bir üniversite kurduklarında niye türk marksist hayatının önde gelen birini, tosun terzioğlu'nu kurucu rektör olarak atadılar? niye kadir has üniversitesinde marksist bir kilik kadro etkili oldu? vesaire vesaire.

    bu türkiye'nin sadece entelektüel sefaletini değil siyasi sefaletini de açıklayan fevkalade önemli bir trajedidir.

    bu arada bir yanlış anlamaya sebep olmamalıyım. hasan ersel haksız bir ithamla bana küsmüş olsa da benim ona saygım ve hayranlığım devam etmektedir. tanıdığım en iyi iktisatçılardan biridir. asla hiçbir zaman marksist olmamıştır. olamayacak kadar analitik/aksiyomatik düşünen ciddi bir zihindir. iktisatçılık kültürünü değişen gelişen sınırlarında takip etmiş bir değerdir."
  • üzerine bir kere daha esaslı bir şekilde eğilmeye karar verdiğim kuramdır bir akademisyen olarak.

    hakkındaki eleştirilere verilecek cevaplar şunlardır.

    emeğin homojenliği: emek homojen değildir evet. sorun şu ki emeği homojen olarak almak iktisadın hemen hemen tüm kuramlarının yaptığı bir hatadır, veya eksiktir diyelim. ana akım iktisadın üretim teorisi de üretimi
    ürün değeri = teknoloji*emek*sermaye olarak tanımlar, emek ve sermayelerin üzerinde birer kaysayı vardır, emek miktarı üzeri 0.5 gibi.

    burada emek homojen alınır, hatta bazen çalışan insan sayısı emeğin sayısal değeri olarak kullanılır.

    yani emeği homojenliği konusunda emek değer kuramı marjinal değer kuramı ile aynı derecede iyi veya kötüdür.

    peki ya malların tüketim değeri, yani insanların arabaya elimdeki kalemden daha fazla değer vermesi arabaların daha pahalı olmasını açıklamaz mı?

    açıklamaz. bu mantıkla, kalemin de arabadan daha pahalı olma ihtimali olmalıdır. ancak emeğin tek üretim faktörü olmasını bir yana bıraksak bile, ürünler, üretim maliyetleri ile orantılı fiyatlarda satılma eğilimindedir. ben arabayı 1 milyon tl'ye, kalemi 10 tl'ye üretiyorsam, arabanın fiyatı 100000 kat pahalı olmadığı sürece araba üretmem kalem üretirim. eğer arabaya kaleme göre 100 bin kat değer veren birisi yoksa araba üretilmez. araba üretilecekse de fiyatı uzun vaadede kalemin 100 bin katı olmalıdır.

    doğal kaynaklar peki? marks onları tamamen değersiz olarak alıyor modelinde. neden? çünkü marks geniş bir açıdan yaklaşıyor üretime. izole olmuş bir üretim sisteminde doğal kaynaklar bedave verilir topluma. (kaynağı çıkarmak için harcanan emek kaynağa değer katar, yerin içindeki kömür ama bedavadır.) evet kaynak kısıtlıdır, ama bu bedava olduğu gerçeğini değiştirmez. toplumsal olarak ürettiğimiz şeylere maliyet katan şey bizim emeğimizdir.

    teknoloji peki? teknoloji eğer verimliliği arttırıyorsa bir ürünün değerini düşürür. neden? çünkü teknoloji onu üretmek için gereken emek azalır, dolayısı ile o ürün toplumsal olarak bize daha az maliyetli gelir. dolayısı ile ürünün değeri düşer. bunun bir örneği kitaplardır. kitaplar eski çağlarda, kuyumcularda gördüğünüz pırlantalarla bezeli takılar kadar değerlidir. matbaa kitabın üretimi için gereken emeği azaltmış ve kitapların değerini düşürmüştür. elbette örneğin heredot'un kitabı benim için, muhtemelen mö 300lerdeki bir bizanslı için olduğu kadar yüksek bir kullanım değerine sahiptir. ancak değişim değeri aynı çağlardaki bir bizanslı için olduğundan çok daha düşüktür, bunun da kaynağı üretimdir.
  • herhangi bir malın, diğer mallarla mübadeleye girme sürecinde ortaya çıkan değişim değerinin emek süresi ile ölçülmesi esasına dayanan iktisadi teoridir.

    bellirli bir metanın fiyatını belirleyen, o meta için piyasada oluşan arz-talep ilişkisidir. ama bu arz-talep ilişkisi, bize sadece o metanın fiyatının 'normal'den fazla ya da eksik olduğunu bildirir. bu normal ile işaretlenen gerçek fiyat ise, malın üretim maliyetinden başka bir şey değildir.

    "..fiyatın üretim maliyeti tarafından belirlenmesi, fiyatın bir metaın yapımı için gerekli-emek zamanı tarafından belirlenmesi ile aynı şeydir, çünkü üretim maliyeti (1) hammaddelerden ve aletlerin yıpranmasından, yani üretimleri belli bir miktarda işgününe malolmuş ve bundan ötürü de belli miktarda bir emek zamanını temsil eden sanayi ürünlerinden, ve (2) ölçüsü bizzat zaman olan dolaysız emekten oluşur.." (*)

    (*) karl marx, ücretli emek ve sermaye
  • bilinen ilk fikir babalari john locke, adam smith ve david ricardo'dur. avusturya okulundan gelen iktisatcilar (carl menger, friedrich von wieser, eugen von böhm-bawerk, friedrich hayek, ludwig von mises) ve neoklasik iktisatcilar bir objenin veya hizmetin degerinin sadece maliyetten (isgucu, sermaye) kaynaklanan nesnel bir olcusu olmadigini savunmuslar, ekonomik degerin ozneye (tuketici) ve onun tercihlerine de bagli oldugunu ve bu degerin tuketicinin marjinal faydasina esit oldugunu one suren marjinal deger kuramina yazilmislardir.
  • marx köle emeğini, öküz emeğine benzetir. ikisi de sahibinden bir ücret beklemez, asgari fizyolojik ihtiyaçların giderilmesi yeterlidir. köleler çoğunlukla yabancı bir kabilenin veya topluluğun istilasıyla elde edilirler, eğer kaynaşma olmazsa, yabancının sonu kölelik olur. devrimci bir sınıf olamayan köleler, içinde bulundukları iktisadi sistemi değiştirecek isyan içerisine de giremezler. köle isyanlarının hazin sonu hep başarısızlıktır. insan toplumlarının tarihsel gelişimini anlamaya/açıklamaya çalışırken ve elbette şu modası geçmiş 5'li aşamaya sıkı sıkıya sarılırken, insan türünün en yücesi marx bile, öküz/köle metaforuyla tongaya basmaktadır. kapitalimin kölesi olmuş modernizm sonrası toplumları görmeye ömrü yetmeyen sevgili marx, bugün epistemik öküz cemaatinin yüksek bilincini, mücadeleye olan inancını, savaşkan doğasını, sürü praxisini, teori/eylem bütünlüğünü ve tutarlılığını görseydi köle emeğini öküz emeğine benzeten metaforunu değiştirmek zorunda kalacaktı ve büyük olasılıkla şöyle diyecekti ” ey insan sürüleri tarihin ve toplumun değiştirici gücü öküz cemaatlerindeki kollektif aksiyon üretici gücündedir” evet k.marx da yanılabilir ama biz ona kızmayız onu terk etmeyiz, ona yan gözle bakmayız ve hatta ömür boyu onu boynuzlarımız üzerinde taşırız bıkmadan usanmadan. yeterki bugünün “köleleri” siz insan sürüleri evrensel fahişe paraya ve onun getirdiği metalaşmış yabancılaşmış kültüre tapınmaktan vazgeçin. yeter ki epistemik öküzlerin mücadele dinamiklerini anlamaya çalışın. feuerbach üzerine 11.tezi hatırlatalım “filozoflar şimdiye kadar dünyayı anlamaya çalıştılar ama aslolan epistemik öküz cemaatlerini anlamaktır”

    (bkz: http://okuzkomunu.wordpress.com/…marxin-okuz-emegi/)
hesabın var mı? giriş yap